Bugün 14 Mayıs. Yani Demokrat Parti'nin (DP), 27 yıllık Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) iktidarına son verdiği 1950 seçimlerinin 58. yıldönümü.
Bu seçimlerde DP oyların yüzde 52.68'ini alarak 487 sandalyeli mecliste 408 milletvekillik bir çoğunluk elde etti. CHP ise oyların yüzde 39.45'ini alarak ancak 69 milletvekili çıkarabildi.
Dönem üzerinde çalışan entelektüel ve tarihçilerin hemen hepsi, bu seçimlerin Türkiye'nin siyasal tarihinde önemli bir dönüm noktası olduğu hususunda birleşiyor. Ne var ki, söz konusu değişimin niteliğine dair bir fikir birliği olduğunu söylemek çok güç.
Kimileri 14 Mayıs'ı demokrasi ve halkın yönetime katılımı açısından bir milat olarak değerlendiriken, diğerleri bu tarihi laiklik, modernleşme ve bağımsızlık gibi Kemalist değerlerden ödün verilen gerici bir iktidarın başlangıcı olarak görüyor.
Toplumsal gerçekliği bir hayli basitleştiren her iki yaklaşım da II. Dünya Savaşı (II.D.S.) sonrasında geniş toplumsal kesimlerin CHP'den duydukları hoşnutsuzluğu açıklamada en sık başvurulan çözümleme araçlarından merkez-çevre modelinin (Mardin, 1990) kimi kabulleri üzerine inşa edilmiştir.
Merkez-Çevre modeli
Bu model, başlıca siyasi mücadele ekseni olarak yönetici elitlerle halk arasındaki kültürel uçuruma vurgu yapar (Mert, 2001: 46). Modele göre bu kültürel fark, 19. yüzyıla dek uzanan modernleşme çabalarından kaynaklanır.
Şerif Mardin, bu çabalar sonucunda toplumun, yukardan aşağı toplumsal mühendisliğe soyunan batılılaşmacı bürokrasi ve aydınlar (merkez) ile onların dönüştürmeyi amaçladığı, geleneksel ve geri kalmış olduğu varsayılan halk kitleleri (çevre) olmak üzere ikiye bölündüğünü savunur.
Sosyoekonomik alandaki modernleşme hamleleri, çevreyi meydana getiren kitlelerin gündelik yaşamında herhangi bir olumlu değişiklik sağlamazken, kültürel alandaki modernleşme girişimleri onların inanç dünyalarına müdahale eder. Siyasi katılım mekanizmalarından yoksun olan halk katmanlarıysa tek parti yönetimine olan tepkilerini saldırı altındaki dini inançlarına ve kültürel pratiklerine sarılarak ifade ederler (Sunar, 1985).
DP sahiden de CHP'nin radikal kültürel dönüşüm çabaları ve elitist tutumuna olan tepkilerden faydalanmıştır. Örneğin parti programının 14. maddesi laikliğin din düşmanlığı şeklindeki yanlış yorumunu eleştiriyor ve din özgürlüğünü kutsal insan haklarından biri olarak tanımlıyordu (İcra, 1992: 124). Partinin, başa geldikten kısa bir süre sonra Ezan'ın yeniden Arapça okunması yönünde bir düzenleme yapması da bu konudaki tutumuna bir başka örnek.
Merkez-Çevre modelinin sınırları
Merkez-Çevre modeli, günümüzde de kısmen etkisini gösteren bir mücadele ekseninin anlaşılması açısından değerli. Lakin, toplumsal alanı yalnızca kültürel boyutuyla ele alan bu model gerek 1950'deki gerekse de günümüzdeki siyasi mücadelelerin niteliğini değerlendirmekte yetersiz kalıyor.
Her biri kendi içinde homojen varsayılan merkez ve çevre arasında oldukça katı bir kategorileştirmeye giden model, merkez ve çevrenin akışkan sınırlarını, her birinin içindeki çeşitli kesimlerin farklı çıkarlarını ve bunlar arasındaki birtakım rekabet, ilişki ve ittifakları gözardı ediyor.
Dahası, böyle kültürcü bir kavramsallaştırma hem CHP hem de DP'nin mirasçılarının siyasi kaygılarına uygun. Bu sayede muhafazakar Kemalistler, CHP'ye muhalefeti geleneksel ve gerici olarak yaftalayayıp seçkin konumlarını meşrulaştırabilmiş, moderleşme adı altında kültürcü bir söyleme yaslanarak geniş toplumsal kesimlerin sömürülmesini gizlemeye çalışmıştır.
DP mirasçısı merkez sağ iktidarlar ise aynı ikili karşıtlıktan yola çıkarak son derece farklı toplumsal kesimlerin desteğini arkalarına alabilmiş, milli irade söylemiyle kendi iktidarlarını halkın iktidarı ve gerçek demokrasinin tecellisi olarak yansıtabilmişlerdir.
