Nicolas Sarkozy'nin Yerevan'daki Soykırım Anıtı'na bir demet çiçek koyduktan sonra yaptığı açıklamalar, Türkiye'de büyük bir öfkeyle karşılandı. Gerek siyasi arenada, gerek medyada, Sarkozy ve Fransa'ya yönelik hakaretler havada uçuştu. Aradan günler geçmesine rağmen bu öfke dinecek gibi görünmüyor.
Fransa Cumhurbaşkanı, Yerevan'daki konuşmasında, Türkiye'nin, tıpkı Almanya ve başka büyük devletler gibi, geçmişiyle yüzleşmesi, Ermeni Soykırımı'nı tanıması gerektiğini söyledikten sonra, aba altından sopa gösteren bir üslupla, bu yapılmazsa, 1915'e ilişkin tasarıyı kendi görev süresi bitmeden Senato'dan geçireceğini söyledi.
Bu sözlerin ardında seçimle ilgili bir siyasi hesap olduğu çokça söylendi. Elbette ki var... Cumhurbaşkanı seçilmeden önce soykırımı tanıyacağını net bir şekilde açıklayan, ancak göreve gelir gelmez, tasarının Senato'da görüşülmemesi için elinden geleni ardına koymayan Sarkozy, o gün de siyasi bir hesap yapıyor ve Türkiye'yi kaybetmemek adına, daha önce Ermenilere verdiği sözleri unutuyordu. Bugün de başka bir hesabı var kuşkusuz.
Ama bu sözleri salt bir seçim yatırımı olarak algılamak doğru değil. Zira artık Fransa'da Türklerin sayısı da Ermenilerden az sayılmaz. Ayrıca, sadece Sarkozy değil, onun baş rakibi olacak Sosyalistler de, onların bir numaralı adayı François Hollande da, Türkiye'nin 1915'te yaşananları soykırım olarak tanıması çağrısında bulunuyor. Yani aslında pratikte kimse, sırf Sarkozy bu sözleri söyledi diye ona oy verecek değil.
Meselenin, Türkiye'de daha iyi anlaşılması gereken yönü, tam da Sarkozy ile Hollande arasındaki kanaat ortaklığında yatıyor. Dünya üzerinde, Batı'da ve Doğu'da, hemen hemen bütün ülkelerde, politikacılar ve sıradan insanlar 1915'te neler yaşandığını biliyor, bunun bir soykırım olduğu kanaatini taşıyor. Propaganda ile oluşturulmuş bir kanaat değil bu; daha ziyade, yaşanmışlıklardan süzülmüş bir bilgi.
1915'teki katliam haberleri, ardından da aç, çıplak, toprağından sürülmüş Ermeni göçmen figürü, pek çok halkın ortak belleğinde hiç silinmemecesine yer etti. Bu ortak bellek bugün dönüp dolaşıp Türkiye'ye karşı bir koz olarak kullanılıyorsa, bu, salt siyasi hesapların veya Ermenilerin propaganda faaliyetlerinin değil, Türkiye'nin sistemli ve inatçı inkârının ürünü. Türkiye samimi bir şekilde geçmişi sorgulamaya ve kendi tarihin de yaşanan acıyı anlamaya çalışsa, işte o zaman kendisine karşı kullanılan bu silahtan gerçekten korunmuş olacak.
Yaramaz çocuk tavrı
Ve eğer siyasi hesaplardan, oy kaygısından, tribüne oynamaktan söz açacaksak, bunlardan asıl yararlananın Ermeniler, Ermeni diasporası veya Ermenistan değil, Türkiye olduğunu da görebilmek gerek.
Çünkü dünyada 1915 konusundaki toplumsal ve tarihsel kabullere rağmen herhangi bir siyasi yaptırımla karşılaşmayan, büyük devletler tarafından son kertede her zaman korunan, parlamentolarda oylamaları kazanan, Türkiye.
Batılılar bunu Türklerin karakaşı kara gözü için veya Türk resmi tezine inandıkları için değil, Türkiye'yi, büyük ticari önemi, devasa nüfusu, stratejik konumu nedeniyle kaybedilmemesi gereken bir müttefik olarak gördükleri için yapıyor.
