Siyasetin 31 Mart 2019 yerel seçimlerinin çekim alanına girdiği günlerde AKP ile MHP arasında 24 Haziran seçimlerinde kurulan "Cumhur İttifakı'nın sürüp süremeyeceği, sürecekse nasıl bir formül geliştirileceği, sürmeyecekse bunun yakın gelecekteki siyasi sonuçlarının ne olacağı tartışılıyordu.
AKP ile MHP çeşitli düzeylerde heyetlerle ve genel başkanlar seviyesinde görüşüyordu. MHP'nin genel af çıkartma isteğinin doruğa ulaştığı, AKP'nin de yanaşmadığından kaynaklı bir gerilim vardı. 23 Ekim 2018 Salı günü Devlet Bahçeli birden "31 Mart 2019 Mahalli idareler seçimlerine yönelik herhangi bir ittifak beklentimiz, ittifak arayışımız, ittifak niyetimiz geldiğimiz aşamada artık kalmamıştır" deyiverdi.
Gerilim krize dönme eğilimindeydi. Ancak ertesi gün sular duruldu, ittifağı süreceği anlaşıldı.
Adaylar açıklandıkça AKP ile MHP'nin bölüştüğü iller ve ilçelerin hangileri olduğu aydınlanmaya başladı.
Prof. Dr. Simten Coşar, 24 Haziran 2018 seçimleri öncesi Cumhur İttifakı'nı "Faşistik, amorf sağ siyaset" olarak değerlendirdiği söyleşimizde, bu birlikteliğin mümkünlüğünü "MHP'nin duruşunun azami esnekliği, AKP'ye endeksli var oluşu" cümlesiyle tanımlamıştı.
Yerel seçime uzayan Cumhur İttifakı'nı, iki partinin bu işbirliğinde varoluş stratejileri, muhalefetin aldığı pozisyonu yine bir seçim öncesi Prof. Coşar ile konuştuk.
Prof. Dr. Simten Coşar kimdir?Lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi'nde Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler'de; doktora ve yüksek lisansını Bilkent Üniversitesi'nde Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi'nde yaptı. Başlıca ilgi alanları: Siyasi düşünce, Türkiye'de siyasi düşünce, Türkiye'de siyasi partiler ve siyasi düşüncede kadınlar. Journal of Political Ideologies, Contemporary Politics, Feminist Review, Journal of Third World Studies, South European Societyve Politics and Monthly Review gibi dergilerde birçok makalesi yayımlandı. Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, TV ve Sinema Bölümü'nden emekli oldu. |
MHP'nin azami esnekliği devam ediyor mu?
Kanımca, MHP 1990’ların sonundaki yenilenme sürecini bu esneklik üzerine kurdu. Hatırlarsınız, idam cezasının kalkmasını oylayan parlamentodaki koalisyon hükümetinin ortaklarından olduğu sırada kendince kanıtladı bunu, çekine çekine seçmenlerine de... Ancak bugünün koşullarında esneklik salt iddia edilenlerin geçerliliğinin şüpheli olmasıyla tanımlanabiliyor. Nitekim, MHP bu açıklamayı hatırlamaya gerek duymadan yerel seçimlerde AKP’yle ittifak adımlarını atmaya başladı. Belirli belediyeler Ocak 2019’un ilk haftası itibarıyla bölüşülmeye başlandı.
MHP’nin 2000’ler boyunca sergilediği bu esneklik hali bir yana, bu durumun Türkiye’de partiler düzeyinde seçim analizi yapanlar ve kamuoyu nabzı tutanlar düzeyinde neredeyse gelenekselleşen bir ikircimle bağlantılı olduğu da söylenebilir. Bu ikircim bir yandan yerel seçimlerin başkalığı teslim edilirken diğer yandan genel seçimlerle ve artık (cumhur)başkanlık seçimleriyle neredeyse aracısız özdeşleştirilmesiyle bağlantılı.
