FORENSIC ARCHITECTURE
Júlia Nueno: Devletin ‘hakikat’ inşasını sorguluyoruz

Filistin İçin Teknoloji serimizin bu bölümünde, mimarlık, görselleştirme ve veri analizi yoluyla devlet ve kurumsal şiddeti deşifre eden araştırma kolektifi Forensic Architecture’dan Júlia Nueno ile konuştuk. Dünyanın pek çok yerinde toplumsal adalet arayışında olanların yakından tanıdığı Forensic Architecture, Türkiye’de Tahir Elçi’nin katledilmesiyle ilgili ayrıntılı ve önemli çalışmasıyla biliniyor; ayrıca Yunanistan-Türkiye sınırı ve Filistin üzerine gerçekleştirdiği araştırmalar da pek çok kişi ve oluşum tarafından yakından takip ediliyor.
Júlia, gözetim ve bilgi sistemlerinin şiddetle nasıl iç içe geçtiğini inceleyen bir bilişim tasarımcısı ve araştırmacı. Aynı zamanda Westminster Üniversitesi’nde doktora çalışmalarını sürdüren Júlia, akademik, sanatsal ve eylemci yönlerini bir araya getirdiği pratiğinde, dijital sistemlerin hem baskı hem de direniş aracı olabileceğini vurguluyor.
Özellikle İsrail ordusunun Filistinlilere yönelik veri toplama ve yönetme yöntemlerini mercek altına alan Júlia, askeri taktiklerin bilgi yönetimi stratejilerine nasıl dönüştüğünü ve yapay zekâ sistemlerinin bu süreçteki rolünü sorguluyor. Forensic Architecture ise bu sorgulayıcı yaklaşımı hem kuramsal hem de pratik açıdan destekleyerek, Júlia’nın çalışmalarına sağlam bir zemin sunuyor.

Filistin İçin Teknoloji
“Deneysel yöntemler kullanıyoruz”
Forensic Architecture olarak, devlet şiddetinin üzerini örten, mekânı suçun failinden arındıran egemen anlatılara karşı mimarlık bilgisini adli araştırma teknikleriyle birleştirerek hakikati açığa çıkarıyorsunuz. Bu siyasi ve disiplinlerarası yöntemi neden ve nasıl geliştirdiniz?
Belirttiğiniz üzere, Forensic Architecture; mimari tasarım, mekânsal analiz ve teknolojiyi birleştirerek iktidarın cezasızlıkla hareket ettiği yerlerde neler yaşandığını yeniden kurgulayan disiplinlerarası bir metodoloji. Uydu görüntüleri, 3D modeller, tanıklıklar, sosyal medya içerikleri ve deneysel yöntemler kullanıyoruz. Mimar, gazeteci, mühendis ve avukatlardan oluşan ekibimizle şiddetin kentleri ve insanların hayatlarını nasıl etkilediğini inceliyoruz. Bu, yalnızca binaları analiz etmekle yetinmeyen; toprağı bir tanığa dönüştürüp mekâna kazınmış iktidar ilişkilerinin izini süren bir mimarlık anlayışı demek.
Araştırma bulgularımız kimi zaman uluslararası hukuk ve adalet süreçlerinde delil olarak sunuluyor. Ancak hedefimiz hukuki çerçevelerin ötesine uzanıyor: Devletin ‘hakikat’i nasıl inşa ettiğini sorguluyor, adaleti kamusal alanı siyasi eylem sahası olarak koruyan bir yaklaşımla savunuyoruz. Medyanın küresel ölçekte yaygınlaştığı bir dünyada, parçalanmış olguları yeniden kurmak ve iktidarın gizlediğini görünür kılmak için dijital içeriklerden yararlanmayı öneriyoruz.
“Savunduğumuz tezlere karşı açık bir direnç var”
Çalışmalarınızın doğrudan etkide bulunduğu somut davalar, yargı süreçleri ya da kamuoyuna yansıyan tepkiler oldu mu? Adalet arayışına gerçekten katkı sağladığınızı ya da siyasi baskı ve cezasızlık mekanizmalarını sarstığınızı düşündüğünüz örneklerden birkaçını paylaşabilir misiniz?
Çalışmalarımız, Birleşik Krallık’ta polis şiddeti davalarında ve göçmen kurtarma gönüllülerinin kriminalize edilmesine karşı açılan davalarda delil olarak sunuldu. Örneğin, geçmiş araştırmalarımızdan biri Yunanistan’da anti‑faşist eylemci Pavlos Fyssas’ın öldürülmesine dair yürütüldü. Pavlos’un ailesi, 2013’te neo‑Nazi Altın Şafak üyeleri tarafından işlenen cinayetin polis tarafından kötü yönetildiğinden endişe ederek Forensic Architecture’a başvurdu; önemli kanıt ve kayıtların gerektiği gibi incelenmediğini düşünüyorlardı.
Araştırma iki temel bulguyu ortaya çıkardı: Birincisi, saldırganların parti merkezlerinden birlikte ve organize biçimde geldiği anlaşıldı; böylece olayın “futbol tartışması” sonucu patlak veren rastlantısal bir kavga olduğu iddiası çürütüldü. İkincisi, polisin raporlarında yalan söylediğini ortaya çıkardı; müdahale etmek için çok geç kaldıklarını ima etmek amacıyla zaman çizelgesinden beş dakikayı çıkarmışlardı. Güvenlik kameraları ise durumun farklı olduğunu gösterdi ve bu deliller mahkemenin Altın Şafak’ı bir suç örgütü olarak mahkûm etmesine yardımcı oldu.
Şu anda ise Güney Afrika’nın, İsrail’e karşı Uluslararası Adalet Divanı’nda açtığı soykırım davasına teknik destek veriyoruz.

