bianet... bianet benim için sadece bianet değildi, İstanbul'du da aynı zamanda. İstanbul ise bilmediğim bir şehir, yeni yerler, yeni yüzler ve yeni deneyimler demekti. Tüm bunlar için İzmir'den içimdeki kocaman bir hevesle yola çıktım.
"Neden İstanbul?" sorusunu kendime sorduğumda aldığım tek cevap başta sadece bilmediğim bir yerde gördüğüm her şeye çocuk gibi şaşırma isteğiydi, çünkü gerçekten İstanbul'a yabancıydım ve tabii o da bana yabancıydı. Keşfedeceğim yeni yerler, göreceğim yeni insanlar ve her birinin bilmediğim öykülerini öğrenme hevesiyle doluydu içim.
Aslında tüm bunları düşününce, başta aklıma ilk gelen ve hatta yanımda getirdiğim şey sadece hiç bilmediğim yeni bir şehre ve tanımadığım insanlara duyduğum heyecandı.
Bu heyecanı başka bir kurumda da gideremez miydim peki? İnsanın aklına gelen bir diğer soru da bu sanırım, neden bianet o zaman?
bianet zaten takip ettiğim bir haber sitesiydi. Bununla birlikte anaakımın bir parçası olmak istemedim hiçbir zaman, sadece iktidarı elinde bulunduranların sesini duyurduğu bir sistemin parçası... Evet staj yapacaktım, ama bu öylesine olmayacaktı. Zaman geçirmek değil, öğrenmek istedim sadece. Bu düşüncemi kime söylesem bana söylenen ilk şey hep bianet oldu. Aslında ilginç bulduğum bir diğer nokta da bianet'ten sonra sıralananlardı. Sırayı sivil toplum kuruluşları ve vakıflar alıyordu. Sivil toplum kuruluşlarının da vakıfların da yaptığı şey sesini duyuramayanların sesini duyurmaya çalışmak diye düşündüm sonra ve bu beni bianet'le ilgili olarak etkileyen ilk şeydi.
İstanbul da bianet gibi benim için çok tazeydi. Şimdi bianet'te ilk iş günüm var sırada. Yeni şehre olan hevesim öylesine büyüktü ki sabahları bianet'e gelirken göreceğim yollar ve insanların iş telaşı bile beni heyecanlandırıyordu. İşe gitmek için herkese zor gelen uzun yollar bana hiç zor gelmiyordu. Herkesin her gün geçtiği yollarda ben her gün yeni bir şey görüp şaşırıyordum.
bianet'e geleceğim ilk gün bindiğim otobüsteki durum beni biraz korkutmuştu. İnsanlar çok farklıydı İstanbul'da. Birbirleriyle konuşmuyorlardı. Başı dik değildi kimsenin ve en önemlisi kimse gülmüyordu. Mutlu görünmüyordu insanlar. Üstelik birbirlerini fark etmiyordu. Kimsenin olmadığı bir kalabalık gibiydi İstanbul'unki. Birbirine ve kendisine yabancıydı herkes. İnsanlar en çok insanlardan korkuyordu. Bence en kötü olan da buydu. İlk sabah otobüse bindiğimde insanların bu halinin pazartesi gününün ve sabahın erken saati olmasının vermiş olduğu bir şey olduğunu düşündüm. Akşam, dönüş yolunda durumun değişeceğine dair büyük bir umudum vardı. Sabah kafamda olan düşünceler sadece bunlardı.
bianet hakkındaki düşüncelerime gelince... bianet'e dair kafamda fikirler yoktu. Her ne kadar okuldaki hocalarım tarafından tavsiye edilse de beklentimi çok yüksek tutmamıştım. Öğreneceğim diyordum sadece. Benim için yeterli olan şey kötü olmadığını bilmemdi sadece. Kötü değildi ya, o bana yeterdi, çok çok iyi olmasına gerek yoktu, çünkü zaten medya dediğimiz şeyde iyi olmasını beklemezsiniz bile. Fırsat verilmesini... Stajyerken dikkate alınmayı ve insanların yüzünüze bakarak konuşmasını hiç beklemezsiniz. Acıdır, ama bu böyle.
bianet'te beni ilk karşılayanlar Haluk Kalafat ve Korcan Uğur'du. İstanbul insanlarından farklı olarak gülen yüzler, gözler vardı bianet'te ve ben bunu beni karşılayan bu iki adamla anladım önce. Sonra yavaş yavaş diğerleri gelmeye başladı. Gelen her insanla beraber gülen yüzler de arttı. bianet sıcaktı, ev gibi; insanları sıcaktı çünkü. Bir yeri sıcak yapan o yerin insanlarıydı ve bu beni bianet' te etkileyen ikinci şeydi.
