Mezopotamya Ovası’nın talihsiz halklarını, uğradıkları saldırıları, katliamları, tecavüzleri saymaya kalksak ne sayfalar yeter ne de kalbimiz dayanır. Şemsîleri hatırlayan var mıdır? Bugün Anadolu’nun birkaç mezarlığında, sanki Müslüman ya da Hıristiyanmış gibi yatan Şemsilerin mezar taşlarındaki belli belirsiz güneş motifini fark eden var mıdır, acaba? Fark ederlerse, Türkiye şehirlerinde de, kendilerini “Tanrı’nın Gazabı” görüp ellerini kollarını sallayarak dolaştıkları söylenen IŞİD katillerinin Caferî Camii’ni ateşe verdikleri gibi bu masum mezarları tahrip edeceğinden şüphesi olan var mı, acaba?
Osmanlı egemenliğinde, Şemsîlerin kitaplı dinlerden birine girmeleri yönündeki ilk baskıcı uygulamaların, Bağdat Seferi (1609) dönüşünde, IV. Murat’ın kararıyla başladığı rivayet edilir. Ama bundan bir yıl önce, Polonyalı Simeon Seyahatnamesinde Diyarbakır’daki Şemsîler hakkında bilgiler verir; Mardinkapı dışında bir tapınakları vardır, her Cumartesi akşamı burada toplanarak ibadet ederler. Simeon bunları aktarmakla kalmaz, “din dışı” kabul edilen gruplar hakkındaki iftiraların çarpıcı örnekleriyle doludur anlattıkları. Daha önceki tarihlerde görev yapan ve Simeon’un “övgüyle” bahsettiği “bir beylerbeyi” kitaplı dinlere girmeleri için büyük baskı yapmış, mallarına el koymakla, hepsini kılıçtan geçirmekle tehdit etmiş ve Şemsîler İran’a, Tokat ve Merzifon taraflarına sığınmıştır. Şemsîler, bölgenin güçsüz ve talihsiz halklarından biri olarak, “azala tükene” bittiler; birkaç mezar taşında belli belirsiz güneş motifleri kaldı sadece. Osmanlıyı ihya etme rüyasını görenler zulalarından kına torbalarıyla dolaşıyorlar, ister söylesinler, ister söylemesinler.
1884 tarihli 11. Diyarbakır Vilayeti Salnamesi’nde, “modernleşen” Osmanlı’nın bir bürokratı, Diyarbakır Vilayeti Evrak Müdürü ve dahi “entelektüeli”, Vilayet Gazetesi Muharriri Tevfik Efendi, Kürtleri ve Ezidîleri şöyle anlatıyor:
“Ekradın ekserisi ehl-i sünnet ve’l-cemaattandırlar yalnız birazı devlet-i Emevviye zamanından Şam taraflarına gitmiş ve oradan garip bir mezhep ahzıyla avdetlerinde mezheplerinden bir kısmı nükül ederek bir kısmı hâlâ anınla kalmıştır. Bunlara Yezidî denilir, mezheplerini Şeyh Adî’ye nispet ederler, Adî tarafından yedlerinde bir kitap dahi var imiş! Halbuki şeyh-i müşarünileyh o kitap mündeceratından ve Yezidîlerin ve kendi hakkındaki tefevvühatından biridir. Hülasa mezhepleri al-i abaya buğz ve adavet etmek ve şeytana perest etmektir. Neuzubillah. Bu kısımdan vilayetimizde meskun ahali pek cüzidir. Bunlardan Musul vilayetinde Sincar kazasında hayli ahali vardır.”
Kesin bir bilgi olmamakla birlikte, farklı kaynaklardaki verilere dayanarak, 19. Yüzyılın son çeyreğinde Diyarbakır vilayetinde 3 ila 4 bin hane Ezidî olduğu söylenebilir. En azından Timur istilasından itibaren Diyarbakır vilayetinde yaşayan Ezidîler’in Cebel Sincar (Sincar Dağı)’a sığındıkları ve bundan önce Kürt bölgelerindeki nüfuslarının daha yüksek olduğunu söylemek mümkündür. Ancak bugün IŞİD katillerinin saldırısı altındaki Cebel Sincar, tarih boyunca saldırılara maruz kalmış ve Ezidîler katliamlara uğratılmıştır. Moğol istilaları, Timur devleti, Akkoyunlu devleti, Arap akınları, Türkmen ve Kürt aşiretlerinin saldırıları… saymakla bitmez işte…
1830’lu yıllarda, Osmanlı paşası Hafız Mehmet Cebel Sincar’a saldırmış, otuz bin koyuna el konulmuş, yüzlerce kadın esir edilerek Mardin pazarında köle olarak satılmıştır. Aynı tarihlerde Cizre’ye saldıran Reşit Paşa’nın seferinde, Moltke’nin anlatımıyla, “şeytana tapanlar oldukları için, hemen hemen bütün erkekler öldürülmüş, kadın ve çocuklar esir olarak götürülmüş”tür. Bu katliamlar sırasında, Revanduz Mîri Muhammed de Ezidîlere saldıran mirler arasındadır.
