BİA Çarşambası/ Medya Dışı Sesler gazeteci ve okur katılımıyla her ayın ikinci çarşambası'nda medya dışından bir konuğun sunumuyla Atölye BİA'da habercilik tartışmayı amaçlıyor. Gazeteci bir arkadaşımız da buluşmalarda kolaylaştırıcı oluyor. Atölye BİA Medya Dışı Sesler'i gazeteci-okur buluşmasıyla haberi tartışmak için bir imkan ve fırsat olarak görüyor. 13 Şubat 2019'daki ilk buluşmada feminist öncülerden Aksu Bora ile birlikteydik. 13 Mart'ta Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu konuşmacı, gazeteci Mehveş Evin kolaylaştırıcıydı. |
Siyaset bilimci, köşe yazarı ve 24. Dönem (2011-2015) Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul milletvekili Prof. Dr. Toprak’ın 10 Nisan 2019'da üçüncü BİA Çarşambası/Medya Dışı Sesler'deki konuşmasını yayımlıyoruz. Gazeteci Işın Eliçin’in kolaylaştırıcılığındaki Medya Dışı Sesler oturumunda Prof. Dr. Toprak yerel seçim sonuçlarını, siyasilerin ve medyanın seçim dönemindeki başarı ve başarısızlıklarını değerlendirdi, soruları yanıtladı.
Işın Eliçin: Binnaz Toprak Türkiye’nin önde gelen siyaset bilimcilerinden. Akademik birikimlerini siyasete kattı, sahaya döktü. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) 24. Dönem (2011-2015) İstanbul milletvekili. Radikal’de köşe yazarlığı dönemi var. CHP’nin anayasa yapımı süreçlerinde de yer aldı.
Evet, bir anayasa taslağı hazırlamıştık ama CHP yönetimi pek beğenmemişti.
- Bu önemli çünkü o zamandan bu zamana Türkiye çok yol aldı. Türkiye’de şu an gündemimiz bu olduğu için 31 Mart yerel seçimleriyle başlayalım, şöyle soralım, İstanbul’da bu sonucu bekliyor muydunuz?
Ortam değişiyor mu?
Olabilir diye düşünüyordum ama bu kadar yakın bir sonuç çıkacağını düşünmüyordum. Çünkü bir yanda başbakanlık, meclis başkanlığı yapmış, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın desteklediği, desteklenmekten öte lehinde defalarca miting yaptığı, defalarca televizyonda konuştuğu, bütün Türkiye’nin tanıdığı, devletin imkanlarını ve merkez medyayı arkasına almış Binali Yıldırım. Karşısında iki ay önce adaylığı netleşince yapılan bir ankette tanınırlık oranı yüzde 17 olan Ekrem İmamoğlu. Halkların Demokratik Partisi (HDP), Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ile işbirliği yaptı yollu propagandanın da seçmenlerin sandığa gitmesini engelleyebileceğini düşünüyordum.
Ümitsiz de değildim çünkü 2017’deki 'Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle ilgili değişiklikleri kapsayan Anayasa Değişikliği Referandumu’nda İstanbul’da ‘Hayır’ çıkmıştı. İstanbul’un hiç beklemediğiniz ve daha muhafazakar olarak bilinen yerlerinde, mesela Üsküdar’da, Eyüp’te ‘Hayır’ çıktı. Fatih’te ‘hayır’ neredeyse kazanıyordu. Dolayısıyla ortamın değiştiği o zaman bile hissediliyordu. Bu seçimde, sandıklar kapanıp oylar gelmeye başladığında, seçim sonuçları ne olursa olsun, Ekrem İmamoğlu “kazandı” dedim. “Bu kadar yakınlaşmış olması bile büyük bir kazanımdır” diye düşündüm.
Ekonomi
- Bu noktadan geriye dönüp bakarsak, muhalefet açısından bu kazanımları ve AKP açısından da kayıpları -kayıp var ise eğer- nasıl değerlendiriyorsunuz?