Sanırım ikinci günümdü. Bilgisayara gömülmüş uğraşırken Haluk Kalafat önümdeki bilgisayarın altına koymak için bir yığın kağıdın olduğu bir dosya getirdi. Şaşırmıştım, bu kadar düşünülmek bu işte bu kadar olan bir şey mi diye düşündüm ve hatta sordum. Aldığım cevapsa yine kocaman bir gülümsemeyle "anaakımda böyle değil" oldu. Ben o zaman bir kere daha anladım insanların neden bianet dediğini ve benim neden burada olduğumu. Şimdi dönüp baktığımda küçük parçaları birleştirdikçe kocaman bir gülümseme beliriyor yüzümde bianet'ten bana kalan.
bianet'e habercilikle ilgili bilgilerle donanmış olarak gelmedim ben. Bu yüzden herkesten daha çok çabalamam gerektiğini düşündüm. Habercilik hakkındaki bilgilerim çok kısıtlı olmasına rağmen bana verilen fırsatlar öyle çoktu ki... Stajyer olduğumu hissetmedim, çünkü herkes ne yapıyorsa onu yapıyorduk stajyerler olarak biz de. Bu bize verilen ve başka bir yerde verilme olasılığı çok düşük olan bir fırsattı. bianet bir akademi gibiydi benim için.
Aslında medyaya olan ilgim radyoyla başladı ve şu anda okuduğum bölümde olmamın tek sebebi o. Onun başka bir dünya olduğunu düşünürdüm, hala düşünüyorum. Radyo, seslerin sunumu... Haberciliğe gelince... Habercilik kendime yakın bulduğum bir alan olsa da bu alanda aktif olarak çalışmayı hiç düşünmüyorken şimdi başka bir taraftan bakıyorum haberciliğe. Bu işi yapar mıyım bilmiyorum, ama yaparsam bunun tek sebebi bianet ve buradaki her bir birey, her bir gülen yüz.
Burada öğrendiklerimi bu kadar kısa bir sürede olmasa da belki daha fazla emekle başka bir yerde de öğrenebilirdim. Bu yüzden bianet'ten benim öğrendiğim en büyük ve en önemli şey tüm teknik bilginin dışında her bireyin tek tek ne kadar önemli olduğunu düşünen bir grup insanın bir yerlerde var olduğu ve bu insanların her bir bireyin sesini duyurması için gerçekten çok çaba verdiği. Haberin kimseyi acıtmadan, kimsenin canını yakmadan yapılabildiğini ve gerçekten kimseyi, hiçbir grubu acıtmamak için verilen büyük çabayı gördüm ben bianet'te.
Her bireyi ayrı bir renk olan kadınların sayıca fazla olduğu, genç ve dinamik bir ekip bianet. Kadınların her hakkını savunan Çiçek Tahaoğlu; ciddi editör Ekin Karaca; arada bir görsem de konuştuğum küçük muhabbetlerinden keyif aldığım Emel Gülcan; güleryüzlü muhabir Nilay Vardar ki bana verdiği fırsatlar en güzel deneyimlerimdendi; bana güvenip de ilk röportajımı yapma fırsatı veren Ayça Söylemez; bianet'le ilgili olsun veya olmasın her türlü teknik problemimde yardımcı olan Korcan Uğur; güleryüzüyle ekibin gülümseten rengi Leyla İşbilir, güleryüzleriyle Baran Gündoğdu, Özlem Dalkıran ve Nadire Mater; kıpır kıpır haliyle dikkat çeken sıcacık bakışların ve dondurma partilerinin sahibi Çiğdem Öztürk, her şeyi bilen ve bildikleriyle yok artık dedirten, gülen gözleriyle "Bilge" ansiklopedi Yüce Yöney ve sıcacık gülümsemesiyle karşısındakini kırmamak için her türlü çabayı gösterdiğini ağzından çıkan her kelimesiyle fark ettiren ve bana bu ekipte kısa bir süre de olsa yer alma fırsatını veren Haluk Kalafat... Ece Koçak, Ariel Field, Rana Ençol ve Ece Zeren Aydınoğlu... Herkese tek tek ne kadar teşekkür edersem az gelecek biliyorum, ama öğrendiğim her şey ve en çok da benim için İstanbul'un gülen yüzü olduğunuz için çok teşekkür ederim.
Bir yeri güzelleştiren ve o yeri yaşanası kılan şey benim için insanlardır. bianet'i benim için güzel kılan da bianet insanları oldu. Mutluyum, çünkü bir yerlerde hala insanların kalbine dokunan kocaman bir grup insan olduğunu biliyorum. (EO/YY)