1890’ların başında ise katliamlara müslümanlaştırma çabaları da eşlik etmeye başladı. 1891’de Ömer Vehbi Paşa Cebel Sincar’a sefer düzenlerken, bir yıl sonra, Ezidî liderlerine Müslümanlığa geçmelerini teklif ediyor, reddedenleri ise falakaya yatırıyordu. Ömer Vehbi Paşa’nın halefi Osman Paşa ise, Ezidî mabetlerini yıktı, Laliş’te bulunan kutsal emanetleri kaldırdı, Müslüman dervişlerin Laliş’te medrese-tekke kurmasını sağladı, Ezidî köylerinde camiler yaptırdı (tanıdık gelen bir uygulama, değil mi?)
Osmanlı devleti ancak 1913’de Ezidîliğin ayrı bir din olduğunu kabul etti ve Süleyman Nazif’in Musul valiliği sırasında kutsal emanetler iade edildi. Ezidîliğin ayrı bir din olduğu kabul edildi; ama Ezidîlerin acıları bitmedi.
20. yüzyılın başlarında yazdığı “Mardin Tarihi”nde Abdülgani Efendi Cebel Sincar’ı şöyle anlatıyor:
“… Bu Sincar geniş bir ovanın ortasında ve yarım saat yüksekliğinde olan dağın adıdır. Uzunluğu on iki saat kadar devam eder. Birisi kıble, diğeri şimal namıyla anılan iki tarafı vardır. Şimal tarafında dokuz, kıble tarafında sekiz, cem’an yirmi bir köyü hâvidir… Şimal tarafından akan su gayet saf ve leziz olup, vaktiyle su almak için kazılmış kuyulardan çıkmıştır. Dağın eteğinde, göçebe Yazidî, Samuka aşiretinin suları, dağın nihayetinde de ve şimal tarafında “diyar” namı verilen bir su akar ki, iki değirmen dönderir. Bundan üç saat ötede ve kıble tarafında yine Yezidîlerden Kabran aşiretinin oturdukları Sebkine namındaki yerde bir değirmeni idare eder su vardır.”
Suavi Aydın’ın yorumuyla, “bu anlatımda dikkati çeken en belirgin nokta, anlatımın merkezinde suyun bulunmasıdır. Bölge için suyun önemi düşünüldüğünde, bu dağın stratejik niteliğine bir de lojistik niteliği eklenir ki, bölge tarihinde Sincar bölgesinin sürekli kritik bir unsur oluşu bu özelliklerine bağlanabilir. Mezopotamya sınırında dağın önemi ortadadır. Orası kaçakların, sapkınların, yeniklerin merkezi güçlerden saklanıp emniyette kalabilecekleri doğal korunaklar sunar; yağış çeker, bereket verir; su tutar, yazları yaşayanları rahatlatır; bağrında otlakları saklar, göçebeleri kendine çeker.”
Bugün bir kere daha Cebel Sincar’ın insanları bir “devlet” kurma sevdasındaki katil sürüsünün tehdidi altındadır. Kürt siyasal hareketi, hiçbir şey için değilse bile, bugün Ezidîler için güvenli bir alanda yaşam hakkı sağlamaya çalışan tek siyasal hareket olduğu için desteklenmelidir.
Kısa Bir Okuma Listesi:
Andreasyan, Hrand D., Polonyalı Simeon’un Seyhatnamesi 1608-1609, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını, İstanbul, 1964.
Andrus, Alpheus N., Concerning the Yeziddes, the Missionary Herald Containing the Proceeding of the American Board of Commissioners for Foreign Missions with a View of Other Benevolent Operations fort he Year 1889, Press of Samuel Usher, Boston, 1889.
Celil, Celilê, XIX. Yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nda Kürtler, Çev: Mehmet Demir, Özge Yayınları, Ankara, 1992.
Guest, John S., The Yezidis: A Study in Survival, Routlage & Paul, London, 1987.
Süha Ünsal Bilkent Üniversitesi'nde yarım zamanlı "Türkiye Tarihi" dersi veriyor. İmzasını taşıyan üç kitabı var: “Mardin: Aşiret, Cemaat, Devlet” (Suavi Aydın, Oktay Özel, Kudret Emiroğlu ile birlikte), Tarih Vakfı, İstanbul, 2000; “İnşaatçıların Tarihi: Türkiye'de Müteahhitlik Hizmetlerinin Gelişimi ve Türkiye Müteahhitler Birliği” (Kudret Emiroğlu ile birlikte), Tarih Vakfı-TMB, Ankara, 2006; Milli Mücadele'den Cumhuriyet'e: İkazcı Mehmet Şükrü Bey, Dipnot Yayınları, Ankara, 2007. |