Yerel seçimlerin başkalığı teslim ediliyor; dolayısıyla, seçmen davranışında adayın etkisinin siyasal parti bağlılığının önüne geçtiği kabul ediliyor. Yerel seçimlerle diğer düzeylerdeki seçimler arasındaki bağlantı neredeyse aracısız kılınıyor, zira kurumsal iktidar çatışmasının esası olan kaynak dağıtımının mikro düzeyde ve doğrudan gerçekleştiği birimler olarak yerel yönetimler doğrudan siyasal partiler arası çatışma alanına dönüştürülüyor.
Nihayetinde, MHP, Cumhur İttifakı uzantısında Ocak 2019’un ilk haftası itibarıyla AKP’ye 27 ili vermişken, üç ili kendine ayırabilmişken ve diğer illerde ittifak vasıtasıyla hareket edeceği söylenirken bu özdeşleşmenin hâkim retorikte yeniden üretileceğini göreceğimizi anlıyoruz.
Öte yandan, yereldeki seçmenin hâlâ yerel dinamiklere dayanarak oy verme ihtimali düşerek olsa da devam ediyor. Bu düşüş Türkiye’deki siyaset pratiğinin son yıllarda gittikçe artan tuhaflığı, şiddetin gündelik yaşamdan kurumsal siyasal düzleme kadar siyasal olana biteviye sızması, bireysel silahlanma oranı, kadın cinayetleri, trans cinayetleri, vatandaşlarla hukuk ve yönetim arasındaki güncel ilişkilenme formlarıyla bağıntılı.
"Toplu unutuş"
Bu ise sürprizler olmasa da ülkeyi kuşatagelen AKP – MHP otoriterliğine rağmen ve CHP – İYİ Parti arasındaki doğal seçim uyumunun CHP’li seçmene sağladığı rahatlığın yanında demokratik muhalif siyasal örgütlenmeye yerelde alan açma vaadini taşıyor. Hemen burada CHP ve İYİ Parti’yi otoriter siyasetin tamamen dışında konumlandırmadığımı söylemeliyim.
Daha fazla uzatmadan, MHP’nin esnekliği, siyasal parti olarak devam etmesi için gereken taktik esneklik. Devlet Bahçeli bunu genel başkanlığa seçildiğinde, tarihî lider olamayacağının farkındalığıyla benimsedi ve tutarlı bir şekilde kullanageldi. Seçim süreçlerinde söyledikleriyle yaptıkları arasındaki biteviye gelgitin Türkiye’de gittikçe derinleşen toplu unutuşun, kayıt tutmayışın ve/ya da kısa vadeli hatırlamanın bile nafileliğinin bir vesikasını oluşturuyor.
MHP merkeze talip olmadı, merkezi kendine çekti
2014 seçim sonuçlarına bakıldığında kritik kentlerde MHP oylarının AKP'ye o kentleri kazandırma ya da kaybettirme potansiyeli gösteriyor. Bazı kentlerde oylar AKP, MHP ve CHP arasında neredeyse eşit biçimde üçe bölünmüş. MHP çok kritik bir öneme sahip AKP için. Öte yandan AKP ittifak yaptığı tüm siyasi ya da toplumsal güçleri eritme gücünü gösterdi. MHP'nin bu anlamda geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Yukarıda bahsettiğiniz, MHP’nin AKP’ye endeksli devam etmesi yönündeki tespitimi hâlâ benimsiyorum. Bu tespitimde Türkiye’de siyasetin bugünkü halinin yanı sıra, MHP’nin siyasal alandaki var olma biçimi de etkili. Kısaca Türkiye’deki siyasetin hâlâ amorf bir yapıda olduğu fikrindeyim. Böyle düşünmemin nedeni çok basit: Rejim değişmiş olsa da, değişim sürecinin son evresinde Olağanüstü Hal kapsamındaki KHK’larla kurumsal işleyişinin temelindeki yasa düzenlemeleri yapılmış olsa da, neoliberal siyasal düzenin çağırdığı ve beslediği şahsiyetçi siyaset artık tam anlamıyla yerleşikleşmiş olsa da bütün bunları bir aradalığı, bir önceki rejimden doğru devam eden farklı örgütlülükleri, farklı siyasal form taleplerini, pratiklerini ve imkânlarını henüz tamamen sıfırlamadı. Umarım sıfırlayamayacak da... Kurumsal iktidar düzlemindeki tekinsiz ilişkilenmeler, ittifaklar, tutarsız vaatler muhtemelen, bu dönemde olup bitenlerin anlatısı siyasal tarihi formunu kazandığında netleşecek. ‘Hizmet belediyeciliği’ yerine ‘gönül belediyeciliği’ gibi hâkim retorik ve her cephede ilana çıkılan kurtulma hamleleri, seferberlikler bu ihtimale işaret ediyor.