Adalet ve Kalkınma Partililere tavsiyem 2002’deki ilk seçim beyannamelerine bakmaları ve onu iyice incelemeleri. O seçim beyannamesi etkileyiciydi, çok şey vaat ediyordu. Türkiye’deki farklı kimlikleri kucaklayacaklarını, Türkiye’yi Avrupa Birliği üyesi yapacaklarını, özgürlükleri genişleteceklerini, kadın hakları hatta farklı cinsel kimlikler gibi konularda duyarlı olacaklarını belirten liberal demokrat bir programdı.
Şimdi geldiğimiz noktada neden kaybettiler? Türkiye’de yıllardır yapılan araştırmalarda halka “Türkiye’nin en önemli sorunu nedir?” diye sorulduğunda cevap her zaman ekonomi oluyor. Ya hayat pahalılığı deniliyor ya enflasyon deniliyor ya da işsizlik deniliyor. Bu dünyanın her yerinde böyle. Yani ekonomik göstergelerde performansları iyi olmayan hükümetlerin seçimi kazanabilmeleri çok zor.
Toplum gergin
İkincisi toplumu çok gerdiler. Gerginlikten bıktı insanlar. İllettir, zillettir, teröristtir, vatan hainidir gibi bir anti-propaganda vardı muhalefet hakkında. Bunun ters tepebileceğini düşünüyordum. Aynı şekilde ‘beka meselesi’ de bıktırdı, ikna edici olamadı. Türkiye çok zor dönemler geçirdi ama hiçbir dönemde hiçbir siyasetçinin, sokaktaki vatandaşın ‘Türkiye’nin beka sorunu var, Türkiye dağılabilir, parçalanabilir, yok olabilir’ dediğini duymamıştık. Eğer gerçekten beka sorunu varsa, sorunu yaratan bu iktidar demektir. Propagandalarını bu tür korkulara dayandırdılar. Hatta bu, absürt noktalara kadar vardı, “Oy vermezseniz Kudüs’ü kaybederiz” diyenler bile oldu, sanki Kudüs Türkiye’ninmiş gibi. ’Bizimle birlikte İslam dünyası da mahvolur’ gibi söylemler de sarf edildi. Bunların hiçbiri tutmadı diye düşünüyorum.
Otoriterleşme
Üçüncüsü şu: Kabul etmek lazım ki AKP önemli hizmetler yaptı. Köprüler, yollar, alt-üst geçitler, metro ağları, Avrasya tüneli, havaalanı vb. gibi. Bunlar çok güzel ama problem modernleşmeyi ve çağdaşlaşmayı sadece bu tür şeylere indirgemelerindeydi. AKP giderek demokrasiden uzaklaştı, otoriterleşti, hukuk devletini yok etti, bürokratik atamalarda, devlet ihalelerinde liyakati ortadan kaldırdı.
Bu hem pek çok insanın dışlanmış hissetmesine yol açtı, hem de ehil insanları göreve getirmedikleri için işler yürümemeye başladı. 31 Mart sonrası AKP’ye destek vermiş olan iş dünyasından ve bürokrasiden kimilerinin iktidardan kopmaya başladıkları hakkında bir haber/yorum okudum geçenlerde. Bu Türkiye’nin çok ciddi bir sorununa değiniyor. O da şu: Vatandaş olarak kendi kabiliyet ve birikiminizle, kendi eğitiminizle bir yerlere gelebilme yerine sırtınızı iktidara yaslama geleneği. Türkiye’de belki liyakat sistemi hiçbir zaman iyi çalışmadı ama hiç bu dönem kadar da bozulmamıştı.
Özetle kutuplaştırıcı dil, ekonomik kriz, hukuk devletinin ve liyakatin ortadan kalkması gibi konular seçimde çok etkili oldu. AKP şunu göremiyor; düşünce özgürlüğünün, yargı bağımsızlığının olmadığı, baskı ve korkunun hakim olduğu, dolayısıyla istikrarsız ortamlarda yatırım yapılmaz.
