Son günlerde “seferberlik” ilan eden edene. 14 Aralık 2016 günü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 32. Muhtarlar Toplantısı'nda herkesi “milli seferberliğe” çağırdı.
Seferberlik bu ülkenin tarihi kodlarında “savaş” anlamına geldiği için ilk etapta bir duraksama yaşandı. Sonuçta Türkiye zorunlu askerliğini yapıp terhisini alanların eline “seferberlik görev emri” kağıdı tutuşturulan bir ülke. Ardından konuyla ilgili 2941 Sayılı Seferberlik ve Savaş Hali Kanunu’nu açıp okumaya başladı.
Çünkü Erdoğan tartışmayı başlatan sözlerine başlarken “Anayasamızın 104. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin başı olarak” demişti.
Tartışmalar sürünce 24 Aralık günü “milli seferberlik diyorum. Eline silah al sokağa çık demiyorum. İşte milli seferberlik bu” diyerek sözlerine açıklık getirmek durumunda kaldı.
Seberlik ilan eden edene
Ancak seferberlik gündeme oturmuştu bir kere…
Vatan Partisi genel başkanı Doğu Perinçek hemen 15 Aralık günü, "Vatan Partisi olarak milli seferberliğin en önündeyiz" diyerek sıraya girdi.
Ardından Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, “Seferberlik ruhuna ihtiyacımız var. Kimse sizden sefere falan çıkmanızı istemiyor. Türkiye'nin ihracat seferberliğine ihtiyacı var” dedi.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) de seferberlik söylemine kendini kaptırdı.
Öztan: Tipik vakadır
Yrd. Doç. Dr. Güven Gürkan Öztan, bu söylemin ekonomiye bakıştan muhalefete kadar her alana sirayet etmesinin şöyle açıklıyor.
“Milliyetçiliğin yükseldiği dönemlerde, seferberlik çağrılarının bulaşıcı olması tipik bir vakadır. Böyle duygulara, hassasiyetlere seslenen söylem repertuvarı o kadar hegemoniktir ki dışında kalmak muhalefet için bile güçleşir. Dışına çıkamadığı sürece de kendi politik manevra alanını daraltır."
Son aylarda sıkça karşılaşılan “kınıyor musun, kınamıyor musun” baskısı da bu saikle açıklanabilir.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu 17 Aralık günü CHP Genel Merkezi'nde yapılan yedi saatlik basına kapalı toplantıda “başkanlık” modeline karşı “seferberlik” kararı çıktı.
"Hukuki alandan fazlasını kapsıyor"
Erdoğan’ın sonradan ilk konuşmasında yaptığı hatayı fark edip düzeltme yapmak zorunda kaldığını Öztan'a hatırlattığımızda ise “Milli seferberlik ilanının bu anlamda anayasal bir karşılığı yok tabii. Ama bu çağrı hukuki olarak düzenlenmiş seferberlik çağrısından daha fazlasını kapsıyor. Kamusal alanda özgürlüklerin ve hür siyasi tercihlerin en üst düzeyde kısıtlanması diyebiliriz buna.
“Orduyu seferberliğe çağırmak görev ve sorumlukları olan, yasayla çevresi belirlenmiş bir şey. Burada bu yok; muallak ve alabildiğine geniş.”
Türk Dil Kurumu, seferberlik sözcüğünü şöyle tanımlıyor:
1. isim Bir ülkenin silahlı kuvvetlerini savaşa hazır duruma getiren, ülkenin ekonomisini, yönetimini savaş gereklerine uyacak duruma sokan hazırlık ve önlemlerin tümü
2. Bu durumun ilan edildiği veya savaşın sürdüğü dönem
Milli seferberliğin tanımı ise söyle: “Silahlı Kuvvetler dışında kalan bütün kamu ve özel kuruluşlar ile yurttaşları kapsar”.
Bu durumda Erdoğan’ın ikinci konuşmasında “Eline silahı al çık” demiyorum açıklaması ikinci tanıma daha uygun.
Zaten milli seferberlik ilanı konuşmasında mesela muhtarlara şu görevi vermişti:
“Muhtarlarımıza da görev düşüyor. Hangi evde kim var kim yok bunu bilmelisiniz. Zaten bir muhtar bunu bilmiyorsa görevini tam olarak yapamıyordur. Bunlar güvenlik güçlerine bildirilmelidir.”
"Savaş hukukuna göre hareket"
Öztan, daha önceki yıllarda örneğin 12 Mart 1971'deki muhtıranın ardından sıkıyönetim komutanlarının ‘Sayın Muhbir Vatandaş’ çağrısını” anımsatan çağrılara işaret ederek “Bu yaklaşımın tarihinde böyle bir eğilim vardır; siyaset dost – düşman ayrımına indirgenir; 'iç ve dış düşmanlar' kategorisi olabildiğince geniş tutulur ve sadece kurumsal siyaset değil toplumsal ilişkiler de savaş-seferberlik referansına göre dizayn edilir. Durumdan vazife çıkartmak deyimi tam oturur bu yaklaşıma; böyle bir kültür var zaten. Bundan sonra harekete geçen kitleler, savaş hukukuna göre hareket ederler. (HK)