MHP’ye döndüğümüzde... Sorularınızdan doğru MHP’ye bakarken, aklıma, 1980 darbesi sonrası askerî rejim evresinde, MHP, Ülkücüler yargılanması sırasında, Agâh Oktay Güner’in ‘fikirlerimiz iktidarda, ama biz hapisteyiz’ sözü geldi. Bugün, olduğu haliyle, MHP’nin, Sünni-Müslümanlığı tarihsel bir unsur olarak millîleştiren ve tarihten doğru organikleştiren, geri dönüşsüz kılan Türkçü milliyetçiliği, sembolleriyle, motifleriyle AKP’nin, şahsiyetçi başkanlığa biat ettiği yönetiminde görülüyor. Bu durumunun, fikirlerin iktidarda olması halinin kendini tekrar etmesinin, MHP’nin nüvesinin siyasal parti örgütlülüğünden ziyade faşizan bir hareketten beslenmesiyle ilişkilendirilebileceğini düşünüyorum.
1990’ların sonlarında, henüz merkez siyaset hâlâ ANAP’lıyken, henüz AKP’leşmemişken, MHP’nin siyasetin merkezine tâlip olmadığını merkezi kendisine çekmeye çalıştığını dile getirmiştim. Bugün, merkezin AKP’leşmesi, aslında bunun bir ölçüde gerçekleşmiş olduğunu gösteriyor. AKP devam edebilmek için, bugünkü şahsiyetçi, tekcil gücü besleyen yönetim biçimine geçilirken MHP’nin rahat ettiği din temelli milliyetçi retoriğin kullanımı, silahlı şiddetin gündeliğe yayılması ve normalleşmesi, zorla evlerinde tutulduklarını sıkça duyduğumuz yüzde 50’lik bir grubun varlığının olumlanması ve belirli aralıklarla muhaliflere hatırlatılması, muhalif addedilenin kolaylıkla kriminalize edilebildiği bir siyaset ortamında aslında MHP’nin merkezi kendisine çekmeyi – pek tabii ki, bedelleriyle – başarabildiğini söyleyebilirim.
"AKP, MHP'yi silmeye gerek duymayabilir"
Dolayısıyla, MHP bugünkü siyaset koşullarında AKP’ye endeksliyken, AKP’nin kendi başına siyasal parti olma halinin gittikçe silikleşmesine bağlı olarak MHP’yle kurageldiği, ağır aksak ittifaklara da bir süre daha ihtiyacı olduğuna işaret etmek yerinde olacaktır. Diğer bir ifadeyle, MHP, liberallerin sağladıkları ve neoliberal düzende pek kolay rafa kaldırılabilir, şık, hoşgörü, ‘konsensüs’, bireysel girişime endeksli serbestlik gibi önceliklerden daha fazlasını ve daha uzun erimlisini sağlıyor, sanki.