Dolayısıyla, bu modelin gizlediği iktidar ilişkilerine ışık tutmak siyasi açıdan da önemlidir.
DP'ye desteğin sınıfsal analizi
1946'ya gelindiğinde CHP, çeşitli toplumsal kesimlerin sınıfsal içerikli tepkileriyle karşı karşıyaydı. Bu kesimlerden ilki gelişmekte olan burjuvazi ve yerel seçkinlerdi.
Toplumsal bağları zayıf olan yönetici seçkinler, topluma nüfuz etmek ve iktidarlarını sağlamlaştırmak için I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı'ndan sonra bu kesimlerle ittifaka gittiler (Owen ve Pamuk, 1998: 13). Müslüman burjuvazi ve yerel seçkinlerse bu ittifaktan aralarında gayrimüslim burjuvazinin değerli birikimlerine el koymak da dahil olmak üzere önemli çıkarlar sağladılar.
Fakat, bu gerilimli bir ittifaktı. Bürokrasinin vesayeti altında giderek palazlanan burjuvazinin er ya da geç bu bürokratik kontrolden kurtulmaya çalışması kaçınılmazdı (Keyder, 2003). II. D. S. sırasındaki yüksek gıda fiyatları ve enflasyonun yarattığı fırsatlardan elde ettikleri devasa rant, büyük toprak sahipleri ve ticari sermayenin bu konuda elini daha da güçlendirdi.
CHP'nin Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu, Milli Koruma Kanunu ve Varlık Vergisi gibi özel mülkiyeti ve sermaye birikimini tehdit eden uygulamaları ise burjuvazinin hükümete olan güvenini iyiden iyiye sarstı (Owen ve Pamuk, 1998: 104-105).
Öte yandan CHP'nin ekonomik büyüme ve kalkınma yerine istikrar ve düzeni önceleyen geleneksel politikaları da burjuvaziyi muhalefete itiyordu. II.D.S. sonrasındaki uluslararası koşullar büyüme öncelikli, dışa açık bir ekonomik yapıya müsaitti. Dünyanın iki kutba ayrıldığı Soğuk Savaş koşullarında, Batılı uzmanlar Türkiye'ye tarıma dayalı, liberal bir kalkınma modeli öneriyordu (Timur, 2003).
Parti programında bu modeli açıkca sahiplenen DP, özünde bir zamanlar yönetci elitlere dahil olan orta sınıfların projesiydi. Nitekim Celal Bayar, Adnan Menderes ve Fuat Köprülü gibi önde gelen isimleri eski CHP üyeleriydiler.
Köylüler ve diğer toplumsal kesimler
Ne var ki, bu burjuva muhalefeti diğer toplumsal kesimleri de bu projeye eklemlemeyi başarmıştı. Bunlar arasında köylülük en önde gelen gruptu.
Çukurova ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi dışında Türkiye'de tarımsal yapı geleneksel olarak küçük toprak sahipliğine dayanıyordu (Keyder, 2003). Nüfusun önemli bölümünü oluşturan bu kesim tek parti döneminde ilk büyük darbeyi 1929 Buhranı sonrasında tarımsal ürün fiyatlarının olağanüstü düşmesiyle aldı. Hükümet düşen fiyatları, sanayi kesimini desteklemek doğrultusunda kullanarak buhranın yükünü köylülerin omzuna yıktı (Owen ve Pamuk, 1998: 22-4).
Daha büyük bir darbeyse II.D.S. sırasında geldi. Savaş zamanında düşen tarımsal üretim ve artan piyasa fiyatlarına rağmen hükümetler üreticileri ürünlerini düşük fiyattan devlete satmaya zorladılar. Karşılaşılan direniş karşısında Şükrü Saraçoğlu hükümetinin yürürlüğe koyduğu kota uygulaması ise artan fiyatlardan ancak büyük tüccarların nemalanmasını mümkün kıldı (Pamuk, 1991).
Hükümetin 1943'te uygulamaya koyduğu Toprak Mahsulleri Vergisi de üreticiler tarafından Aşar'ın geri dönüşü olarak yorumlandı (Pamuk, 1991: 137).
Diğer taraftan DP'nin kültürel reform yerine sosyo-ekonomik kalkınmaya vurgu yapan çizgisi köylülerin zenginleşme ve birinci sınıf vatandaş olma özlemiyle örtüşüyordu (Sunar, 1985). DP iktidarıyla birlikte artan kentleşme (gecekondulaşma) ile ulaşım ve iletişim alanlarındaki yatırımlar partinin bu özleme yanıtlarından birkaçıydı.
CHP ise iktidarı boyunca sınıfsal korkuların etkisiyle romantik bir köycülük söyleminin arkasında, Köy Enstitüleri gibi kurumlar vasıyasıyla köylünün coğrafi ve sosyal hareketliliğini sınırlandırma yolunu seçmişti (Karaömerlioğlu, 1998: 50-2).
