Yapay Zekânın Politik İnşası serimizin bu bölümünde, Jacobin’de yayımlanan Hagen Blix ve Ingeborg Glimmer’ın, Silikon Vadisi’nin hızla sağa kayışı ile teknoloji devlerinin üst düzey yöneticilerinin siyasi arenaya entegre olma stratejilerini ele aldığı yazıyı, Diyar Saraçoğlu’nun çevirisiyle sizlere sunuyoruz.
Yazıda, teknoloji işçilerinin kolektif gücü, ucuz işgücüne dayalı kapitalist stratejilere karşı bir mücadele unsuru olarak öne çıkıyor. Özellikle yapay zekânın, vasıflı işgücünü niteliksiz hâle getirerek ücret baskısını artırma hedefinin, sektördeki mevcut “sınıf uzlaşmasını” nasıl sarsabileceği tartışılıyor.

Yapay Zekânın Politik İnşası
Silikon Vadisi hızla ve açıkça sağa kayıyor. En iyi koltukların adeta müzayedeyle satıldığı bir başkanlık yemin töreninde, Apple, Amazon, Google ve Meta’nın teknoloji milyarderleri ve CEO’ları, Donald Trump’a yakın oturabilmek için yüksek ücretler ödedi. Bir zamanlar “daha yeşil bir kapitalizm” umudu taşıyanların gözdesi, dünyanın en zengin insanı Elon Musk ise faşist bir selam vermeyi bile başardı.
2016 seçimlerinden ne kadar da keskin bir değişim bu. O zamanlar Facebook’un (şimdi Meta) kurucusu Mark Zuckerberg, “demokratik süreçle derinden ilgilendiğini” ve “Facebook’un demokraside olumlu bir güç olmasını sağlamayı” istediğini açıkça belirtme gereği duyuyordu. Bugün ise Joe Rogan’ın podcast’ine çıkıp, “Toplumumuzun büyük bir kısmının, bilmiyorum, doğru kelimeyi bile bulamıyorum ama sanki kısırlaştırılmış ya da erkeksizleştirilmiş gibi olduğunu düşünüyorum” diye bir kaygı dile getiriyor. Devamında, şirketler dünyasının daha fazla “eril enerji”ye ihtiyaç duyduğunu söylüyor -bu enerji, belki de en iyi şekilde, Facebook’un yakın zamanda LGTBQ’leri insanlıktan çıkarıcı paylaşımlara açıkça izin veren kural değişikliklerinde kendini gösteriyor. Trump’ın 2017’deki yemin töreninin ardından, Amazon’un kurucusu Jeff Bezos’a ait olan Washington Post sloganını “Demokrasi Karanlıkta Ölür” olarak değiştirmişti. Bu seçim döneminde ise Bezos, gazetenin editoryal kurulunun Kamala Harris’e destek vermesini şahsen engelledi.
Uzun zamandır, Silikon Vadisi’nin faşizme yakın diyebileceğimiz bir kesimi vardı. Ancak çok yakın zamana kadar, Büyük Teknoloji şirketlerinin (Musk da dahil) çoğu, Demokrat Partinin neoliberal merkezci kanadıyla uyum içindeydi; bu bağ belki de Obama yıllarında en güçlü hâlini almıştı. Ama bugün Trump övünerek şunu söyleyebiliyor: “Evet, [Biden’ı] terk ettiler. Hepsi onunlaydı, tek tek hepsi, ve şimdi hepsi benimle.”
Büyük Teknoloji’nin aşırı sağa yakın durması için birçok sebep var: Çin merkezli TikTok gibi rekabet unsurlarından ya da Avrupa Birliği’yle ilgili düzenleyici konulardan kaynaklanan daha fazla korumacılık beklentisinden, antitröst düzenleme korkusuna veya Cumhuriyetçilerin çizgiden çıkan şirketlere karşı misilleme yapabilme ihtimaline kadar. Ancak Silikon Vadisi’ni sağa çeken bir başka önemli ve büyük ölçüde gözden kaçan faktör daha var: yapay zekâ.