Öte yandan, AKP’nin Kürtlerin demokratik haklarını temsil amacıyla kurulmuş siyasal partilerle girdiği diyaloğun liberallerle ya da Gülen cemaatiyle girmiş olduğu ittifaktan farklı olduğunu düşünüyorum. Kısaca, liberal oluşumlar, AKP için hem neoliberal krizler döneminin parti düzeyinde olabildiğince az zararla geçirilmesinde hem de gücünü konsolide ettiği süreçte, özellikle uluslararası düzlemde destek sağladılar. AKP’nin Gülen cemaatiyle bağlantısı ise tam anlamıyla kurumsal iktidarda bir çatlamayla son buldu. Bir nev’i organik bir ilişkinin sonu oldu. Kaynak dağıtımı üzerinden çatışmanın en görünür olduğu örnekti. AKP’nin bu ayrılığın sarsıntısından hâlâ tam olarak sıyrıldığını söyleyemeyeceğimizi düşünüyorum. Gülen cemaatiyle ittifakına son veren bir AKP, MHP’yi bir kalemde silebilir, pek tabii, bu imkânsız değil. Ama tam da aynı hatta, Gülen cemaatiyle kurduğu bağlantı kadar güçlü, organik, ergimeye yatkın bir bağlantı kurmadığı ölçüde MHP’yi silmeye gerek duymayacağını da söyleyebiliriz. Karşılıklı bağımlılık böyle bir şey olsa gerek... Umarım yanılıyorumdur.
"Muhalefet yereldeki deneyime güvenmeli"
Belediyelere kayyumların atanması sürecinden sonra muhalefet, özellikle de HDP yerel seçimlerde oy kullanmanın gerekliliğini seçmenine anlatmaya çabalıyor. AKP-MHP'nin oluşturduğu siyasi ortam, seçimlerin anlamsızlaşması tehlikesi doğuruyor mu?
HDP’nin hâlâ seçmenini yerel seçimlerde oy vermenin anlamsız olmadığına ikna etmeye çalışmasını, bu partinin özellikle 2015 genel seçimlerinden sonra karşı karşıya kaldığı siyasal baskı göz önüne alındığında çok değerli buluyorum. Bunu, Türkiye’de siyasetin şiddetsizlik ekseninde kurulması talebinde ısrar etmenin bir biçimi olarak görebiliriz. Öte yandan, Ocak 2019’un ikinci haftası itibarıyla HDP’nin ülke genelindeki belediye başkan adaylarının henüz tam olarak netleşmemiş olması bu baskı sürecinin olumsuz bir etkisi olarak okunabilir.
Tabii, kurumsal siyaset alanında bulunanların yapıp ettiklerinin ve dediklerinin gittikçe tuhaflaştığını unutmamak gerekiyor. En yakın zamanlı örneklerden biri HDP milletvekilleri Filiz Kerestecioğlu ve Abdullah Koç’un anayasa teminatı altında olan basın açıklaması yapma haklarının doğrudan polis şiddetiyle ihlali ve ardından Filiz Kerestecioğlu’nun TBMM’de yaptığı ve milletvekillerini bu durumu kınamaya çağıran konuşması karşısındaki sessizlik ve sert kayıtsızlık hâli bir yana, Binali Yıldırım’ın yerel seçimlerde aday olmak için meclis başkanlığından istifa etmemesini, bunun anayasaya aykırı olmasına rağmen ısrarcı olmasını ve yaptığı açıklamada yani ‘Seçim bir siyasi faaliyet değildir’ tespitinde ve bu tespite rağmen hem meclis başkanlığına hem de aday olmaya devam etmesinde belirginleşen tuhaflık yerel seçimlerle ilgili rasyonel zeminde değerlendirmede bulunmayı zorlaştırıyor.
Buradan seçimlerin anlamsızlaşmasından ziyade siyasal muhalefetin, bu tuhaflığa inat, yerelin bilgisine, yereldeki deneyimlere güvenerek ve sahip çıkarak devam etmesi umudundayım.
