Çeşitli gıdaların imalatında kullanılan palm yağının kanserojen etkileri olup olmadığı meselesi ülkemiz medyasında 2017 yılı Ocak ayında epeyce tartışılmıştı. Hatırlamayı kolaylaştırmak için şu bilgiyi de ekleyeyim: Tartışmaların odak noktasında imalat sürecinde palm yağı kullanılan Nutella markası yer alıyordu.
Tartışmayı başlatan Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi’nin (EFSA) yayınladığı bir rapor olmuştu.
Raporda 200 santigrat derecenin üzerindeki sıcaklıklarda rafine edilen bitkisel yağlarda “kloropropanoller” ve “glisidil esterleri” adı verilen kanserojen kimyasal maddelerin oluştuğu ve palm yağının bu toksik kimyasalları diğer tüm bitkisel yağlardan daha fazla içerdiği belirtiliyordu.
Yapılan çalışmalar kloropropanollerin ve glisidil esterlerinin belirli şartlar bir araya geldiğinde yüksek sıcaklık uygulanan çeşitli gıdalarda oluşabildiğini gösteriyor. Bu maddelerin oluşum mekanizması oldukça karışık ancak bir gıda maddesinin üretim sürecinde ortamda yağ ve tuz varsa ve imalat sürecinde 200 santigrat derece gibi yüksek sıcaklara çıkılıyorsa bu toksik kimyasalların az veya çok oluşabileceği söylenebilir.
2017 yılında epeyce tartışma konusu olan bu mesele daha sonra unutuldu gitti.
Kloropropanoller adı verilen grup içinde çok sayıda kimyasal madde var ama gıda ürünlerinde en çok 3-MCPD (3-monochloropropane-1,2-diol) isimli kimyasalın kalıntısına rastlanıyor. Ancak halk sağlığını ya da tüketici sağlığını korumaya yönelik olarak yapılan çalışmalarda gıdalarda sadece 3-MCPD’nin değil diğer kloropropanollerin (örneğin 2-MCPD’ye) ve glisidil esterlerinin kalıntısının da araştırılması gerekiyor.
Palm yağı, bitkisel yağlar, içeriğinde palm yağı ya da bitkisel yağ içeren ürünler, bebek mamaları, tahıllardan üretilen kahvaltılık gevrekler, bisküviler ve patates cipslerinin (bileşiminde yağ ve tuz olan diğer abur cuburlar) en riskli gıda ürünleri olduğu belirtiliyor.
Özellikle de bebek ve çocukların sıklıkla tükettiği ürünlerin dikkatle takip edilmesi gerekiyor.
Bebek ve çocuklar toksik kimyasalların olumsuz etkilerine yetişkinlere kıyasla çok daha hassas.
Piyasada satılan yüzlerce çeşit gıda ürününde bu toksik kimyasalların kalıntılarının ne düzeyde bulunduğunun araştırılması gerekir. Bu araştırmaların yapılması meselenin boyutlarını ortaya çıkarabilmek açısından kritik önem taşıyor. Her şeyden önce bebek ve çocukların bu toksik maddelere ne düzeyde maruz kaldıklarını tahmin edebilmek için bu araştırmaları yapmaya ihtiyaç var.
Örneğin çocukların çok tükettiği, piyasada bakkaldan markete her yerde karşımıza çıkan onlarca çeşit cips, bisküvi, kraker vb. gibi ürünlerin ve elbette bebek mamalarının mutlaka kontrol edilmesi bir gerekliliktir.
Tarım ve Orman Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı’nın altyapısı ve imkânları bu toksik maddelerin gıdalardaki kalıntılarını araştırmak için fazlasıyla yeterli.
Öyleyse şu sorular yanıt bekliyor: Tarım ve Orman Bakanlığı 2017 yılından bu yana ithal edilen gıda ürünleri de dâhil olmak üzere 3-MCPD ve glisidil esterlerinin gıdalarda kalıntısının olup olmadığını belirlemek için hangi çalışmaları yapmıştır? Yurtdışından ithal edilen tahıl esaslı bebek-çocuk gıdaları herhangi bir kontrole tabi tutulmuş mudur? Bu çalışmalar yapılmadıysa, neden yapılmadı?
Gıda ürünleri kapsamlı bir araştırmaya tabi tutulmadıkça ortada gerçekten kaygı uyandıracak bir durum olup olmadığını ne yazık ki bilemeyeceğiz. Bilmiyoruz da. Gereksiz yere kaygı yaratmak istemiyorum ama yağ ve tuz içeriği yüksek olan cips, çıtır çerez vb gibi ürünlerin bir durum tespiti yapılana kadar özellikle de çocuklar için riskli olduğunu düşünüyorum.
3-MCPD ve glisidil esterleri muhtemel kanserojen olarak niteleniyor.
Kanserojen maddelerle ilgili tartışmalara kanserojen maddenin vücuda ne kadar alındığı, ne kadar süre boyunca alındığı, yaş, cinsiyet vb. faktörler damga vuruyor. Ama meseleyi daha geniş bir bağlamda ele almak gerekiyor. Örneğin sadece 3-MCPD ve glisidil esterlerine kilitlenmiş bir tartışma epeyce eksiktir. Eksiktir, çünkü gıda maddeleri bu kimyasallar dışında çok sayıda başka toksik kimyasal da içerebilir ya da günlük diyetimizle birlikte çok sayıda toksik kimyasalı da bünyemize alabiliriz.
Dolayısıyla herhangi bir kanserojen maddeyi bir büyük yap-boz resmini oluşturan parçalardan biri gibi görmek gerekiyor. O yapbozu oluşturan parçalarla ilgili bilgimiz arttıkça yapacağımız değerlendirmelerin doğruluğunun da artacağı aşikârdır. Üzerinde durmamız gereken nokta bu bilgisizliğin veya belirsizliğin sorumlu kurumlar tarafından kasıtlı olarak oluşturulup oluşturulmadığıdır ki ben kasıtlı olduğunu düşünüyorum.
İnsanların içinde yaşadığı çevre ile hastalıklar arasında güçlü bir bağlantı var. Yediğimiz gıdalar, içtiğimiz sular, soluduğumuz hava ve üzerine bastığımız toprak toksik kimyasalları ne kadar az içeriyorsa ya da toksik kimyasallar tarafından ne kadar az kirletilmişse sağlıklı bir hayat sürdürebilme açısından o kadar iyidir. Toksik kirlilik nadiren doğal yollardan vuku bulur; çoğu durumda ekonomik faaliyetlerin bir sonucu, failleri belli olmasına rağmen görmezlikten gelinen ve göz yumulan bir sonucudur.
Somut bir örnek üzerinden söylediklerime açıklık getireyim: Ülke genelinde yüzlerce gıda ürününde 3-MCPD ve glisidil esterlerinin varlığını tespit etmeye yönelik kapsamlı bir çalışma en fazla üç ay içinde icra edilebilir. Elde edilecek bilgilere dayalı olarak da gereken koruyucu önlemler alınabilir, değerlendirmeler yapılabilir. Bu çalışmalar üç yıldır neden yapılmıyor; yapıldıysa sonuçları nerede?
Toksik maddeler en çok çocukların sağlığını olumsuz etkiler ve geleceğini karartır. Unutulmaması ve gündemden hiç düşürülmemesi gereken bir mesele bu. İçeriği boş, yapay beka sorunlarının dillerden düşmediği ülkemizde, konuşulması gereken asıl –ve belki de tek- beka sorunu çocuklarımızın geleceği çünkü… (BŞ/EKN)