Humboldt Üniversitesi’nden Dr. Sinem Adar, 31 Mart Yerel Seçimleri öncesi ve sonrasını değerlendirdiğimiz röportajda Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) lideri Devlet Bahçeli’nin ağırlığının arttığının altını çiziyor. Beka söylemiyle tarif edilen seçim dönemi stratejisinin ise Bir yerel seçim olmasına rağmen 31 Mart’ın Cumhur İttifakı sözcüleri tarafından “rejimin devamı, sürdürülmesi meselesine dönüştürerek kendi iktidarlarını bir referanduma dönüşmesine” neden olduğunu söyledi.
Dr. Sinem Adar Einstein Araştırma Bursiyeri olarak halen Humboldt Üniversitesi’nde aidiyet, milliyetçilik ve göç alanındaki çalışmalarını sürdürüyor.
Adar’ın resetdoc.org “Erdoğan’s March 31 Elections: A Fiasco of Tactics and Rhetorics” (Erdoğan’ın 31 Mart Seçimleri: Taktik ve Retoriğin Fiaskosu) başlıklı yazısından yola çıkarak bir söyleşi gerçekleştirdik.
Türkiye'nin yurtdışındaki imajı 31 Mart seçimlerinden sonra değişikliğe uğradı mı? İstanbul ve Ankara'nın muhalefet tarafından alınması Türkiye içinde siyasete bakışta küçük bir kırılma yaşattı, yurtdışına bu nasıl yansıdı?
31 Mart seçimlerinde muhalefetin büyük şehirleri almış olması yurtdışındaki gözlemciler açısından bir kırılma yaratmasa da, Erdoğan’ın yenilmezliği düşüncesi biraz darbe aldı demek mümkün. Tabii bir noktanın altını çizmek gerek. Yurtdışındaki gözlemciler ve politikacılar nezdinde, 15 Temmuz darbe girişimi ve 24 Haziran seçimleri ile başkanlık sistemine geçilmesi Türkiye algısında paradigmatik bir dönüşüm yarattı. Bu dönüşümün ana tetikleyicisi Türkiye’nin kurumsallığına olan güvenin hızla aşınmasıdır. Kurumların çözülmesi, bu çözülmenin hem sonucu hem de körükleyicisi olan liyakat esasından hızlıca uzaklaşılması ve “tek adam rejimi“ algısı özellikle AB içerisinde Türkiye ile olan ilişkileri işlemsel (transactional) bir çerçeveye oturtma eğilimini arttırdı.
Yurtdışında gözler seçim sonrası içine düştüğümüz tiyatro sahnesine çevrilmiş durumda. Seçim sonrası oyların yeniden sayımı ve nihayetinde seçimlerin yenilenmesi üzerinden cereyan eden bu kaosun özellikle AKP tabanında bir erimeye yol açıp açmayacağı bir merak konusu. Tabii, Ekrem İmamoğlu’nun mazbatasını almış olması oldukça sevindirici ve umutlandırıcı bir gelişme. Ancak seçimin iptaline yönelik yasal süreç halen devam etmekte olduğundan, bu gelişmenin de yurtdışında soğukkanlılıkla karşılanacağı düşünüyorum. Özellikle Avrupa’da, Türkiye’nin normalleşmesinin çabuk ve kolay olacağına olan inanç yukarıda bahsettiğim yapısal kaygılar yüzünden oldukça zayıflamış durumda.
"AKP tabanında erimeye neden olabilir"
ResetDoc'da yayınlanan yazınızın başlığı "Erdoğan’s March 31 Elections: A Fiasco of Tactics and Rhetorics". Erdoğan'ın yaklaşık 2012'den bugüne yürüttüğü retorik çok değişmedi, keza taktiği de bir süredir aynı bana sorarsanız. Beka sorunu diyerek Cerablus ve Afrin'e girdi mesela. Bu seçimlerde seçmenin birden rahatsız olduğu biz ve diğerleri, biz iyi diğerleri terörist söylemi Cizre, Şırnak, Sur'u bombalarken kamuoyu oluşturmak için iktidarın işine yaradı. Bu bağlamda değişen Erdoğan mı yoksa seçmenin beklentileri mi?