Bu değişimi anlamak için sınıf çatışmasını ve yapay zekânın bu çatışmadaki rolünü kavramamız gerekiyor. Zenginlerin, risk sermayedarlarının, kendilerini “girişimci” ilan edenlerin ve yöneticilerin her zaman şövenist bir seçkinciliğe yatkın oldukları ileri sürülebilir. Silikon Vadisi’nin en tepesinde de bu durum farklı değildi -her zaman sağ kanat bir bataklık vardı. Becca Lewis’in 1990’larda sektörle ilgili yazdığı bir makalede belirttiği gibi, teknoloji dünyası o dönemde bile “Silikon Vadisi’nin pısırıklaştırılmasına” üzülen, “siyasi doğruculuğa” karşı savaşmak isteyen ve “tekno-faşizm” ile suçlanan insanlarla doluydu. Zuckerberg’in podcast konuşmalarında da aynı düşüncenin izleri duyuluyor.
Ne var ki patronların talihsizliğine rağmen, Büyük Teknoloji kâr elde etmek için bir işgücüne ihtiyaç duyuyor. Ve bu işgücü, iki temel nedenle bugüne dek sektörün en gerici eğilimlerine sık sık etkili bir karşı denge oluşturdu.
Birincisi, teknoloji işçileri genel olarak sol ve liberal siyasi pozisyonlara eğilim gösteriyor -tıpkı Birleşik Otomotiv İşçileri Sendikası (UAW) Başkanı Shawn Fain’in ifadesiyle, işçi sınıfının genel olarak “demokrasinin cephaneliği” ve tarihsel olarak da işçi sınıfı örgütlerinin demokratikleşmenin en büyük itici gücü olması gibi. Örneğin Alphabet/Google’da, işçiler cinsel tacizden Google’ın savunma sanayisiyle işbirliğine kadar pek çok konuda topluca seslerini yükseltti. Teknoloji işçileri, sektörün şu anda yaşadığı sağa kayışa hâlâ karşı çıkıyorlar.
İkincisi, teknoloji işçileri genellikle pazarlıkta avantajlı konumdaydı: İşleri yüksek beceri gerektiren, yüksek talep gören ve görece az bulunan işler. Bu nedenle şirketler işçileri etkilemek zorundaydı -ve işçiler sadece yüksek maaş ya da ofis imkânları değil, sıklıkla yaptıkları işin anlamlı olmasını ya da en azından işyerlerinin dünyada kötülük odağı olmamasını talep etti. Başka bir deyişle, bireysel ve kolektif pazarlık güçlerini kullanarak sektör kapitalistlerinin seçkinci ve antidemokratik eğilimlerine karşı çıktılar.
Beceriler dâhil herhangi bir meta, kıt ve bu nedenle pahalı olduğunda, ona bağımlı olan kapitalistler arzı artırmaya çalışır. Bu durumda nitelikli işgücünü genişletme isteği, Büyük Teknoloji’yi liberallerle huzursuz bir ittifaka itmişti. Örneğin Barack Obama döneminde Demokratlar, STEM[1] eğitiminin yaygınlaştırılmasını kuvvetle teşvik etti. Büyük Teknoloji Şirketleri ve hükümet, teknoloji sektörünün ihtiyaç duyduğu işgücü arzını artırmak için el ele verdi: Kodlama eğitim kamplarına fon sağlamaktan, düşük gelirli öğrenciler için özel burslar sunmaya, hatta Girls Who Code (çeşitli teknoloji şirketlerinin finanse ettiği ve Beyaz Saray Bilim & Teknoloji Girişimi kapsamında hayata geçirilen kâr amacı gütmeyen bir oluşum) gibi organizasyonlar kurmaya kadar... Teknolojinin bakış açısından, bu adımlar hem çeşitlilik ve eşitliği artırma amaçlı halkla ilişkiler stratejileri hem de emek arzını büyütme araçları olarak işlev görüyordu.
Bir süre boyunca, işçilerin eşitlik ve ilerici değişim taleplerinin, sermayenin yetenekli işgücü arzını artırma isteğiyle uzlaştırılabileceği düşünülüyordu. Obama yıllarında, Google’ın kurumsal sloganı hâlâ “Kötü Olma”ydı; bu da kâr güdüsüyle ilerici değerlerin bir arada var olabileceği inancını yansıtıyordu. Bugün bile bu uyumu mümkün kılan dinamiklerin kalıntılarını görebiliyoruz. Kitle hâlinde sınır dışı etme çağrılarını destekleyen Elon Musk gibi aşırı sağcı milyarderler bile, H-1B vizeleri konusunda Steve Bannon gibi aşırı sağcı müttefiklerine karşı “savaşa gideceklerini” söyleyerek tehdit ediyor.[2] Genellikle özel niteliklere sahip bireylere ayrılan bu vizeler, Silikon Vadisi’nin güvendiği nitelikli işgücü arzını artırıyor. Elon Musk’ın kendi sözleriyle: “Mükemmel mühendislik yeteneği konusunda kalıcı bir eksiklik var. Bu, Silikon Vadisi’nde temel sınırlayıcı faktör.” Ne yazık ki, H-1B vizelerine verilen destek, artık çatırdamakta olan ve Silikon Vadisi’nin en gerici eğilimlerini dizginleyen o eski, istikrarsız ve rahatsız edici sınıf uzlaşmasının son çığlığı olabilir.