Köylülerin yanı sıra, II.D.S'nin yol açtığı yüksek enflasyon ve diğer sıkıntılardan olumsuz etkilenen işçi ve memurlar gibi kentsel kesimlerin bir bölümü de 1950 seçimlerinde CHP'ye karşı DP'yi desteklediler.
Sonuç
DP'ye 1950 zaferini getiren desteğin iki temel direği vardı: İlki radikal kültürel reformlara karşı muhafazakar tepki, ikincisi ise ekonomik liberalizm ve büyüme polikaları. Her iki ayak da CHP döneminde toplumsal hiyerarşi basamaklarını tırmanması engellenmiş ya da sınırlandırılmış toplumsal kesimlerin yükselme ve birinci sınıf vatandaş olma özlemlerini yansıtıyordu (Keyder, 2003).
DP, bu özlemlere belli ölçülerde cevap verdi.Toplumsal ve ekonomik mobilizasyonun önündeki engelleri kısmen kaldırdı.
Ekonomik liberalizmden en kazançlı çıkacak kesim olan burjuvazi, bu projeye geniş toplumsal kesimleri dahil ederken kültürel muhafazakarlığın yanı sıra milli irade ve demokrasi söylemlerinden de faydalandı.
Nuray Mert'in vurguladığı gibi DP için demokrasi ve milli irade, "iktidarın kaynağı olarak millet" anlayışından ibaretti. Dolayısıyla DP'nin hükümeti kurması, milletin iktidara gelmesi olarak resmedildi. Demokrasiyi çoğunluğun yönetimine indirgeyen bu anlayışta ne iktidarın sınırlandırılması ne de azınlık hakları gibi kavramlara yer vardı. İktidarın dayandırıldığı millet ise Müslüman-Türk kültürüne dayalı türdeş ve organik bir bütün olarak kurgulanmıştı.
Demokrasiden yalnızca seçimlerde oy vermeyi anlayan DP, geniş halk kitlelerinin siyasete katılımını sağlayacak mekanizmaları kurumsallaştırmaktan ırsarla imtina etti. Onlardan beklenen artık milletin gerçek temsilcilerinin elinde olan iktidara sadakat göstermeleriydi. Seçimlerden önce söz verilmesine karşın işçilere sendika hakkının tanınmaması bunun bir göstergesiydi (Koçak, 1992).
Diğer taraftan DP, "çevre"nin arzularıyla devletin kırmızı çizgileri arasında bir orta yol bulmaya çalışan pramatik bir hareketti (Mert, 2001). Anti-komünizm ve sola yönelik kararlı baskı, DP'nin rejimle ortaklaştığı önemli noktalardı.
Kısacası DP'nin 14 Mayıs 1950 zaferi ne Kemalist modernleşme karşısında gericiliğin ne de otoriter tek parti yönetimi karşısında demokrasinin miladı olarak nitelenebilir. Bu tarihi dönüm noktası, o güne dek ikinci sınıf vatandaş kabul edilenleri siyasi mücadelenin merkezine taşımış; ancak gerçek bir demokrasiden söz edebilmemizi sağlayacak katılım mekanizmalarını ortaya koymamıştır. (KM/GG)
Kaynakça
İCRA, Baside. Demokrat Parti Tüzük ve Programı: Demirkırat Alfabesi. Ankara: Demokrat Parti, 1992.
KARAÖMERLİOĞLU, Asım. "The Village Institutions Experience in Turkey" içinde British Journal of Middle Eastern Studies, 25, 1998.
KEYDER, Çağlar. Türkiye’de Devlet ve Sınıflar. İstanbul: İletişim, 2003.
KOÇAK, Cemil. "1940’ların İkinci Yarısında Sosyal Politika" içinde Birinci Uluslararası Tarih Kongresi: Osmanlı’dan Cumhuriyete Problemler, Araştırmalar, Tartışmalar. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1999.
MARDİN, Şerif. "Türk Siyasasını Açılayabilecek Bir Anahtar: Merkez-Çevre İlişkileri" içinde Mümtaz’er Türköne, Tuncay Önder (ed.) Türkiye’de Toplum ve Siyaset: Makaleler I. İstanbul: İletişim, 1990.
MERT, Nuray."Türkiye’de Merkez Sağ Siyaset: Merkez Sağ Politikaların Oluşumu" içinde Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik. İstanbul: İletişim, 2001.
OWEN, Roger ve PAMUK Şevket. A History of the Middle East Economies in the Twentieth Century. I.B.Tauris, 1998.
PAMUK, Şevket. "War, State Economic Policies and Resistance by Agricultural Producers in Turkey 1939-1945" içinde F.Kazemi ve J. Waterburry (ed.) Peasants and Politics in the Modern Middle East. 1991.
TİMUR, Taner. Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş. İstanbul: İmge, 2003.
SUNAR, İlkay. "Demokrat Parti ve Popülizm" içinde Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt 8, 1985.