Beka söylemi tabii ki 31 Mart seçimlerine has bir söylem değil. Keza hem Erdoğan hem de Bahçeli, 7 Haziran 2015 seçimlerinden bu yana beka söylemini kendilerine yol haritası olarak biçip kullanmaktalar. Burada önemle altı çizilmesi gereken bir nokta su: 7 Haziran seçimleri seçim siyasetini ittifakların savaşı olarak yeniden tanımladı ve AKP ile MHP’yi fiili bir blok olarak bir araya getirdi. 15 Temmuz darbe girişimi ise bu bloğun beka söylemine yeni bir boyut ekledi; beka söyleminin sahipleri meşruiyetlerini, 15-16 Temmuz 2016 itibari ile artık kendi hayatları pahasına darbe girişimini püskürtmeye kararlı geniş halk kitlelerinden alır oldular. Bu anlamda 15 Temmuz 2016 önemli bir ideolojik ve psikolojik kırılma noktasıdır. Antropolog Yektan Türkyılmaz bunu GazeteDuvar için yazdığı Quo Vadis yazı dizisinde detaylıca anlatır.
Cumhur İttifakı’nın, 31 Mart yerel seçim kampanyasını da beka söylemi etrafında şekillendirmiş olması aslında bu sürecin bir devamı, hatta bir yansıması. Yukarıda bahsettiğiniz yazıda söylediğimiz ise bu söylemin yeniliğinden ziyade yerel seçimler nezdinde taktiksel bir yanlış hesap olduğu idi. Cumhur İttifakı’nın sözcüleri 31 Mart seçimlerini rejimin devamı, sürdürülmesi meselesine dönüştürerek kendi iktidarlarını bir referanduma dönüştürmüş oldular.
Bunu 31 Mart seçim sonuçlarını 2017 referandum sonuçları ile karşılaştırdığımızda net olarak görüyoruz. Cumhur İttifakı’nın adayı, referandumda “hayır” yönünde oy kullanmış seçmenlerin çoğunlukta olduğu illerde yarışı kaybetti. Bu da bize aslında seçmen tercihlerinde çok ciddi bir değişiklik olmadığını gösteriyor. Bununla ilişkili olarak altı çizilmesi gereken bir nokta da şudur. Her ne kadar AKP ve MHP’nin il genel meclis seçimlerinde aldıkları oylarda az da olsa bir daralma olsa da, bu daralmanın seçmen tercihlerindeki köklü bir değişiklikten kaynaklandığı savının yanıltıcı ve erken bir teşhis olabileceğini düşünüyorum. Ancak, 31 Mart seçimlerinde özellikle AKP’nin ittifak siyaseti ve söylemsel stratejisi ve seçimlerin sonrasında yaşanan kaos, parti tabanında bir erimeye yol açabilir.
İstanbul'da mazbatanın sürüncemede bırakıldı. 17 gün sonra verildi mazbata. Bu sürecin AKP'ye siyasi faturası sizce ne olabilir?
Bu soruyu yanıtlamak için seçim sonuçlarına ve 31 Mart sonrası yaşanan sürece ayrı ayrı bakmakta fayda görüyorum. Bir kere seçim sonuçları, Cumhur İttifakı‘nın AKP‘ye getirisinin götürüsünden daha az olduğunu gösterdi. Aslında bu 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında vuku bulan ittifaklar siyasetinin bir sonucu. AKP ve MHP’nin ayrı ayrı yarıştıkları şehirlere baktığımızda gördüğümüz tablo oldukça ilginç. MHP‘nin kazandığı 11 belediyenin 7’si AKP’li belediyeler. Benzer şekilde, il meclislerinde AKP’nin oy oranı azalırken MHP’ninki artmış. 31 Mart seçim sonuçlarını Devlet Bahçeli’nin Cumhur İttifakı içerisindeki özgül ağırlığının arttığı seklinde yorumlamak yanlış olmayacaktır.