İmamoğlu'nun başarısı
- Bu seçim sonucu, taraflar açısından Cumhurbaşkanlığı referandumuna benziyor. Seçimin sonucunun muhalefetin başarısından ziyade, iktidarın başarısızlığından kaynaklandığını söyleyenler de var. Kutuplaşma, iktidarın siyasetsizleşmesi gibi nedenler de konuşuluyor. Siz ne diyorsunuz?
Adayların başarısının çok önemli olduğu kanaatindeyim. Mesela Ekrem İmamoğlu herkesi kucaklayan, kimseye kötü söz etmeyen, herkesin belediye başkanı olacağını ifade eden, aynı zamanda açık fikirli biri. Seçim akşamı ağırlığını koydu, sabaha kadar defalarca konuştu, dik durdu ve hala dik duruyor. Şeffaf bir yönetim vaat ediyor. Her aşamada seçim süreciyle ilgili bilgileri paylaşarak o şeffaflığı göstermeye başladı bile. Mansur Yavaş da MHP (Milliyetçi Hareket Partisi) kökenlidir ama pek çok özgürlük isteyen gencin kalbini çalmayı başarmıştır. Hatırlayın, bir önceki yerel seçimlerde gençler İstanbul’dan kafilelerle Yavaş’ı desteklemeye gittiler. Büyük bir heyecan yaratmıştı.
Kampanyanın son 20 günü benimle aynı dönemden Bursa Milletvekili Sena Kaleli ile Bursa’da çalıştım. Bursa’da da adayın kimliği önemliydi. ‘CHP’ye oy vermem ama Bozbey’e vereceğim’ diyen pek çok kişiye rastladık. Mustafa Bozbey Nilüfer belediye başkanıyken başarıları takdir ediliyordu. Nilüfer Belediyesi yabancı literatüre bile örnek belediye olarak geçti. Örneğin, kadına duyarlı bütçeleme yapan nadir belediyelerdendir. Bursalıların sınırları içinde yaşamak istedikleri bir belediye. Bu seçime kadar Bursa’da AKP kalesi olarak bilinen ilçelerde pek çok kişi “artık AKP’ye oy vermeyeceğim” diyordu. “Neden?” diye sorduğumuzda “kibir”, “kutuplaştırma”, “korku ortamı yaratma” gibi cevaplar aldık. İnsanlar bıkmıştı. Oysa Bursa demokratik seçimlerin yapıldığı 1950’lerden bu yana, sürekli merkez sağ partilere oy vermiştir. Bozbey seçilemedi, çok az bir farkla kaybetti.
Türkiye’nin en büyük beş ilini Millet İttifakı kazandı. İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Antalya. Altıncı il Bursa’yı kazanmaya da çok yaklaştı. Bu çok önemli bir başarıdır. Toplam milli gelirin yüzde 60’ı sanayi, sanat, kültür ve iyi eğitim kurumlarıyla öne çıkan bu illerden geliyor. Ve bu illerin nüfusu daha genç. Dolayısıyla dinamik bir nüfus. Üstelik küresel dünyaya çok daha entegre olmuş bir nüfus. Millet İttifakı, Türkiye genelinde aldığı yüzde 37 oy oranı ile yerel düzeyde ülke nüfusunun yüzde 48.39’unu yönetecek.
AKP
- Modernleşme açısından başka beklentileri olan nüfusun ihtiyaçlarını göz ardı ettikleri için de belki bu durum oy dağılımında farklılaşma gösterdi diyebiliriz herhalde. Sizin dediklerinizle birlikte böyle bir saptama yapmak istedim.
