Türkiye'de özellikle barınma, adalete, eğitime, sağlığa erişim hakları yoğun olarak ihlal ediliyor. İstihdamdaki ayrımcılık nedeniyle ya kayıt dışı çalıştırılıyorlar ya da işsizliğe zorlanıyorlar.
Neoliberalizmin Türkiye için yeni, ABD'de çoktan foslamış hava deliği "inşaat balonu"nun ürünü Kentsel Dönüşüm Projesi'yle zaten yetersiz koşullarda yaşadıkları evlerinden zorla çıkartılıyorlar. Evlerinden ediliyorlar ve yoksunluk içinde çocukları ölüyor. İkametgahsız kaldıkları için bu bahaneyle çocukları okula alınmıyor. Kamu hizmetlerinde Roman oldukları ya da uğradıkları ayrımcılığın sonucu kayıt dışı oldukları için reddediliyorlar.
Sonuçta onlar için yaratılan yoksulluğun üzerine büyük bir yoksunluk bina ediliyor; üstüne üstlük olumsuz niteliklerle "Romanlık"ı ilişkilendiren damgalama toplumda fazlasıyla yaygın ve bu damgalama, önyargılar kümesi, ayrımcılığı sürekli yeniden üretiyor.
Yasal düzenlemelerde "Türk soyundan olmak", "Türk kültüründen olmak" gibi yaygın ayrımcılığın ötesinde, doğrudan Romanlara yönelik ayrımcı ifadeler var.
Ve galiba en kötüsü, Romanların bu "yok sayma" karşısında insan haklarını savunmakla ilgili yaşadığı zorluklar. Ama bir şeyler değişiyor; Romanlar haklarını kendi hak savunucuları kuşağını yaratarak, örgütlenerek savunmaya başlıyorlar.
Bir şeyler değişiyor
"Türkiye'de Romanların Haklarının Geliştirilmesi" projesi, birinci yılını geride bıraktı. Avrupa Roman Hakları Merkezi (ERRC), Helsinki Yurttaşlar Derneği (HYD) ve Edirne Roman Kültürünü Araştırma Geliştirme ve Yardımlaşma Derneği (EDROM) tarafından ortaklaşa sürdürülüyor. Projeyle ilgili ara değerlendirme toplantısı, bu hafta sonu, 10 Mart'ta İstanbul'da yapıldı.
Nihai amaç, Romanların uğradıkları ayrımcılığı görünür kılmak, bunun karşısında Romanların haklarını savunmasını sağlamak. Bunun için 2006'dan beri, Roman derneklerinin üyeleri sivil toplum örgütleri ve insan hakları alanında aktivizm eğitimi alıyorlar. Bu eğitimler Mart 2007'de tamamlandı.
Daha şimdiden Roman gençleri haklarını savunmak için örgütlenmeye başlamış durumdalar. Öğrenilmiş çaresizlik yavaş yavaş da olsa çözülüyor.
Şimdi sıra, varolan insan hakları örgütlerinin Romanların uğradığı ayrımcılık konusunda bilgilendirilmesinde ve bununla mücadeleyi gündemlerine almalarının sağlanmasında.
Bir yandan da Türkiye'deki Romanların durumuyla ilgili bir saha araştırması yürütülüyor. Bu araştırmanın sonucunda hem Romanların kimliği, kimlik algısı, sosyal, ekonomik durumları gibi bilgiler ortaya çıkacak hem de uğradıkları ayrımcılığın boyutu ve dinamikleri.
Daha uzun erimli bir hedefse, dava yoluyla ayrımcılığa karşı hak arama. Seçilecek birkaç ayrımcılık vakası üzerinden açılacak davalarla, ayrımcılığa zemin hazırlayan yasaların değişmesi ve "ayrımcılığın bedelinin" yükseltilmesi hedefleniyor.
10 yüzyıllık dışlanmışlık
EDROM Başkanı Erdinç Çekiç, "Hak aramanın yollarını bilmiyorduk. Şimdi hak ihlallerini belgeleme becerisi ediniyoruz" diyor ve ekliyor: "Kendi sorununla kendin ilgilenmiyorsan, dışarıdan yapılan her şey havada kalmaya mahkum."
Projenin hukuk danışmanı Uğur Olca, öğrenilmiş çaresizliğe dikkat çekiyor: "Üzücü olan şu. Sulukule'de evlerinden çıkarılma için Danıştay'da beş Roman için dava açılabildi. İki mahallede binlerce Roman var, ama yalnızca beş altı vekaletname toplayabildik."
Olca, bunu ekonomik ve sosyal yoksunluk nedeniyle köklü bir "ezilmişlik duygusu"na bağlıyor. Hak arama bilincinin ve dayanışmanın eksikliğinden söz ediyor.
