Yazıyı Tigran Hamasyan - Pagan Lullaby isimli ezgiyi dinleyerek okumanızı öneriyoruz.
Bizim evde dil Türkçeydi. Babam Sivas doğumluydu ve Ermenice bilmiyordu. Annem İstanbul doğumlu ve Ermenice biliyor. Herhalde babamın dili bilmemesi ve Türkiye’de özellikle Anadolu’dan göç eden Ermeni ailelerde genellikle Türkçe baskın dil olduğu için, evde çift dilli bir bilinç geliştirilmedi.
O zaman pedagojik olarak da çocukların aynı anda birden fazla dil öğrenmesinin doğru olmadığı düşünülüyordu. Bugün artık çocukların küçük yaşta birden fazla dili öğrenebileceği bilimsel olarak kabul ediliyor. Ancak bizim evde, o dönemdeki yaygın inanış nedeniyle, doğal bir şekilde Türkçe konuşuluyordu.
Ben anaokuluna gitmedim, 7 yaşımda birinci sınıfa başladım. Türkçe konuşabiliyordum ama alfabeyi bilmiyordum, onu da gösteren olmamıştı evde.
Dolayısıyla aynı anda hem Türkçe hem de Ermenice alfabeyle tanıştım ve bu durum benim için oldukça zorlayıcı oldu. Çok bocaladım.
Harfler birbirine giriyordu, Türkçe ödevlerime Ermenice harfler katıyordum, Ermenice yazarken ise Türkçe harfler araya sızıyordu.
Çocuk yaşımda iki dille birden karşılaşmak, anadilimin Ermenice olmaması, bende bir zorluk olarak tezahür etti. Öğrenmeye dair bu zorluğun, öğrenmeden soğutan bir etkisi de olduğunu hatırlıyorum. Ders çalışmak istemiyordum, okuldan dönünce çantamı eve atıp sokağa koşuyordum.
İstanbul’da, Kurtuluş’ta büyüdüm. Epey Ermeni arkadaşım, Türk arkadaşlarım da vardı. Görece İstanbul’un kozmopolit kalabilmiş mahallelerinden biriydi. Ancak sokakta oyun oynadığım Türk arkadaşlarım devlet okullarına giderken biz Ermeni okullarına dağıldık. O yaşta bunun bende bir tür mahcubiyet yarattığını hatırlıyorum.
Sanki doğru olmayan bir şey yapıyormuşuz gibi hissediyordum. Kalabalıktan ayrılmıştık ve başkalarının bilmediği bir dili öğrenmek üzere oraya gidiyorduk. Onların adını bile duymadığı okullara gitmek, Kuvayı Milliye İlkokulu yerine Lusavoriçyan’a gitmek bu mahcubiyeti daha da artırıyordu.
Günlük hayattan çekilen dil
Okulda öğrendiğimiz şiirleri ve şarkıları birbirimize söylediğimiz bir gün hatırlıyorum, mahalleden arkadaşlarla. Ben de birkaç kıta Ermenice bir şiir öğrenmiştim; ama bunu okumaktan çekindim. Garip kaçacağını düşündüğüm için söylemedim. Ama tabii ki Ermeniceyi Ermeni okullarına giderek öğrendim.
İyi-kötü öğrenebildim, çünkü Ermenice günlük hayattan büyük ölçüde çekildiği için, Milli Eğitim müfredatını takip eden Ermeni okullarında haftada sadece 6 saatlik dersle bu dili tam anlamıyla geliştirmek mümkün değildi.
Dilin yaşaması için günlük hayatta, sokakta konuşulması ve baskı altında olmaması gerekiyor. Okullarda öğrendiğimiz Ermenice, kendimizi çat pat ifade etmek için yeterliydi; ama konuşmakta, okuduğumuzu anlamakta zorlandığımız bir düzeydi bu. İlkokul, ortaokul ve liseyi Ermeni okullarında okumama rağmen liseden mezun olduğumda Ermenicem hâlâ yeterince iyi değildi.