Bu çok doğru. Çünkü genç ve eğitimli nüfus büyükşehirlerde yaşıyor. Eğitim düzeyi arttıkça AKP’ye oy verme eğilimi azalıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan da bunun farkında. “Onca üniversite açtık, üniversiteli öğrenciler bize oy vermiyorlar” dedi. AKP’nin “Dindar ve kindar nesil yaratma projesi” tutmadı. İletişim ağlarının bu kadar gelişmiş olması, teknolojiye erişimin kolaylığı sonucunda gençler dünyaya açıklar, başka hayatları görüyor, yenilikleri takip ediyorlar. Gençler açıkça düşünce ifade edememeye, onu söylediler, bunu yazdılar, bir şey imzaladılar, protesto ettiler diye haklarında dava açılmasına, baskılara karşı tepkililer. Bu özellikle kentlerdeki genç nüfusu çok rahatsız eden bir durum. İyi eğitimli, yetenekli, yabancı dil bilen gençlerin pek çoğu yurtdışına gidiyor, gitmeyi planlıyor, gitmeyi hayal ediyor. Türkiye’den Amerika Birleşik Devletleri’ne ve Avrupa ülkelerine ciddi bir beyin göçü var. Türkiye’nin geleceği açısından bu durum dehşet verici. AKP iktidarının yapmaya çalıştığı gibi, beyin göçünü yurtdışındaki başarılı insanlara daha çok maaş vaat ederek durdurabilmeniz mümkün değil. Çünkü onlar özgürlüğün olmadığı bir ortamda aynı başarıyı sürdüremeyeceklerini biliyorlar.
Kimlikler meselesi
- İsterseniz tek tek partilere bakalım. HDP’den başlamak istiyorum. HDP’nin bu seçim stratejisine ve bunun sonuca etkisine bakalım.
Yanlış anlaşılmasın, ekonomik kriz seçim sonuçlarını etkileyen tek sebep değil tabii ki. Türkiye’de kimlik meselesi de çok önemli. Sadece Kürt kimliği değil, aynı zamanda İslami ve laik kimlikler. İnsanlar oy verirken bu kimliklere göre de oylarını kullanıyorlar. Sadece ekonomiye bakarak değil. Hatta bugüne kadar daha çok kimlik temelli oy kullanıldığını söyleyebiliriz. Bu seçimde ekonomi kimlik meselesiyle örtüşünce muhalefetin daha fazla oy almasına sebep oldu. Aynı zamanda sınıfsal mesele de var ama Türkiye’de bu konu karmaşıklaştı. Ekonomik kriz var, yoksulların iktidara tepkili olmasını beklersiniz değil mi? AKP’ye oy verenlerin önemli bir kısmı yoksullar, özellikle kent yoksulları. Cumhuriyet tarihi boyunca mütedeyyin kişilerin dışlanmış olması, AKP döneminde kendi kimliklerini kazanmaları, eşit vatandaş olduklarını hissetmeleri de önemli ve bir kısmı bu nedenle AKP’den vazgeçmiyor.
- Bugün Medyascope’da programımıza Meral Danış Beştaş konuktu. İrfan Bozan da Beştaş’a yayının sonunda seçim sonucunu HDP açısından nasıl değerlendirdiklerini sordu. Meral Danış Beştaş da dedi ki, “Aslında HDP büyükşehirlerde aday göstermeyerek, seçmenine stratejik oy kullandırtarak, iktidarın bahsettiğinin aksine bölücü değil birleştirici, yapıcı bir rol oynadı. Bu anlamda bir Türkiye partisi olduğunu bu seçimlerdeki stratejisiyle de gösterdi.” Bunun arkasında da muhalefetin başarısında HDP’nin payını vurguladı. Katılır mısınız siz de buna?
HDP
Yüzde yüz katılıyorum. Hatta ben de geçen gün yer aldığım bir televizyon programında aynı şeyi söyledim, çok da eleştiri aldım. Türkiye partisi olma niyetini HDP daha önceki seçimlerde dile getirmişti. Ancak izin verilmedi. Bir yandan PKK’nin tutumu, bir yandan da AKP’nin HDP’yi kriminalize etmesi sonucunda bu politikanın önünün kesildiğini düşünüyorum. Bahsettiğim programdaki katılımcılardan biri,ki muhtemelen AKP seçmeni, HDP’nin Türkiye partisi olup olmadığını bilmediğini ama HDP’li seçmenin Türkiyeli olduğunu ispat ettiğini söyledi. İlginç bir gözlem. Türkiye’nin yeniden inşası için, daha özgür, daha demokratik, yargı bağımsızlığına saygılı bir Türkiye için HDP elini taşın altına koydu ve tabii ki HDP olmasaydı böyle bir sonuç çıkması imkansızdı.