Sarkozy'yi "Sen kim oluyorsun!", "Asıl soykırımcı sensin!" gibi yüksek fikir ürünü vecizelerle azarlayan Başbakan (Recep Tayyip Erdoğan) ve diğer siyasi erbabın, bunun yanında kalem erbabının, öncelikle Fransa'daki, Cezayir'de uygulanan korkunç politikalar konusundaki yayınlara, ders kitaplarına, çekilen filmlere bakması, ondan sonra söz söylemesi yerinde olur.
Ayrıca, Türkiye bizzat kendisi dünyanın çeşitli yerlerindeki olaylara müdahil olmaya çaba gösterir, proaktif bir şekilde başka ülkelerde yaşanan sorunlara çözüm önerir ve küresel bir aktör olmaya çalışırken, başka ülkelerin bu topraklarda yaşanan olaylar karşısında suspus oturmasını istemesi, olsa olsa bir yaramaz çocuk tavrıdır. Yaramaz çocuklar sevimlidir. Devletlerin kendileriyle ilgili meselelerde sürekli yaramaz çocuk tavrı sergilemeleri ise, en hafif tabirle kibirdir. Kibrin ardında da, kompleksler, suçluluk duygusu ve gerçeklerden kaçma arzusu yatar.
Madalyonun diğer tarafı
Buraya kadarı, işin Türkiye'yle ilgili kısmıydı. Meselenin bir de Ermeni yüzü var şüphesiz. Şahsen, X ülkesinde yaşayan bir Ermeni'nin, devletinin Ermeni Soykırımı'nı tanımasını istemesinin ve bunun için çalışmasının demokratik bir hak olduğuna inansam da, buna bel bağlayarak sorunların çözüleceğini sanmanın da çaresiz ve hazin bir hal olduğunu düşünüyorum.
Çünkü dünya üzerindeki bütün parlamentolar kabul etse dahi, Türkiye toplumu 1915'te olanları idrak etmedikçe, Türkler bunun için üzüntü duymadıkça Ermenilerin huzur bulmayacağını biliyorum.
Ermeniler, tarihleri boyunca her zorda kaldıklarında, Batı'nın dindaşlık dayanışmasıyla kendilerini kurtarmasını beklediler. Bu beklenti acı hayal kırıklıkları ve büyük travmalarla sonuçlandı her seferinde.
Bugün aynı hayal kırıklıkları, parlamentoya gelmesi için onca çaba, emek ve zaman harcanan tasarılar reddedildiğinde bir kez daha yaşanıyor.
Özellikle 11 Eylül sonrası Batı'da oluşan Müslüman karşıtlığından beslenen siyasi akımlarla flört ederek Türkiye'nin AB'ye girmemesi veya çeşitli düzlemlerde kınanması için çaba göstermek de, yeni hayal kırıklıklarına kapı aralamaktan başka işe yaramıyor. Çünkü Türkiye büyük, çünkü Türkiye önemli bir pazar, Batı için gözden çıkarılamayacak bir stratejik ortak... Ve bu çekişmede her zaman Türkiye ağır basacak gibi görünüyor.
Ünlü şarkıcı ve aynı zamanda Ermenistan'ın İsviçre Büyükelçisi Charles Aznavour'un son zamanlarda sarf ettiği sözleri bu gerçeğin ışığında tartmak önemli. Aznavour, "Nouvelles d'Armenie" dergisinden Ara Toranian'a verdiği söyleşide, bugüne dek tutulan yol hakkında sürekli olarak "Neye yaradı ki...?" diye sorarken pek de haksız değil.
Gün geçtikçe yok olan Ermeniceyi, Ermeni kültürünü, Ermenistan'ı yaşatmak için çaba göstermek, soykırımı, eninde sonunda reel politik kaygılarla hareket edecek bir üçüncü ülkeye kabul ettirmekten çok daha önemli.
1915'e ilişkin asıl sonuç da, Türkiye'yi cezalandırma mantığıyla hareket ederek değil; Türkiye toplumunu muhatap kabul ederek, onunla konuşarak, bu topraklarda bu konudaki idraki artırarak mümkün olabilir. Bu çabanın, her iki taraf için de sağaltıcı etkisi olacağına şüphem yok. (RK/IC)
*Bu yazı, 14 Ekim'de Agos'ta yayımlanmıştır.