Roman kültürü üzerine çalışan Sosyolog Suat Kolukırık da toplumsal belleğe işaret ediyor: "Bu tarihsel dışlanma bilinciyle bağlantılı bir geri duruş. 10 yüzyıldır Romanlar bütün dünyada dışlanıyorlar."
Saha araştırmasının danışmanı, "Roman mı Çingene mi diyeceğiz" tartışmasında kendine daha kapsayıcı olduğu için Çingene (İngilizcesiyle Gipsy; ama mutlaka büyük harfle) demeyi yeğleyen Adrian Marsh, öğrenilmiş çaresizliğin çözülüşünün duygusunu anlatıyor: "Konuşabiliyor hale gelmek, 'Ayrımcılığın üstesinden gelebiliriz' hissinin oluşması önemli. Saha araştırmasında görüştüğümüz Romanlardan 'Bu kadar önemli olduğumuzu bilmiyordum' sözünü duyuyoruz."
HYD'den Emel Kurma "Hak ihlallerine elveren ortam toplumda oluşuyor. Kendi hakkını korumak, kendine benzemeyenin hakkını korumaktan geçiyor" diyor; Hrant Dink'i anımsatıyor gözleri buğulanarak. Projenin ve ERRC'nin çalışanlarından gazeteci Sinan Gökçen ekliyor: "Yasalarda, yönetmeliklerde Romanlara yönelik birçok doğrudan ayrımcılık var. Ama asıl soru(n) şu: Komşumu nasıl değiştireceğim?"
Romanlar bildiğiniz gibi değil
Saha araştırması henüz sonuçlanmış değil. Roman gençlerin doğrudan çalıştığı araştırmadan bazı bulguları Adrian Marsh veriyor. Anlaşılıyor ki, kimlikleri nedeniyle enağır ayrımcılığa uğrayan Romanlar, tekil, monolitik bir topluluk değil. Tam tersine, Romanlar dendiğinde bir çok kültürlülükten söz ediyoruz. Marsh'ın verdiği şaşırtıcı bilgilerden bazıları şöyle:
Çingene kimdir: Marsh, bu soruyu Türkiye için yanıtlamaya çalıştığımızda, Avrupa'daki ölçütlerin geçerli olmadığını söylüyor. Her şeyden önce, Türkiye'deki Romanların çoğunun "etnik azınlık" olmayı reddetmesine dikkat çekiyor. Çoğunluğu kendini, önce "Türk", sonra "Müslüman", sonra da Roman/Çingene diye tanımlıyor.
Hak aramaya yaklaşım çekingen: Yaygın bir kanının varolduğunu, hak arama yollarını kullanmanın, örneğin devlete dava açmanın bir tür "olumsuz meydan okuma" olarak görüldüğünü söylüyor Marsh.
Diller çeşitli: Etnik çeşitliliği dil, çalışma ve din yönünden inceliyor Marsh. Şaşırmaya burada başlıyoruz. Türkiye'de bir tek Çingene dili olmadığını söylüyor. Yaygın kullanılan Romales'in yanında, Kuzey Batı Hindistan kökenli dil Domari özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da konuşuluyor. Bir de Lomavre var ve -sıkı durun- fazlasıyla Ermenice'den etkilenmiş bir Çingene dili bu. Marsh, bu dillerin sayısı azımsanmayacak lehçeleri olduğuna da dikkat çekiyor.
Dinler de çeşitli: Çingenelerin çoğunluğunun Sünni Müslüman olduğunu söylüyor. Marsh. Ama Alevi Abdallar, ağırlıkla Tunceli kökenli Alevi Çingeneler, özellikle Domların arasında yaygın olan Sufiler ve -bir kez daha sıkı durun- Ermeni Katolik ve Keldani Hıristiyan Çingenelerin olduğunu da aktarıyor.
İşler de çeşitli, ama hep yoksulluk: Çingenelerin ne işler yaptıkları konusundaki klişelere dikkat çekiyor Marsh. Algıda genellikle çiçekçilik, müzisyenlik, sepetçilik var. Ama burada da durum karışık. Örneğin, zorla yerinden edilme sonucunda Ankara'daki Sepetçiler şimdi İstanbul Kuştepe'ye göçmüş durumdalar. Ağırlıkla çiçekçilik yapıyorlar; ama kendilerini hâlâ Sepetçiler olarak tanımlıyorlar. Ama ne olursa olsun, yoksulluk hep var. Örneğin Edirne'deki Romanlar arasında ayda 250 YTL altında gelirle yaşayanların sayısı azımsanamayacak düzeyde.
Ayrımcılığın yarattığı yoksulluk ve yoksunluk
Marsh, Türkiye'de Çingenelerin uğradığı ayrımcılığı şöyle sınıflandırıyor.
Barınma ve konaklama: Güvencesiz bir yaşam sürüyorlar. Evlerinden çıkarılma ve yerlerinden edilme var. Yaşam alanları da kalitesiz ve yetersiz. Su ve elektrikli aletlerin kullanımı böyle. Küçük alanlarda yaşıyorlar. Bu durum Avrupa'da da benzer.