- CHP Türkiye partisi olabildi mi? Çünkü onlar da daha önceki seçimlerde, yani bu kriminalize edilme sürecinde dokunulmazlıkların kaldırılması meselesinden dolayı çok tartışıldı. HDP’den duyduklarımı söylüyorum. Diyorlar ki İstanbul’a kilitlendiniz ama Mardin ya da diğer iller için de ses çıkarmanız lazım. Buralara da sahip çıkılması lazım. Siz bu seçim sürecinde CHP’de ya da ittifakta bir değişim izliyor musunuz?
CHP'lilik
2011-15 arasında Meclis’teyken CHP içinde bir kesim ulusalcı, bir kesim de sosyal demokrattı. Ulusalcıların sesi çok çıkıyordu. Şimdi durum nedir bilmiyorum. CHP herkesin aynı düşündüğü, parti yönetimi ne karar verirse tüm milletvekillerinin buna uyduğu bir parti değil. CHP’de farklı sesler çıkması çok eleştiriliyor ama şahsen bunun olumlu olduğu kanısındayım. Daha özgürlükçü diye düşünüyorum. Bu ne AKP’de ne MHP’de ne de HDP’de mümkün.
Cumhur İttifakı'nın "HDP ile işbirliği yaptınız, siz PKK ve terörü destekliyorsunuz" gibi söylemlerinden dolayı CHP'nin HDP'yi ittifaka dahil etmemiş olmasını yanlış buluyorum. Sonuçta HDP legal bir parti, 6 milyon oy almış, Meclis'te milletvekilleri var. Gizli bir örgüt değil ki. Anladığım kadarıyla CHP ulusalcı seçmeninden çekiniyor. Ancak gerçekten CHP'nin seçmeni, yönetimin varsaydığı kadar ulusalcı mı bilmiyoruz, bu konuda hiçbir araştırma yapılmış değil. |
CHP açıktan açığa HDP ile ittifaka girmiş olsaydı, seçmen kendini geri mi çekecekti, milliyetçilik ön plana mı çıkacaktı bilmiyoruz. Sadece varsayımlar üzerine hareket ediliyor.2000’lerin başında daha az eğitimli olsalar bile AKP seçmenlerinin yeniliklere açık olduğu, öte yandan CHP seçmenlerinin hala 1920’ler kafasıyla düşündükleri söyleniyordu. Oysa Meslektaşım Prof. Dr. Ali Çarkoğlu ile 2006’da yaptığımız araştırmada, örneğin ‘Türkiye’yi askerler mi daha iyi yönetir, yoksa sivil iktidarlar mı?’ sorusundan tutun da ‘Şehirlerarası otobüslerde kadın ve erkeklerin yan yana oturmalarını onaylar mısınız?’ gibi bir soruya kadar CHP seçmeni, parti yönetimine göre daha demokrat ve ilerici, AKP seçmeni ise o dönemde partinin daha gerisinde gözüküyordu.
Bu seçimlerde büyün şehirlerin kazanılmasında elbette HDP’nin rolü önemliydi. HDP İstanbul’da aday gösterseydi İmamoğlu’nun kazanabilmesi de imkansız olurdu. Aynı şey diğer bütün kentler için de geçerli.