Seçim sonrasında İstanbul özelinde yaşanan süreç hem parti içindeki hem de iktidar bloğu içerisindeki kırılganlıkları ve çekişmeleri görünür kıldı. Gerek Tayyip Erdoğan’ın süreç ile ilgili değişken ifadeleri gerekse iktidar bloğuna yakın bazı gazetelerde AKP’ye yönelik eleştirel tavır, marjinal de olsa, rejimin kendi içinde ne kadar çalkantılı bir süreçten geçtiği yönünde ipuçları veriyor. Tabii bu çalkantıların tam olarak ne olduğu, ne çeşit çarpışmalara yol açabileceği ve buna bağlı olarak gelişecek senaryoları bizim bilmemiz mümkün değil. Ancak şunu söyleyebiliriz, AKP’nin içinde olduğu iktidar krizi önümüzdeki haftalarda ve aylarda daha da şiddetlenebilir.
"İtilafı İstanbul'la sınırlı görmek Cumhur İttifakı'nın işini kolaylaştırır"
Yukarıdaki soruyla bağlantılı olarak seçim sonrası kazanan KHK'lilere mazbata verilmedi. Açık bir hukuksuzluk var, üzerinden kampanya başlatılmadı, duyurulamadı. Avrupa Konseyi'nden YSK'ya mektup geldi, ne yapıyorsunuz kabilinden. Muhalefetin HDP'nin mağduriyetleri etrafında yeterince mücadele verdiğini düşünüyor musunuz?
Bu çok önemli bir soru, özellikle HDP’nin 31 Mart seçimlerinde oynadığı kilit rol dikkate alındığında. HDP tabanının Millet İttifakı’nın adaylarına verdiği destek olmadan İzmir hariç, geri kalan şehirlerde muhalefetin adayının kazanması mümkün olmazdı. Selahattin Demirtaş’ın, seçimlerden bir hafta önce hapishaneden seçmenlere yolladığı mesaj bu anlamda çok etkili olmuştur. HDP tabanının Millet İttifakı’na verdiği destek stratejik bir destek olmakla beraber güçlü bir muhalefet kanadı geliştirebilmek adına bir kapı aralamıştır.
Üzücüdür ki, Kürt il ve ilçelerinde siyasi temsilin gaspına yönelik yapılan ihlaller karşısında şu ana kadar muhalefet liderlerinden kuvvetli açıklamalar gelmedi. Ekrem İmamoğlu mazbata almış olsa da, İstanbul “itilaf”ını İstanbul ile sınırlı görmek muhalefet için Cumhur İttifakı’nın işini kolaylaştıran bir tavır olur.
CHP, HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırıldığında ya da Kürt il ve ilçelerine kayyum atandığı zaman da siyaseten AKP’nin işini kolaylaştıran ve tek adam başkanlık sisteminin yolunu açan tavırlar almıştı, hatırlayacaksınız. Ancak şu an geldiğimiz noktada, CHP benzer bir tutum izlerse sanırım kendi tabanını da ikna etmekte zorlanır.
HDP ve CHP tabanında Cumhur İttifakı’na karşı bir kaynaşma geliştiği artık oldukça açık. Böyle bir kaynaşma parti içinde bir dönüşümü zorunlu kılma potansiyelini de beraberinde getiriyor. Zaten bunun en iyi örnekleri Muharrem İnce ve en son Ekrem İmamoğlu gibi temel haklara vurgu yapan, her kesimi ve özellikle Kürtleri dışlamayacağını ilan eden isimlerin CHP yakın tarihinde diğer adayların yaratamadığı türden heyecan yaratabilmesidir. İmamoğlu’nun dün IBB önündeki konuşması bu noktada oldukça ilgi çekici, çoğu CHP’li kalabalığın HDP’ye yönelik kapsayıcı mesajlara nasıl özellikle tezahürat yaptığı çarpıcı bir gösterge. (HK)