HDP’ye bu açıdan bakıldığında, 16 Ocak itibarıyla belirlemiş olduğu 40 belediye başkanı adayının – 80 eşbaşkan adayının - tümünün Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yla kısıtlı olmasının dikkat çekici olduğunu söyleyebilirim. 3 Mart 2019’a kadar ek belediyeler eklenecektir, elbet. Her halükârda, kritik olduğunu düşündüğüm, Mersin genelinde bir adayın henüz belirlenmemiş olması; yine kritik olan Ağrı’da sadece Doğubayazıt ve Diyadin’de aday belirlenmiş olması düşündürücü. Özellikle Ankara, İstanbul, Mersin üçlüsünün HDP’nin, Kürt hareketinin geleneksel seçim tabanının ötesine geçebilecek oy havzaları açısından örnek olduğunu göz önüne alırsak henüz adaylarla ilgili bir netleşmenin olmaması daha da düşündürücü. Burada, HDP’nin özellikle son beş yıldır içerisine itildiği kimlik siyasetiyle kısıtlanmasına yönelik baskıcı uygulamalara işaret etmekte fayda var. Aslında HDP 2013 yılından bu yana, bu yöndeki olumsuz gelişmelere rağmen ülkedeki şiddeti olumsuzlayan siyasal dili, demokratik muhalefeti sahiplendi ve böylelikle Kürt hareketi eksenli seçmen kitlesinin ötesinde bir seçmenler grubuna da hitap edebildi. Ancak, Türkiye siyasetinin bugün geldiği aşamada partinin, sömürü karşıtı, eşitlikçi ve sosyal adalet vurgulu, kimlik siyasetini belirleyici olmaktan çıkarmayı hedefleyen söylemi ve kompozisyonunun bu yerel seçim sürecinde geri planda kalma riskinden bahsetmekte fayda var. Umarım yanılıyorumdur.
Öte yandan, HDP’nin kuruluşundan itibaren izlediği hattan, toplumsal cinsiyet eşitliğini gözeten siyaset hattından ayrılmıyor olduğunu görmek umut verici. 16 Ocak 2019 itibarıyla belli olan eş-başkan adaylarının yarısı kadın. AKP’nin aynı tarih itibarıyla kesinleşmiş olan adaylarında kadınların oranı yüzde 3.18 civarında. Hemen burada, CHP’nin Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş örneklerinde gördüğümüz, kritik addedilen büyükşehir belediyelerinde kullandığı taktiği AKP’nin CHP seçmeninin belirleyici olageldiği yerelde bu kez seküler imajlı kadınların adaylığıyla kullandığını söylemeden geçmeyeyim. Aynı gün itibarıyla belirlenmiş CHP adaylarında kadınların oranı yüzde 5.32 ve MHP’nin bu açıdan sicili yüzde 2,2 civarında dolaşıyor. Kadın adayların oranı ve aday gösterildikleri yerler Türkiye’de tuhaflaşan siyasette, ülkenin tarihsel normallerinde tuhaflaşmayan bir durum olduğunu gösteriyor. Tuhaflaşarak normalinden çıkmasını isteyebileceğimiz bir durum, bu.
Muhtar seçimleri
Muhtar seçimleriyle ilgili bir not da düşmek isterim. Maalesef kitle medyası üzerinden yereli en dolaysız gösteren bu idari birimle ilgili veri toplamaya çalışmak mümkün değil. Bundan önceki yerel seçimlerde kadın hareketi içinden muhtarlık seçimleriyle ilgili etkin çalışmalar yürütülürdü. 2015 yılından itibaren artan baskı ortamı nedeniyle birçok kadın örgütü üzerindeki kısıtlar bu düzeydeki demokratik katılım imkânlarını da olumsuz etkilemiş görünüyor.
Bunun karşısında ulusal ölçekteki kaynakları tercih edilen ve talep edilen muhtar kimliği için ayırabilen bir yönetimin varlığı, bu birimi de Türkiye’de demokratik siyaset açısından kadükleştiriyor ya da gündelikte gittikçe daha da aşina olunan çoğunlukçu yönetimin mikro ölçekte yerleşikleşmesini hızlandırıyor. Umarım bu olabildiğince yavaş seyreder, ya da bu süreçte istisna olsa da demokratik kanalların işletilebildiği örneklerle karşılaşabiliriz.