- CHP’nin aday belirleme süreci ve kurultaylar sürecinde çok çalkalanmalar oldu. Çok eleştiri vardı. Yerel seçimler öncesinde, Medyascope’daki programımda, adaylar neye göre seçiliyor, yukardan mı atanıyor, tabandan yetişme insanlar mı oluyor, kadınlara şans tanınıyor mu sorularını soran tartışmalar yaptık konuklarımla. . Sonra seçim oldu. CHP’nin/ Millet İttifakı’nın İstanbul, Ankara, Adana ve Antalya belediye başkanlıklarının kazanılması üzerine, adayların isabetliliği konuşuldu. Bu anlamda Kılıçdaroğu başarılı bulundu. Ne diyorsunuz? Başarısız olunsaydı, bir kesimin de “Artık Kılıçdaroğlu’nun gitmesi lazım” noktasında olduğunu biliyoruz.
Liderlik
Neden açıktan HDP ile ittifak yapılmadı demiştim. CHP’li seçmenin bu konuda ne düşüneceğini, milliyetçi mi davranacağını, HDP varsa biz yokuz deyip oy verip vermeyeceklerini bilmiyoruz. Ama farz edin ki öyledir. Bir lider seçmenini, kitlesini dönüştürebilir. Nasıl açıkladığınıza, hangi söylemleri kullandığınıza bağlı. 2011’de partiye girdiğimden bu yana, eğer AKP ile didişme yerine yeni bir Türkiye vizyonu ortaya konabilseydi durum farklı olabilirdi. Merkez medya evet, CHP liderine pek yer vermiyor. Ancak, Kılıçdaroğlu CHP Grup toplantısında yaptığı konuşma nedeniyle her Salı bir buçuk saat merkez medyanın ekranında. Onca saati, 2011’den 2019’a kadar, 8 yıl boyunca, kendi projelerimizi geliştirip onları anlatmaya, yeni bir Türkiye vizyonu çizmeye, iktidara geldiğimizde yapacaklarımızı anlatmaya harcamış olsaydık şimdi CHP çok daha farklı bir yerde olabilirdi.
Bu açıdan muhalefetin zayıf olduğuna ben de katılıyorum çünkü muhalefet sadece ve sadece iktidarı eleştirmek değildir. Nasıl bir Türkiye özlüyorsunuz, sosyal demokrat bir parti nasıl olmalı, bunlara kafa yormak lazım. Örneğin, sosyal demokrat partiler için kadın meselesi ön plandadır. Büyük bir mücadele ile CHP tüzüğüne yüzde 33’lük kota koydurmuştuk, ancak buna uyulmuyor. Gene örneğin CHP Suriyeli mültecilerden rahatsızlığını dile getiriyor. Çünkü seçmen rahatsız. Seçmen rahatsızsa rahatsız. Avrupa’ya bakın, göçmenlere sahip çıkanlar sosyal demokrat partiler. Meclis’te bulunduğum sırada bir grup milletvekili ve parti meclisi üyesi olarak CHP’yi içeriden dönüştürebilir miyiz diye çok uğraştık ama maalesef başarılı olamadık.
Ancak şunu söyleyeyim: Bu seçimde uyguladığı stratejisi açısından Kemal Kılıçdaroğlu’nu haklı buluyorum. Şöyle ki 1946’da tek parti döneminin sona ermesiyle çok partili hayata geçildi, 1950’de iktidar değişti. 1950’den bugüne, Ecevit’in ‘Karaoğlan dönemi’ hariç, sol diye nitelendireceğimiz hiçbir parti iktidara gelememiştir. Türkiye’de seçmen merkez sağ partilere oy verir. Peki, Ecevit nasıl iktidara gelebildi? Çünkü o zamanki konjonktür farklıydı. Sovyetler [Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği/ SSCB] çökmemişti, sol her yerde güçleniyordu. Türkiye’de de güçlenmişti. Çok güçlü sendikalar, sol örgütler, öğrenci örgütleri, demokratik kitle örgütleri vardı. Üstelik HDP gibi bir parti de yoktu o zaman, Kürtlerin oyları CHP’ye gidiyordu.