Güney Afrika: Birilerine apartheid yapılırken oturup izlemeyeceğiz
Şiddetin mimarisini açığa çıkarmak, aynı zamanda failin ismini koymak anlamına geliyor. Bu durum devletlerin size karşı pozisyon almasına neden oluyor mu? Çalışmalarınızın engellenmesi, itibarsızlaştırılması ya da kriminalize edilmesi gibi baskı biçimleriyle karşılaşıyor musunuz?
Doğrudan bir “kriminalize edilme” durumundan her zaman söz edemeyiz belki, fakat savunduğumuz tezlere karşı açık bir direnç olduğu kesin.
Elbette, devletler şiddetlerini açığa çıkaran bir yapı karşısında rahatsızlık hisseder. Ancak bizim çalışmamız, yalnızca şiddetin belirli anlarını ve vakalarını tespit etmekle kalmıyor; şiddet sistemlerinin nasıl işlediğini ve bu olayların mevcut baskı mekanizmaları içindeki yerini de ortaya koymayı hedefliyor.
Pek çok devlet ve onlarla bağlantılı şirket, uydu görüntüleri, 3D modelleme ya da drone ile görüntüleme gibi teknolojileri gözetim, kontrol ve yıkım amacıyla kullanırken siz aynı araçları devlet şiddetini ifşa etmek için yeniden işlevlendiriyorsunuz. Teknolojiyi adalet adına böylesi bir dönüşüme uğratmanın ardındaki siyasi duruşu nasıl tanımlarsınız?
Bizim işimizin tam merkezinde -daha önce de söylediğim gibi- adli inceleme süreçlerini tersine çevirmek ve devletin delil üretimi ile adalet tanımı üzerindeki tekelini sorgulamak var.
Amacımız, yalnızca bizim gibi uzman araştırmacıların değil; adalet arayışını kendi şartlarında yürüten taban hareketleri ve eylemcilerin de erişip kullanabileceği açık kaynak araçlar geliştirmek. Böylece araştırma yöntemlerimizi, toplulukların kendi mücadelelerine doğrudan dâhil edebiliyoruz.
Devletin adaleti tanımlarken izlediği belirli bir çerçeve olduğunu kabul ediyorsak da, gerçek adaleti en iyi şiddet mağduru toplumlar ve bireyler tanımlayabilir. Şiddet deneyimi, tazminat ve onarım yollarını arama ihtiyacını beraberinde getirir; bizim hedefimiz de bize ulaşan bu taban hareketlerini destekleyerek, onların kendi bakış açılarından anlamlı adalet taleplerini yükseltmelerine imkân tanımaktır.