Hepimiz, Silikon Vadisi’nin yapay zekâya büyük yatırım yaptığına dair pek çok söylem duyduk: Meta bu yıl 65 milyar dolar harcamayı planlıyor, Microsoft yapay zekâ için 80 milyar dolar ayırdı ve en son Trump, Stargate Girişimi kapsamındaki Büyük Teknoloji aktörlerinin önümüzdeki beş yıl içinde yapay zekâya yarım trilyon dolar harcayacaklarını duyurdu. Yapay zekâyı halka pazarlamak için kullanılan halkla ilişkiler söylemlerinden bağımsız olarak, şirketlerin esas yaptığı yatırım, (OpenAI CEO’su Sam Altman’ın deyimiyle) “hayal etmesi bile zor, inanılmaz derecede iyi” bir kıtlık-sonrası dünyaya değil; teknoloji işçilerinin pazarlık konumunu zayıflatmaya yönelik muazzam bir hamleye dayanıyor. Başka bir deyişle, yapay zekânın kendi işgücünü ve sayısız başka işçiyi büyük ölçüde “vasıfsızlaştıracağını” umuyorlar.
“Why We Fear AI” (Yapay Zekâdan Neden Korkarız) adlı kitabımızda, yapay zekâyı bir tür “Tekno-Taylorizm” olarak tanımlıyoruz. Sosyolog Harry Braverman, Taylorizmi kapitalist üretim tarzının açık sözlü ifadesi olarak tanımlar ve onun temel ilkesinin, olabildiğince fazla bilgiyi yönetimde merkezileştirmek olduğunu savunur. Amaç, emek süreçlerini kontrol etmek ve işi, pahalı eğitim gerektirmeyecek şekilde mümkün olduğunca çok parçaya bölmektir. Başka bir deyişle, yönetim, bilgiyi toplayarak vasıfsızlaştırmayla ilgilidir. Bugün yapay zekâ, bilgiyi ve becerileri doğrudan yapay zekâ modellerine entegre ederek, aynı hedeflere yönetimsel yollarla değil, teknolojik yollarla ulaşmayı amaçlayan bir girişimi temsil ediyor. Amaç büyük ölçüde aynı: vasıflı ve pahalı işgücünü niteliksiz işgücüyle değiştirmek; böylece, nitelikli programcıların sayısını azaltarak, mümkün olduğunca Microsoft’un Copilot’u gibi kod üreten dil modelleriyle onların yerini doldurmak.
Elbette bu yapay zekâ modellerinin ve iddia edilen becerilerinin etrafında büyük bir “pazarlama abartısı” var ve geleceğe dair en ateşli yapay zekâ savunucularının anlattıklarına doğrudan inanmamak gerek. Ancak bu modeller sonsuza dek vasat insan alternatifleri olarak kalacak olsalar bile, ücretleri düşürmede kendi değerlerini kanıtlayabilirler. Neticede daha önce de kalitesiz ve ucuz malların, orta seviye kalitedeki piyasayı nasıl ortadan kaldırdığını gördük. IKEA mobilyalarından kıyafetlere kadar, eskisi kadar dayanıklı olmayan ürünlere alıştık; ama geçmişteki “normal kalite”nin yerine geçerek rekabeti alt edebilecek kadar ucuzlar. Aynısının yazılım kodları için de pekâlâ gerçekleşmesi mümkün.