Aynı zamanda kent yoksullarının da oyları CHP’ye idi. 1980 darbesi solu yok etti. Günümüzde farklı bir politika gütmeye mecbursunuz. Kitle partisi demek pek çok farklı seçmene hitap edebilecek parti demektir. Aksi halde sekter bir parti olarak kalırsınız. Örneğin HDP öyle bir parti. Genellikle sadece bir bölgeye hitap edebilmesi, çoğu kez salt Kürtlerin sorunlarını dile getirerek büyüyebilmesi, günün birinde iktidara gelebilmesi, bence olanak dışı. Kitle partisi olabilmesi yukarıda bahsettiğimiz Türkiye partisi olabilmesine bağlı. Kitle partileri dünyanın her yerinde değişik seçmenlere hitap etmeye çalışan partilerdir. Kılıçdaroğlu’nun yapmak istediği doğrudur diye düşünüyorum.
Arkadaşlar sorularını düşünene kadar şunu da ekleyeyim. Geçende izlediğim bir televizyon programında konuşmacılardan biri bu seçimlerin demokrasinin yerleştiğini gösterdiğini söyledi. Oysa demokratik seçim sadece seçmenin gidip oy atmasıyla demokratik olmaz. Her şeyden önce bağımsız medyanız olacak. Dördüncü güç deniyor ya, gerçekten seçimlerde medyanın rolü çok önemli, özellikle yerel seçim gibi kişilerin yarıştığı seçimlerde adayları seçmenin tanıması son derece önemli. İstanbul gibi devasa bir metropolde seçmenin adayları tanıması ancak medya kanalıyla mümkün. Ama o bile yeterli değil. Aynı zamanda bütün adayların birlikte tartışabilmeleri, mesela Binali Yıldırım’la Ekrem İmamoğlu’nun, iki İstanbul adayının, çıkıp televizyonda tartışabilmeleri, projelerini anlatabilmeleri, birbirlerini eleştirmeleri gibi düzenlemeler olması lazım. Bu seçimlerde eğer Ekrem İmamoğlu ya da diğer muhalefet adayları seslerini duyurabildiyse sizlerin sayesinde, bu alternatif medya ve sosyal medya sayesinde oldu.
- Ne kadar doğrudur bilmiyorum. Ülke TV Ekrem İmamoğlu’nu aslında kriminalize etmek, madara etmek için programa çıkardıklarında, İmamoğlu’nun tavrıyla birlikte bunun aslında tam tersi bir etki yarattığını, o programdan sonra çok kişinin İmamoğlu’na ilgiyle baktığını söylediler.
Demokratik seçim için İkinci olarak seçimin kurallarına ve seçim kanunlarına riayet gerekiyor. Seçim kurallarının seçim günü değişmemesi gibi. Yüksek Seçim Kurulu (YSK) gibi kurulların hem yasayla saptanmış kurallara riayet etmeleri hem de eskiden verdikleri emsal kararlara ters düşmemeleri gibi. Mesela Mansur Yavaş’ın 2014’teki yerel seçimlerde geçersiz oyların tekrar gözden geçirilmesi için müracaatını YSK kabul etmediği halde bu seçimde o teamülü bozdu. Son olarak, devlet imkanlarının bir aday lehine kullanılmaması. Bunlar herhangi bir demokratik seçimde olmazsa olmaz koşullar. Ama Türkiye’de maalesef bu koşullara bağlı kalınmıyor.
Sorular - Cevaplar
Bu bölümde soruları parantez içinde özetleyerek verdik.
(CHP’li belediyelerin hizmetleri iktidar blokunu erken seçime zorlar mı sorusu üzerine)
Bence erken seçim mümkün değil. Ekonomik kriz ortamında iktidar ona yanaşmayacaktır diye düşünüyorum. Ancak, mevcut iktidar ekonomik durgunluk ve hayat pahalılığıyla artık durumu idare edemez olursa belki o zaman erken seçime razı olabilir. AKP’nin şu anda iktidarı bırakacağı kanaatinde değilim. Dört buçuk yıl devam ederler diye düşünüyorum. Belediyelerin iyi hizmet vermesi erken seçimi zorlayacak bir faktör değil. İyi işler yaptıklarında tabii ki bir dahaki genel seçimde muhalefetin kazanmasına yardımcı olabilirler.
