Her seferinde yaptığım gibi bianet'e gelme kararımı da çabucak verdim. Anadili gününde yaptığım çeviriler aklıma geldi, bir email yazıverdim. Her işe başladığım gibi bianet'e de pek düşünmeden başladım. Ne beklediğimden emin değildim ama 'güzel' bir şey beklediğimi biliyordum. Nasıl işler yapacağımı da zaman gösterecekti ama şikayet etmeyeceğimi biliyordum.
İstediğimden emin olduğum tek şey haber yapabilmek, haber peşinde koşabilmekti. Fazlasıyla yorucu bir akademik yılın ardından (İstanbul'a da feci hasret kalmışken) bir parça bile dinlenemeden kendimi Çukurcuma'daki bu ofiste buldum; daha Türkiye saatine alışamadan bianet saatine alıştım.
İlk haberime tabii ki bianet'in yerinde duramayan muhabiri Nilay ile gittim. bianet'in öyle özel arabası falan olmadığından tıngır mıngır İETT otobüsüne bindik, soluğu Balmumcu'ndaki Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü'nde aldık.
Mahalle dernekleri ve meslek odaları "Asıl afet meclisten çıktı!" demek için toplanmıştı. Basın açıklamasından aldığım gaz ile içimden de "Aa çok mantıklı, evet" diyerek ben de gülümseyerek alkışlayanlara katıldım.
Kimse tuhaf tuhaf bakmadı ama içinde bulunduğum ve arasında durduğum 'muhabir kesimi' benim gibi alkışlamıyordu. Muhabirin 'katılımcı' değil 'izleyici' olduğunu böylece orada öğrenmiş oldum. Alkış yok, slogan yok. Sadece not al.
Kendi kendime keşfettiğim bu gazetecilik ilkesi beni en çok 'Tanıklık Günleri'nde zorladı. Gazetecilere Özgürlük Platformu'nun tutuklu gazeteciler için her gün düzenlediği bu eylemlerde konuşan kişileri alkışlamamak için kendimi zor tuttum.
Her gün dinlediğim tutuklu gazeteci hikâyeleri beni her gün öfkelendirdi. Ben kimseyi alkışlamadım, sadece not aldım. Bir gün elime ofisteki "dışarıdaki gazeteci" kartlarından biri geçince hemen çantama attım. Sonra bir 'Tanıklık Günü' sırasında fark ettim: 'içeride' ve 'dışarıda' olmak arasında çok ince bir çizgi var.
Bir gün onun için tanıklık yapanları izlediğim Müyesser Uğur, başka bir gün tahliye olup tam karşımda eylemin açılış konuşması yapıyordu. Böylece burada geçirdiğim süreçte öfkeyi umuda çevirmeyi öğrendim.
Stajım süresince öfkeyi umuda (fakat bu kez tüm bianet olarak) çevirdiğimiz en önemli an ise şüphesiz ki kürtaj hakkı kampanyamız 'Benim Bedenim, Benim Kararım' oldu.
Almanya'dan okurlarımızın ateşlediği fikir ile bir gün işe ara vermişken dört öfkeli kadın olarak bir şeyler yapmamız gerektiğini konuşuyorduk. Sonra beş öfkeli kadın olduk, sonra tüm bianet...
Kampanya beklediğim(iz)den fazla ilgi gördü ve beklediğim(iz)den fazla zaman aldı. Ben yapım gereği biraz üşengeç bir insan olarak bianet'te üşenmemeyi öğrendim. Gelen yüzlerce fotoğrafı facebook sayfamıza ve benimkararim.org sitesine yükledik.
Bilgisayara bakmaktan başımız döndü. Kürtaj ile yattım, kürtaj ile kalktım. Çiçek ile birlikte başka ülkelerdeki kürtaj yasağı deneyimlerini Türkçe'ye çevirdik, kadınların korkunç istenmeyen gebelikleri bitirme yöntemlerini öğrendik. Biraz daha öfkelendik.
Sonunda bir sabah ofise geldiğimizde bir AKP [Adalet ve Kalkınma Partisi] yetkilisi "kürtaj konusu gündemden kalkmıştır," diyordu.
Kürtaj konusunun akıbeti ne olacak henüz biz de bilemiyoruz ama kısa vadede öfkemizi umuda dönüştürebileceğimizi, bu dönüşümün de daha geniş kitleleri etkileyerek değişim getirebileceğini gördük.