"Türkiye siyaseti amorf"
İktidarın seçimlerden yengi ya da yenilgiyle çıkması nasıl bir Türkiye oluşturacak? Yani bu seçimi de özellikle büyük şehirleri kazanırsa, HDP bölgesinden bir kaç kent alırsa sizin tanımınızla amorf sağ siyaset nereye evrilir. İstanbul ve Ankara'yı kaybederse nasıl tepki verir?
Mevcut kurumsal iktidardan kastımız, mecliste koltuk çoğunluğuna sahip AKP’yse, partinin yerel seçimlerden yengiyle çıkmasının, içerisinde bulunduğumuz yeni rejimin ilk evresinde bu partinin ulusal ölçekte artık devlet başkanlığı mevkiinde pratiğe dökülen şahsiyetçi siyaset kapsamında gözlemleyebileceğimiz, fiilî rolündeki etkisizliğin kesinleşmesi karşısında yerel yönetimler vasıtasıyla bir nebze rahatlama yaşamasını sağlayacağını söyleyebilirim. Ama bu rahatlamanın salt AKP için olacağını düşünüyorum. AKP’nin yereldeki hâkimiyeti Türkiye’de siyasal alanda yaşadığımız daralmayı yoğunlaştıracaktır. Muhalefeti küçük birimlere sıkıştıracak bir gelişme olacak, bu. HDP itilmiş olduğu bölgesel zeminde pek tabii ki belediye alacak – tüm kısıtlamalara rağmen bunun gerçekleşeceği fikrindeyim. Ama partinin bunca sıkıştırılmasının Türkiye siyasetinin yeniden demokratikleşebilmesine dair umutlu olmayı zorlaştıracağı da açık.
AKP’nin İstanbul ya da Ankara’yı kaybetmeyeceği fikrindeyim. Umarım burada yanılıyorumdur. Zira bu durum, yukarıda belirttiğim nedenlerle, tekcil yönetimlerin taşıdıkları mutlak iktidar riskleri ve bu yönetimlerde etkin aktörlerin bu yöndeki taleplerin genelgeçerleşmesi, normalleşmesi itibarıyla Türkiye siyaseti açısından vahim sonuçları beraberinde getirebilir. Türkiye Varlık Fonunun yanıbaşına yerel kaynakların eklenecek olması cabası...
Öte yandan, AKP’nin adaylarının İstanbul’u ve Ankara’yı hangi adaylara kaybedecekleri önemli. Bugün göründüğü haliyle AKP’nin bu belediyeleri kaybetmesi demek CHP’nin büyükşehir belediye başkanı adaylarının kazanması demek. Ekrem İmamoğlu –esnaf geçmişini, muhafazakâr seçim yerelinde anımsatmasıyla ve Mansur Yavaş’ın ‘İzan, Nizam, İrfan’ sloganıyla taktik ve sembolik olarak Türkiye siyasetini tarif etmek için kullanmayı hâlâ tercih ettiğim ‘amorf’luğun temsilî aktörleri olduğunu düşünüyorum. Hem CHP kimliğinde karmakarışık duran dine dönük muhafazakârlık ve modernizm, hem MHP’nin fikirlerinin ya da başka ifadeyle kimliğinin iktidarda olabilmesine referansla böyle düşünüyorum. Aslında İmamoğlu’nun başlangıçtaki tercihi anlaşılır ve işe yarar bir tercih: Parti kimliğinden ziyade kendi kimliğiyle ve salt CHP seçmenine dönük olmaktan ziyade yüzergezerliğe meyledebilecek AKP seçmenine de hitap etmek meyliyle hareket ediyor. Öyleyse, siyasal olanın salt taktik ve sembolik olanla işlediği, kaynak dağıtımının tek elde toplanmasına az kaldığı bir evredeyiz; pek tabii ki, bol gözenekli, bol boşluklu bir evre, bu. Umudun izleri de bu gözeneklerde, boşluklarda olsa gerek. Umarım yanılmıyorumdur.