Asıl, profesyonel hayatımın içinde, Aras Yayıncılık’la yolum kesişince Ermenicemi ilerletme şansı buldum. Yayıma hazırladığımız kitaplara emek vererek, çevirdiğimiz kitapların dilden dile redaksiyonunu yaparak ve özellikle yayınevinde büyüklerimin emeğiyle Ermenicemi geliştirme şansı buldum.
Özellikle Ardaşes Margosyan’ın bu süreçte büyük emeği vardır, çünkü ofiste Ermenice konuşmamıza titizlik gösteriyordu, bu konuda çok da hissettirmeden bizi disipline ederdi. Onun yönlendirmesiyle özellikle gençler için küçük çeviri atölyeleri yaptığımızı hatırlıyorum.
Dolayısıyla bir direniş ve dili geliştirmeye yönelik bir çaba vardı. Ancak ne kadar çalışırsam çalışayım, Ermenicem hiçbir zaman Türkçem kadar güçlü olmadı ve olacağını da sanmıyorum. Çünkü Türkçe benim anadilim, düşündüğüm dil; Ermenice maalesef ikinci dile dönüşmüş durumda. Çok daha rahatım artık Ermenice ile, çok daha iyi ifade edebiliyorum kendimi. İngilizceyi sayarsak üç dil biliyorum diyeyim, üçünü de çok seviyorum.
İmtiyaz
Soykırımın ve sonrasında yaşanan nüfus kaybının, hayat kaybının, yaşanmış olan hayatın artık geri döndürülemez bir şekilde elimizden kayıp gitmesinin bir sonucu olarak, Ermenice büyük bir kayıp yaşadı. Ermeni okullarında okumak bana bir temel verdi Ermenice konusunda, bu yüzden de kendimi şanslı hissediyorum. Çünkü ne yazık ki Türkiye’de, Türk okulları ve bazı Batı dillerindeki özel yabancı okullar dışında, bu ülkenin farklı halklarından insanların kendi dillerinde okuyabilecekleri okullar yok.
Bu konuda en büyük talebe sahip olan Kürtler başta olmak üzere, diğer tüm topluluklar —Rumlar, Yahudiler gibi Lozan’da azınlık statüsü tanınan gruplar haricinde— kendi dillerinde eğitim alabilecekleri okullara sahip değil. Dil dersleri, seçmeli olarak dahi sonradan verilmiş bir hak haline gelmiş durumda. Bu durum Kürt arkadaşlarımın, diğer gruplardan arkadaşlarımın yanında beni imtiyazlı kılıyor. Bu da talip olmadığım bir imtiyaz. Herkesin anadilinde eğitim görmesi, en azından iyi bir ikinci dil düzeyinde anadilini öğrenebilmesi hakkına sahip olması gerektiğine inanıyorum. Hakka sahip olmasının yanı sıra; devletin ve yerel yönetimlerin de bunu desteklemesini, gerekli ortamı sağlamasını arzu ediyorum.
Bu imtiyazım, arkadaşlarım, Türkiye’nin farklı halklarından yurttaşlarımın yapamadığını yapmak, benim okulda Ermenice öğrenebilmiş olmam bu yanıyla bana acı veriyor.
Batı Ermenicesi
Sonra ben baba da oldum… Dolayısıyla bir çocuğun diliyle nasıl ilişki kurabileceğini gözlemleme şansım oldu. Kızım doğduğunda onunla sadece Ermenice konuştuk. Evde öncelikle Ermeniceyi duydu ve dolayısıyla onun anadili Ermenice oldu. Ermeni okuluna, anaokuluna gitmeye başladıktan sonra Türkçeyle daha fazla haşır neşir oldu. O dönemde çizgi filmler aracılığıyla İngilizce de öğrendi.