Göbeğimize rujla yazdığımız dört kelime, birkaç gün içinde tüm kadınların çağrısı haline geldi. Bu dayanışmayı görmek, bianet'in bana kazandırdığı en önemli deneyim oldu.
Kampanya başlamadan hemen önce bir gün Nilay ile birlikte Havaş servisinde buldum kendimi, durmadan gidip geldiğim Atatürk Havalimanı kavuşma ve veda etme bağlamlarından koptu, karşıma bu kez haber olarak çıktı. THY çalışanlarının grevine ucundan kenarından tanık olabilme, kabin görevlileriyle konuşma şansı buldum.
Türkiye'de herkesin üzerine konuştuğu bir olayın hemen gözümün önünde gerçekleşiyor olması önce beni gerektiğinden fazla heyecanlandırdı. Sonra bu heyecan gitti, yerine belli belirsiz bir 'olgunluk' geldi.
Gazeteci bir babanın kızı, babasını biraz daha iyi anladı. Evde oturduğu günler neden huzursuzlaşıyor, neden durmadan bir yerlere gitmek istiyor işte onu öğrendi, zira daha yeni bu işe bulaştığı halde hasta olup ofise gelmediği günlerde bile gördüğü güzel bir haberi derlemeden duramaz olmuştu.
Zaman zaman sevmediğim şeylere katlanmam gerektiğini de bianet'te geçirdiğim süreçte öğrendim.
Okullarının İmam Hatip Lisesi'ne çevrilmesini istemeyen ilkokul öğrencilerinin haberini yapmak için kendimi Cağaloğlu'nda bulduğumda paçalarıma yapışan, beni neşeyle 'şakacıktan' tekmeleyen çocuklara yoksa nasıl tahammül edebilirdim?
Normal şartlarda onlarla birkaç dakika bile geçirmeye dayanamayan Ece, hayatında ilk kez küçük çocuklarla oturup muhabbet edebildi. Belki de onların "Abla haberci misin abla? Abla bizi çek abla!" diye bağırıp durmalarıydı sebep, emin değilim.
O gün İl Milli Eğitim Müdürlüğü'nün yerini de telefonda birkaç insanla konuşarak bulabilmiştim, yoksa hasret kaldığım İstanbul'un yabancısı mıydım? Meğer öyleymişim. "Burada böyle bir olay varmış gideyim, şurada şöyle bir şey varmış bakayım" diye habere gide gele aslında pek de bilmediğimi fark ettiğim şehrimi yeniden keşfetmiş oldum.
Yukarıdaki fotoğrafta görüldüğü gibi bazen bir masanın üzerinde çalıştım, bazen bir masanın en ucunda bir köşede oturdum, bazen bir kafeden haber yazdım, kimi zaman da başarı basamaklarını hızla çıkarak (!) genel yayın yönetmenimin izne giderken bana bıraktığı masasını kullandım.
Fakat eminim ofiste geçirdiğim zamandan fazlasını da konferans salonlarında panel ve söyleşi dinlerken geçirdim.
Aynı güne hem "Haberimi imzasız sitelerine koymuşlar!" diye cazgırlaşmayı, hem de bir panelde konuşmasını dinlediğim kişiye "Hayır sözlerinizi çarpıtmadım, ne dediyseniz onu yazdım," diye laf yetiştirmeyi sığdırabildim.
Hızlandırılmış ve gerçek bir 'habercilik' deneyimi yaşattı bana bianet, o yüzden şimdi ne kadar güzelleme yazsam boş.
Geçen gün öğle yemeğinin ardından çay içerken (gözlerimiz yine araba altında kalmak için uğraşan Çukurcuma kedilerinin peşinde) ne kadar uzun zamandır burada olduğumu fark edince "Hiii, emek sömürüsü yapmışız!" diyebilecek kadar samimi bir genel yayın yönetmeniyle çalışmış olmanın huzuruyla bianet macerasını şimdilik bitiriyorum, emeğimin Haluk'un deyimiyle "sömürülmesinden" zerre şikayet etmeden... (EK/HK)
* Ece Koçak, Hampshire College Siyasal Bilgiler, Uluslararası İlişkiler, Ortadoğu Politikaları öğrencisi.
** Fotoğraf Işıl Cinmen tarafından çekildi.