Suriye savaşının şiddetlenmesi sonrası savaştan kaçan insanların Türkiye sınırına dayandığı günlerden itibaren, Türkiye'de mültecilere karşı düşmanlığın olabileceği korkusu vardı.
Mültecilerin çoğaldığı ülkelerde genel eğilim bu yönde olduğu için beklenen bir durumdu; yaklaşık dört yıldır Türkiye Suriyeli mültecilerin yaşadığı ya da topraklarından geçip Avrupa'ya ulaşmaya çalıştığı bir ülke.
Dr. Esra Özyürek bu süreç içinde Suriyelilere yönelik tepkiyi "Suriyelilere karşı gösterilen düşmanlık da Müslüman oldukları için şimdilik çok korkunç raddeye varmadan idare edildi" sözleriyle açıklıyor.
Özyürek Türkiye'deki milliyetçiliğin kökeninde başından beri İslam vurgusunun olduğunu söylüyor.
Türkiye’de yükselen milliyetçi bir dalga var? Bu milliyetçiliği nasıl tanımlarsınız? Geçmişte karşılaştığımız milliyetçi dalgalarla benzerlikleri var mı? Ya da ayrıt edici bir özelliği var mı?
Esra Özyürek hakkındaBoğaziçi Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Sosyoloji bölümünden 1993 yılında mezun oldu. 2002 yılında Michigan Üniversitesi Antropoloji Bölümü'nde, Türkiye'de 1930'lara duyulan nostalji, modernlik ve özelleşme konulu doktora tezini tamamladı. 2002- 2003 yılları arasında University of Pittsburgh ve 2007-2013 yılları arasında University of California’da çalıştı. 2013'ten beri London School of Economics’te Çağdaş Türkiye Çalışmaları bölümünde öğretim üyesi. |
İçinde yaşadığımız milliyetçilik dalgası daha önceki milliyetçi dalgalardan çok farklı değil kanımca. İslam vurgusu Türk milliyetçiliğinde en başından beri vardı. Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında kimin Türk olarak tanımlandığına bakarsak, bunların özünde Müslüman olduklarını görürüz.
“Hristiyan ve Yahudiler asla Türk olamaz” olarak tanımlandı. Kürtler ise Müslüman oldukları için asimile olabilir olarak tanımlandılar. Asimile olmadıkları her aşamada da sert bir milliyetçi baskıyla karşılaştılar.
Ülkücüler ve ulusalcılar ayrı gruplar gibi görünseler de, argümanları bazında büyük farkları yok. İki grubu birbirinden ayrıştıran ülkenin farklı yerlerinde güçlü olmaları ve grupların sınıfsal bazda birbirinden biraz farklı olmaları.
Suriyelilere karşı gösterilen düşmanlık da Müslüman oldukları için şimdilik çok korkunç raddeye varmadan idare edildi.
Avrupa'da da Türkiye'de de her yerde silahlı ya da bombalı saldırı olabiliyor, insanların kendilerini güvende hissetmediği bir dönem yaşıyoruz. Bugün karşılaştığımız islamafobi, banal milliyetçilik, otoriter yönetimlerin artması gibi eğilimlerin artmasında bir neden olarak bu korkunun ağırlığı nedir?
İçinde yaşadığımız milliyetçilik akımı her yerde kendi yerel farklı nedenlerle beslense de, aynı 1930’lar gibi küresel bir akım. Milliyetçiliğin, özellikle nefret dolu versiyonunun bulaşıcı bir etkisi olduğu kesin. Ve kapitalizmin kriz dönemlerinde arttığı da.
Krizden etkilenen gruplar her yerde azınlık gruplarını “günah keçisine” dönüştürerek kendi yaşadıkları para ve güven kaybının hıncını onlardan çıkarıyorlar. Ellerinde kalan tek ayrıcalık çoğunluk toplumuna sahip olmak, bu güce sarılıyorlar.
Böyle dönemlerde, ellerinde kalan tek güç erkeklikleri olduğu için böyle dönemlerde kadınlara ve çocuklara dönük şiddet de artıyor. Çoğunluktakilere ve erkeklere sahte bir üstünlük ve durumu kontrol altında tutma hissi veriyor.
“Müslüman Olmak Alman Kalmak” çalışmanızda mühtedi Müslümanları yani din değiştirip Müslüman olan Almanyalıları çalışmıştınız. Suriye iç savaşı sonrası Almanya’ya gelen mülteci sayısının artması ve özellikle Berlin'de Noel pazarına yapılan saldırı sonrası mühtedi Müslümanların yaşamı daha zorlaştı mı, bu konuda bir gözleminiz oldu mu?
Şu aşamada hem Avrupa'da hem ABD'de Müslüman olmak çok daha zorlaştı. Tüm sağ parti liderleri Müslümanlara karşı daha etkili mücadelenden, hatta Trump savaştan söz ediyor. Bunun etkisini savaş meydanlarına indirilmiş daha büyük sayıda askerden çok, günlük hayatta gerginleşen ilişkiler bağlamında göreceğiz.
Nefret üzerindeki incecik örtüyü atmış durumda. Hakaret, sokakta küçük veya büyük ölçülü şiddet, işe almama, ev vermeme gibi durumlar günlük yaşam biçimine dönüşüyor. Bu da tabii ki azınlıkları radikalleşmeye, kendi çetelerini kurmaya itiyor.
Bir süredir İngiltere'de yaşıyorsunuz. Yurt dışında Türkiye algısı son yıllarda değişti mi?
İngiltere şu aralar kendisine çok yoğunlaşmış durumda. Ama biliyorsunuz Brexit kampanyası, AB’de kalırsak Türkler buraya doluşacak diye yapıldı. Hem dünyada hem Avrupa da Türkiye’nin imajı şu anda gerçekten çok kötü. Tümüyle güvensiz, sürekli bombaların patladığı, hükümetin karanlık ilişkiler içinde bulunduğu bir Orta Doğu ülkesi olarak görülüyor.
Bu gözlemi başkalarından da duydum, geçen yıl Türkiye’de büyük bir patlama olduğunda iş arkadaşlarım, tanıdıklarım, geçmiş olsun mesajları atardı. Son patlamalarda hiç kimse bir şey demiyor, kaldığı yerden sohbete devam ediyor benimle.
Hem patlamalar medyada haber değerini kaybetti, hem de artık olağanüstü değil de, olağan bir haber olarak görülüyor. Artık insanlar Türkiye ile ilgili kaygılanmayı bırakmış görünüyor. (HK)