İstihdam ve çalışma koşulları: Uzun süre sigortasız çalıştırılıyorlar. Bu nedenle sosyal hizmetlerden de yararlanamıyorlar. Çiçekçilik, ayakkabı boyacılığı, atık kağıt toplayıcılık gibi günübirlik çalışmaya zorlanıyorlar. Müzisyenlerde de durum farklı değil. Özellikle Anadolu'da kültürel değişimle birlikte, Çingene müzisyenler işsizleşiyor.
Eğitim: Evinden edilme sonucu ikametgahsızlık nedeniyle okullara kayıt yaptırılamıyor. Eğer ikametgah varsa, Çingene çocuklar ayrımcılığa uğruyor ve reddediliyorlar. Kayır yaptırılabildiğinde de sınıf içinde ayrımcılığa uğruyorlar. Öğretmenlerin Çingene çocuklardan bir şey beklemediğine dair anlatımlar var.
Sağlık: Kayıtsızlık nedeniyle yaşanan sorunların yanı sıra, Çingene olmaları nedeniyle sağlık hizmeti verilmesi reddedilebiliyor.
Genel ayrımcılık: Kitaplarda, televizyon yayınlarında, filmlerde ayrımcılığı körükleyen öğeler var. Çingenelerin yaşadıkları yerler olumsuz, tehlikeli olarak gösteriliyor. Çingeneler damgalanıyor. Genelleştirilmiş bir algıyla Çingenelerin yaşadıkları yerler "tehlikeli yerler" olarak sunuluyor.
Şiddet ve kişi güvenliği: Çingene kadın ve çocuklar şiddet görebiliyor. Keyfi tutuklamaya maruz kalabiliyorlar.
Hak arama başarı getiriyor
ERRC'den Anita Danka, Türkiye'de yasaların ayrımcılığı önlemeye yeterli olmadığını, Ceza Yasası'nın (TCK) 216. maddesininse, hep çok dar yorumlandığını belirtiyor ve esas sorunlardan birine dikkat çekiyor: Türkiye'de istihdama erişimde bu anlamda ayrımcılığı kapsayan bir yasal düzenleme yok.
Ardından Roman cemaati için bir tür "toplu cezalandırma" yaşandığından söz ediyor ve eğer mağdur Roman'sa etkili soruşturma yürütülmediğinin altını çiziyor.
Dava yoluyla hak arama için projenin hukuk danışmanlarının zorla evden çıkarma, sağlığa erişimde ayrımcılık ve sosyal hizmetlere erişimde ayrımcılık konularında yoğunlaştığını anlatıyor.
Dava yoluyla hak arama Romanların insan hakları mücadelesinde önemli bir başarı öyküsü aslında. Rakamları yine ERRC'den Saverina Danova veriyor.
"90'larda Avrupa'da bir Roman'ın polisi dava etmesi, ardından da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) gitmesi absürddü" diyen Danova, Avrupa'da ırkçı saldırıların cezasız kalmamasına ve Romanların eğitime, istihdama, sağlık hizmetlerine erişim ve barınma hakkının ihlallerine yoğunlaşan yaklaşık 500 dava açıldığını söylüyor.
Bu davaların yaklaşık 200'ü ulusal yargı sistemi içinde, 22'si de uluslararası yargıda kazanılmış durumda.
Romanlar bütün ülkelerde ayrımcılık görüyor
Brüksel merkezli Avrupa Roman Bilgi Merkezi'nden Ivan Ivanov Bulgaristan yurttaşı bir Roman. Asıl adı Hüseyin Hüseyni. Ama zorla ad değiştirme uygulamasıyla Ivan Ivanov olmuş.
Ivanov hak savunuculuğu için her şeyden önce bilgiye, enformasyona, belgelemeye ihtiyaç olduğunu vurguluyor. Ardından Avrupa'da Roman sorunu deyince akla yalnızca Orta ve Doğu Avrupa'nın geldiğini, oysa Romanların bütün Avrupa'da özellikle barınma, eğitim, sağlık ve istihdam konularında ayrımcılığa uğradığını söylüyor.
90'ların ardından yükselen milliyetçilikle birlikte Roman karşıtlığının arttığını anlatan Ivanov, eğitimde Roman çocukların hemen her ülkede ayrı tutulduğunu, ya olumsuz koşullara sahip ayrı okullara kaydolmaya zorlandıklarını ya da okul içinde sınıflarda ayrıldıklarını söylüyor.
Sosyal önyargılara dayanan ayrımcılık nedeniyle Romanların işsizlik oranı, ülkelerin genel işsizlik oranlarına göre çok daha yüksek. Birçok ülkede Romanlar resmi belgelere sahip olamıyor ve kamu hizmetlerinden yararlanamıyor. (TK)