Forensic Architecture’dan Elçi iddianamesine tepki
“Teknoloji asla tarafsız değildir”
Bugün, yapay zekâ ve dijital araçlar çoğu zaman sömürgeci, ataerkil ve ırkçı mantıklarla geliştirilip hayata geçiriliyor. Siz özellikle Filistin ya da Yunanistan gibi yerlerde yürüttüğünüz araştırmalarda bu konuda neler gözlemlediniz? Bu sistemleri mercek altına aldığınızda hangi yapılar veya adaletsizlikler ortaya çıkıyor?
Yapay zekâ sistemlerinin kullanımına ilişkin analiz, araştırmalarımızın Gazze’ye odaklanan görece yeni bir ayağı. Yunanistan’da henüz yapay zekâ üzerine özel bir çalışma yürütmedik. Ben yapay zekâyı; şiddeti örgütlemenin özgün bir yöntemi, uzun süredir var olan ölümcül süreçlerin teknolojik bir uzantısı olarak görüyorum.
Bu yüzden Gazze’de uygulanan yapay zekâ, “Hedef Fabrikası” makalesinde ayrıntılandırdığım gibi uluslararası hukukun şiddete iktisadi bir perspektiften yaklaşan çerçevesine dayanıyor: “oranlılık” ilkesi şiddete meşru bir rasyonalite sağlıyor. Eskiden ölümcül kararlar hukuki süreçlerin ürünüydü; artık bu kararları teknolojik sistemler verebiliyor.
Beni ayrıca hukuk ile teknoloji arasındaki dönüşüm süreçleri de ilgilendiriyor. Teknolojiyi veya hukuku sıklıkla tarafsız varsayarız; oysa uluslararası hukuk, bizzat sömürge ilişkileri üzerinde inşa edilmiş ve o dönemin sömürge düzenini yöneten devletlerin çıkarlarını koruyacak biçimde tasarlanmıştır.
Aynı şekilde, teknoloji de asla tarafsız değildir. Sadece cinsiyet temelli değil; sizin de işaret ettiğiniz gibi, ırksal ve sınıfsal baskı mekanizmaları tarafından şekillenir. Genellikle teknolojinin kullanımı, bu iktidar ilişkilerini “tarafsızlık” veya “kesinlik” kılıfıyla gizler. Bizim yöntemimiz ise tam da bu mantıkları açığa çıkarmaktır.

"Tarım alanları yok edilen Filistinliler, bahçelerinde üretim yapıyor"
“Filistin’e bağlılığımız çok eskilere dayanıyor”
İsrail’in yıkıcı şiddetinin süreklilik kazandığı Filistin’de, mimarlığın, coğrafyanın ve yerel hafızanın tanıklığını nasıl kayda geçiriyorsunuz? Filistinli kurumlarla ve direnişle kurduğunuz ilişkiler üzerinden araştırma pratiğinizi nasıl şekillendiriyorsunuz?
Filistin ile ilgili çalışmalarımızda, kendi adli birimini de barındıran kardeş kuruluşumuz Al‑Haq ile yakın işbirliği içindeyiz. Onlarla ve bölgede araştırma yürüten diğer örgütlerle sürekli iletişim kurarak, güncel sürece odaklanan projelerimizi yürütüyoruz; ancak Filistin’e olan bağlılığımız çok daha eskilere dayanıyor.
Aslında Forensic Architecture’ın ilk projesi de Filistin’e yönelikti. Bugün yaşanan soykırımın, Britanya Mandası’yla başlayıp İsrail’in yerleşimci sömürgeciliğiyle devam eden uzun bir işgal tarihinin parçası olduğunu biliyoruz. Çalışmalarımız, işgali ayakta tutan ve Filistinlilerin yerinden edilmesini sağlayan mekanizmaları açığa çıkarıyor.
En son yayımladığımız ve çevrimiçi erişime açık “Soykırımın Haritalaması” adlı ayrıntılı incelemede, Gazze’de yaşamı sürdürmek için gerekli koşulların sistematik biçimde imha edildiğini ele alıyoruz. Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ne göre, bir halkın hayatta kalmasını mümkün kılan koşulların kasıtlı olarak ortadan kaldırılması da soykırım kapsamına girer.
Gözlemlerimiz, sağlık altyapısından sivil tesislere, tarımsal üretimden insani yardıma kadar tüm temel unsurların hedefli şekilde yok edildiğini; nüfusun zorla yerinden edilip uzun vadeli işgal altyapısının kurulduğunu gösteriyor. Hayatın temellerini sökmeye yönelik bu koordineli sistem, açıkça soykırımsal bir düzenektir.