Böylece Ermenice, Türkçe ve İngilizceyi çok küçük yaşlarda, doğal bir şekilde alabildiğini gördüm. Onunla yürüyüş yaparken, eğlenmek ve kendimizi oyalamak için Ermeniceden Türkçeye – Türkçeden Ermeniceye küçük çeviri oyunları oynadığımızı hatırlıyorum.
Bir çocuğun dili ne kadar doğal bir biçimde algılayabildiğini ve bunun zihinsel gelişimine ne kadar büyük katkı sunduğunu birebir kendi kızımda gördüm. Fakat ilginç bir şekilde, biz onunla Ermenice konuşurken onun Türkçe cevap verdiği bir dönem geldi o büyüdükçe.
Bu hâlâ da devam ediyor. Sokakta, günlük hayatta Ermenicenin konuşulmaması ve baskın dilin Türkçe olması nedeniyle doğal olarak Türkçeye yöneldi. O büyürken Ermenice oyunların, özellikle Batı Ermenicesinde çizgi filmlerin, filmlerin ve çocuklar için materyallerin neredeyse hiç olmaması ciddi bir zorluk yarattı. Buna rağmen Ermeniceyi öğretmiş olduk. Hatta bazen onunla birlikte biz de bilmediğimiz şeyleri öğrenme fırsatı bulduk. Böylece azınlıkta kalan, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan bir dilin ne tür handikaplarla boğuştuğunu da daha yakından deneyimledik.
Ermenice klavye
Yayıncılık yaparken de Ermenice bir kitap üzerinde çalışmak, Türkçe ya da başka dillerdeki kitaplara çalışmaktan her zaman daha zordu. Çünkü teknoloji de bu anlamda sizi desteklemiyor. Kapitalist piyasa koşullarında, şirketlerin insafına kalmış bir sistemde en basit şeyler bile büyük engellere dönüşüyor. Örneğin, yayıncılıkta kullanılan sayfa düzenleme programları Türkçeyi desteklerken Ermenice tirelemeyi desteklemiyordu. Bunun temel sebebi, Ermenice konuşan nüfusun daha az olması ve piyasanın küçük görülmesi. Piyasa küçük olduğu için Windows, Apple ve diğer büyük şirketler Ermenice ile ilgilenmiyor.
Dolayısıyla, azınlıksanız ve yok olmaktaysanız, kapitalizmin koşullarında ikinci kez dezavantajlı duruma düşüyorsunuz. Biz de tirelemeyi hep manuel yollarla, satır satır yaptık Ermenicede. Yayıncılık yapanlar bunun ne kadar zor ve mesai gerektiren bir iş olduğunu tahmin edebilir.
Ayrıca mesela hiçbir zaman Ermenice bir klavyemiz olmadı. Türkçe ya da İngilizce klavyelerin üzerine Ermenice harfler yapıştırarak yazmak zorunda kaldık. İstanbul’daki koşullarda, Ermenice bir klavye görmek bu yaşıma kadar benim için mümkün olmadı.
Türkçede "Bir lisan, bir insan" diye güzel bir söz var. Bir lisan aynı zamanda bir halk, kültür, tarih, medeniyet, sanat demek. Bunlar yok olduğunda, hepsi beraber yok oluyor. Maalesef hem ulus-devletler çağında hem kapitalizmin tektipleştirici doğası gereği bazı halklar, soykırımlar, şiddet, asimilasyon gibi politikalar nedeniyle azalmak ve yok olmak tehlikesiyle daha fazla karşı karşıya bugün.
Anadillerin korunması, neticede siyasal mücadelemizin de bir parçası olmalı. Demokrasi, özgürlük ve insan hakları mücadelesinin ayrılmaz bir parçası.
Biz bunun farkında olsak da olmasak da, dillerin yaşatılması aynı zamanda toplumsal adaletin sağlanmasıyla doğrudan bağlantılı.
Bu vesileyle, anadilleri için çalışan ve anadilinin öneminin farkında olan, bütün çoğulluğumuzla yan yana durabilmemiz gerektiğine yürekten inanan herkese sevgi ve selamlarımı iletmiş olayım. (RK/TY)