(Sosyal medya üzerine)
Günümüzde gençlerin pek çoğu haberleri sosyal medyadan izliyor. Pek çok kişi seçim gecesi merkez medyanın Anadolu Ajansı’na dayalı haberlerine itibar etme yerine seçim sonuçlarını sosyal medyadan takip etti. Sosyal medyanın günümüzde bildiğimiz medyayı geçebilmesi için genç nüfusun büyümesi lazım. Sosyal medyanın etkin olduğu döneme doğan gençlerin artması gerekir. Orada rekabet var. Diğerinde rekabet de yok.
(İstanbul’da yeniden seçime gidilmesi ve CHP’nin tavrının ne olacağı ve CHP iktidara gelirse Kürt sorununu çözebilir mi soruları üzerine)
Tavrı ne olur bilmiyorum ama Kürt sorunuyla ilgili benim milletvekili olduğum yıllarda bir politika metni hazırlanmıştı ama bunlar Kürtlerin o dönemki taleplerini karşılayacak boyutta değildi. Kürt sorununun çözümünün radikal ve birden bire olmayacağı kanaatindeyim. Kürt sorunu meselesinde CHP, başta da söylediğim gibi, kendi ulusalcı seçmeninden korkuyor. Ama tabii bu ileride CHP Genel Başkanı olacak kişiye göre de değişebilir.
Erdoğan’a bakın, Avrupa Birliği’ne girebilmek için, Avrupa’nın nerede olduğunu bilmeyen insanları bile Avrupa Birlikçi yapmıştı. Lider dönüştürebiliyor kitlesini. Bu konularda Kılıçdaroğlu daha çekingendir, daha zor adım atar.
(Seçim iptali ve bunun seçmen üzerinde etkisi sorusu üzerine)
Yeniden seçim yapılırsa İmamoğlu’nun daha büyük farkla kazanacağına inananlar var. Yeniden seçim her iki taraf için de tehlikeli bir oyun diye düşünüyorum. (SO)
Prof. Dr. Binnaz Toprak hakkındaSiyaset bilimci, akademisyen, 24. Dönem (2011-2015) Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul milletvekili. Boğaziçi ve Bahçeşehir üniversiteleri Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümlerinde öğretim üyesiydi. Koç ve Minnesota Üniversitelerinde misafir öğretim üyesiydi. Türkçe yayınları arasında Türkiye’de Siyaset (TESEV, 2000/Ali Çarkoğlu ile birlikte), Değişen Türkiye'de Din, Toplum ve Siyaset (TESEV, 2006), İş Yaşamı, Üst Yönetim ve Siyasette Kadın (TESEV, 2004/ Ersin Kalaycıoğlu ile birlikte), Müge Sökmen Gürsoy’un yayına hazırladığı Türkiye’de Farklı Olmak/Din ve Muhafazakarlık Ekseninde Ötekileştirilenler çalışmasında (N. Şener, İ. Bozan ve T. Morgül ile birlikte araştırma grubunda) yer alıyor. Radikal gazetesinin köşe yazarlarındandı. |
Işın Eliçin hakkındaGazeteci. Medyascope.tv'de çalışıyor. Sadece kadın konukların Türkiye ve dünyada güncel olayları tartışıp değerlendirdiği "Femfikir" ile "Dünyanın Gidişi" adlı dışhaberler programını hazırlayıp sunuyor. 25 yılı aşkın süredir medya sektöründe, televizyon, radyo, internet, gazete ve dergiler dahil, hemen hemen tüm medya platformlarında muhabirlikten yöneticiliğe pek çok pozisyonda görev yaptı. Çalıştığı kurumlar arasında CNN Türk, NTV, TRT-Türk ve BBC Dünya Servisi de var. bianet'in Toplumsal Cinsiyet Odaklı Habercilik E-Kütüphanesi projesinde yer aldı. "Fraklı Komünist, Friedrich Engels'in Devrimci Hayatı" adlı kitabın eş-çevirmeni. Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunu. |