Elbette Büyük Teknoloji, yapay zekâ yoluyla ücretleri bastırma bahsini oynamaya kararlı görünüyor. Silikon Vadisi girişim kapitalisti, milyarder ve faşist alıntılar içeren “Tekno-Optimist Manifesto”nun yazarı Marc Andreessen, insan ücretlerinin yapay zekâ nedeniyle “çakılacağı” konusunda şimdiden kamuoyuna açık şekilde spekülasyon yapıyor. Mark Zuckerberg ise 2025’in, yapay zekânın kod yazma yeteneklerinin “etkili bir şekilde orta seviye mühendis” gibi işlev göreceği seviyeye ulaşacağı -yani bugünün mühendislerinin ve teknoloji işçilerinin maaşlarını düşürecek bir araç olacağı- yıl olmasını bekliyor. “İnsan mühendisleri yerine yapay zekâ mühendisleri”nden bahsettiği bu röportaj, belki de tesadüf eseri olmamak üzere, “erkeksizleştirilme” ile ilgili endişelerini dile getirdiği aynı Joe Rogan röportajıdır. Aslında ne demek istediği şimdi netleşiyor: Onun asıl öfkelendiği, işçilerinin gücü; yapay zekâ ile baltalamaya çalıştığı şey de bu. Vasıflı işçiler işe alındığında, Silikon Vadisi’nin en seçkinci ve gerici hırslarından taviz vermek zorunda kalınıyordu. Herkes için onur talep etme gücü, egemen sınıf tarafından “erkeksizleştirilme” olarak deneyimleniyor. Ve yapay zekânın vasıfsızlaştırma gücüne bel bağlayarak, onların barış değil bir pranga olarak gördüğü sınıf uzlaşmasından kurtulmaya hazırlar.
Bütün bunlar zenginlerin kaçınılmaz olarak kazanacağı veya oynadıkları oyunun mutlaka tutacağı anlamına gelmiyor. Ancak onları durdurmak istiyorsak, ne yaptıklarını net bir şekilde görmeliyiz. Teknoloji işçileri kolektif hareket ederse, girişim kapitalistlerinden çok daha fazla güce sahip olabilirler -hangi teknolojilerin geliştirileceğine ve bunların nasıl kullanılacağına onlar yön verebilirler. Ama bunun artık sınıf uzlaşmasının hüküm sürdüğü bir dünyada mümkün olmadığını kabul etmek zorundalar; teknoloji kapitalistlerinin meydan okuduğu gerçeğiyle yüzleşmeliler.
Yapay zekâ destekli, tamamen otomatikleşmiş sefalet kapitalizminden, Mars’a kaçma ya da iklim krizini sığınaklarda atlatma fantezilerine kadar uzanan bu hayallerle, egemen sınıf artık “damlama ekonomisi” ve “yükselen dalgalar tüm tekneleri kaldırır” masallarından vazgeçiyor. Bunun yerine, siyasetleri giderek insanları gereksiz ve hatta yok edilebilir hâle getirme arzusuyla şekilleniyor. Milyarder yatırımcı Warren Buffett’ın ünlü bir sözü vardır: “Evet, bir sınıf savaşı var, ama savaş açan benim sınıfım, ve biz kazanıyoruz.” Büyük Teknoloji ve egemen sınıf hızla sağa kayarken bu söz daha da tehditkâr bir hâl alıyor. Yine de onların hayallerinin bu kadar kıt ve sıkıntılı olması, aslında geleceğe dair bir planlarının olmadığını gösteriyor. Bizden bağımsız hâle gelme konusundaki endişeli arzuları, dünyaya sunabilecekleri en ufak bir şeyleri bile olmadığının kanıtıdır. Onlar bizi gereksiz kılma hayalleri kurarken, biz onlardan korkmamalı aksine cesaretlenmeliyiz. Onlar sınıf düzeyinde strateji geliştiriyorsa, biz de aynısını yapmalıyız. Bize artık ihtiyaçları olmadığını düşünüyorlarsa, biz de onların sınıfına ihtiyacımız var mı diye ciddi ciddi sormalıyız.
Sınıf savaşı mı yoksa sınıf uzlaşması mı yapacağımızı seçemediğimiz bir noktadaysak, elimizde tek bir seçim kalıyor: Geri mi çekileceğiz, yoksa mücadele mi edeceğiz? Onların ortaya attığı meydan okumayı kabul etmeliyiz -kazanacak bir dünyamız var.
Dipnotlar:
[1] STEM (Science, Technology, Engineering, and Mathematics) eğitimi, bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik disiplinlerini bütünleşik bir yaklaşımla ele alarak, öğrencileri piyasa taleplerine uygun teknik becerilerle donatmayı hedefleyen bir eğitim modelidir.
[2] ABD’nin H-1B vizesi, yüksek nitelikli yabancı işgücünü çekme bahanesiyle sunulsa da, esasen şirketlerin ucuz işgücüne erişimini mümkün kılan geçici bir göçmenlik aracıdır.
(DS/VC)