Forensic Architecture: Şirin Ebu Akile İsrail askerlerince kasten öldürüldü
“Siyasi hakikatler sahte haberler üzerine inşa ediliyor”
Bilginin tarafsızlığına dair liberal iddiaların, baskıcı rejimlerin suçlarını meşrulaştırmak için nasıl kullanıldığını düşünüyorsunuz? Sizce hakikatin yanında yer almak bir öznellik mi, yoksa siyasi sorumluluk mu? Bu sorumlulukla çalışırken kendi pozisyonunuzu nasıl inşa ediyorsunuz?
Hannah Arendt’in çalışmaları, farklı hakikat türlerini anlamada -ya da en azından ayırt etmede- bize önemli bir çerçeve sunuyor. Dediğiniz gibi, adalete yönelen bir “siyasi hakikat” ve olguları tespit etmeye odaklanan bir “olgusal hakikat” var.
Olgusal hakikat, siyasi hakikat için sağlam bir dayanak oluşturur. Ne yazık ki bugün siyasi hakikatler giderek sahte haberler ve uydurma olgular üzerine inşa ediliyor. Bizim taahhüdümüz ise adalete hizmet edecek olguları ortaya koymak.
Bu nedenle çalışmalarımız, bu olguları oluşturmak ve gerici devlet güçlerinin bunları nasıl çarpıttığını açığa çıkarmak üzerine odaklanıyor. Bu yaklaşım, Filistin üzerine yürüttüğümüz projelerde özellikle öne çıktı; Gazze’de yaşananlara dair bilgileri ve kamusal anlatıları İsrail güçlerinin nasıl manipüle ettiğini belgeledik. Çalışmalarımızın büyük bir kısmı sahte haberleri ve yanlış beyanları çürütmeye yönelik. Bu, güvenilir olgular oluşturmanın ilk adımıdır. İkinci adım ise bu temeli derinleştirerek adalete yönelen siyasi hakikatin ortaya çıkışını destekleyen örüntü analizidir.

"Tarım alanları yok edilen Filistinliler, bahçelerinde üretim yapıyor"
Karşı‑hafıza inşa etmek
Devlet şiddetinin görünmezleştirildiği, unutturulmaya çalışıldığı yerlerde, adli mimarlık bir karşı-hafıza yaratma aracı olabilir mi? Resmi anlatılara alternatif oluşturabilecek mimari tanıklıkların kamusal hafıza ile kurduğu ilişkiyi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Çok yerinde bir nokta bu. Örneğin, şu sıralar üzerinde çalıştığımız dosyalardan biri 20. yüzyılın başında gerçekleşen Namibya Soykırımı’na odaklanıyor. Almanya, bu soykırımın faili olarak sorumluluğunu kabul etmiş olsa da, kurbanların torunlarına yönelik anlamlı bir tanıma ya da tazminat henüz söz konusu değil; üstelik onlar hâlâ bu soykırımın sonuçlarını yaşamaya devam ediyor. Katliam, toprak mülkiyetinin yerleşimci Almanlar ile onların torunlarının elinde yoğunlaşmasına yol açtı. Bugün Namibya’daki tarım arazilerinin yaklaşık %70’i, nüfusun yalnızca %0,5’ini oluşturan beyazların kontrolünde.
Oradaki çalışmamız bir tür karşı‑hafıza görevi üstleniyor: Resmî olarak tanınan dönemle (1904‑1908) sınırlı kalmayıp, soykırımdan önceki ve sonraki süreçleri de izleyerek katliamın sonuçlarını ortaya koyuyoruz. Erken dönem toprak gaspı ve zorla yerinden edilme süreçlerine, ayrıca şiddet sonrasında bile eşitsizliği perçinleyen hukuk ve mülkiyet rejimlerine bakıyoruz.
Bu tarihsel ve güncel mekanizmaları ortaya çıkararak, sömürgeleştirilmiş yerli halkların torunlarının iade‑i hak ve tazminat taleplerini desteklemeyi amaçlıyoruz. Böylece resmî anlatılara meydan okuyan ve adaleti güçlendiren bir karşı‑hafıza inşa etmeye katkı sağlamayı hedefliyoruz.
Forensic Architecture’ın öne çıkan bazı araştırmaları:
- Evros / Meriç Nehri: Yüzyıllık Sınır Tasarımı (The Evros / Meriç River: A Century Of Border Design)
- Soykırımın Haritalandırılması: Ekim 2023’ten Bu Yana Gazze’de İsrail’in Tutumu (A Cartography Of Genocide: Israel's Conduct in Gaza Since October 2023)
- Ege Denizi'nde Geri Sürüklemeler (Drift-backs in the Aegean Sea)
- Moria Mülteci Kampı'nda Yangın (Fire in Moria Refugee Camp)
- Tahir Elçi’nin Öldürülmesi (The Killing of Tahir Elçi)
(DS/VC)
Devrimin izinde, çelişkilerin gölgesinde bir başkent: Lizbon

Mısır’da 2011 ayaklanmaları: Tahrir Meydanı’ndan yükselen değişim

Wall Street’ten yükselen itiraz: %99’un mücadelesi ve işgal siyaseti

Yunanistan’da kemer sıkma karşıtı hareket (2010-2012) ve etkileri

Krizin meydanlara taştığı an: İspanya’da 'Öfkeliler' hareketi ve siyasi mirası
