Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) yasa tasarısını Boğaziçi Üniversitesi doktora öğrencisi ve Sosyal Politika Forumu Araştırma Asistanı Osman Savaşkan’la konuştuk.
Tasarıyla sosyal güvenlik sisteminde nasıl bir değişiklik yapılmak isteniyor?
Türkiye’deki sosyal güvenlik sistemi prime dayalı hiyerarşik bir sistem. İnsanlar bu sistemden iş gücü piyasasında bulundukları konum üzerinden faydalanıyor. Memurlar, işçiler, Bağkurlular ve sistemin dışladığı yoksul kesim, sigortasızlar var.
Yapılan prime dayalı sistemin neoliberal sosyal politika ortamına uyumlu hale getirilmesi. 7 bin prim gününü 9 bine çıkartıyorlar, emekli olma yaşını 65’e yükseltiyorlar, aylık bağlama oranını düşürüyorlar. Buna çalıştırma (workfare) ortamı diyebiliriz. Amaç insanları olabildiğince piyasanın içinde tutabilmek. Bu da sosyal politikanın anlamını değiştiren bir şey.
Bu noktayı açabilir misiniz?
Sosyal politikanın öznesi değişiyor. Keynesyen refah devletinde formel emek piyasasındaki insanların sosyal hakları temeldi. Şimdi bunlar budanıyor. Bir yandan da yoksulluk gündeme geldiği için harcamalar ağırlıklı olarak yoksullukla mücadele üzerinden yürüyor. Tam da çalışan-yoksul ayrımının silikleştiği bir dönemde çalışan yoksullar göz ardı ediliyor. Bir yandan emeğin kazanılmış hakları alınırken diğer yandan yoksulluk üzerinden sosyal harcamalar artıyor Türkiye’de. Yeşil kart buna örnek. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) yoksullar üzerinde kurduğu hegemonyayı anlamlandırabilmek için bu nokta çok önemli.
Sosyal harcamalar artıyor dediniz. Yeni yasadaki düzenlemeler sosyal güvenlik sistemindeki açığı kapatmak söylemiyle meşrulaştırılırken bu bir çelişki değil mi?
Sorun finansman açığı değil. “Açık” çok ideolojik bir laf. Kaynak yok değil. Mesele kaynakların nasıl kullanılacağıyla ve dağıtılacağıyla ilgili. İşverene iş kurması için o kadar teşvik veriyorsun, işçiye bir şey vermiyorsun.
Harcamalar artıyor ama nasıl ve kime? Yardım daha çok çocuklara ve yaşlılara yapılıyor. Çalışabilir insanlar çok fazla sosyal yardım almıyor. Onlar piyasada tutulmak isteniyor. Neoliberal ideolojiye uygun bu: Çalışabilir olanların haklarını al, onları piyasada kendi başlarına bırak, çalışabilir olmayanlara sosyal yardım yap.
Siz nasıl bir sosyal politika yaklaşımı öneriyorsunuz?
Prime dalı sistem yerine vergiye dayalı bir sistem olabilirdi. Yani iş gücü piyasasındaki konumundan bağımsız olarak herkesin sosyal güvenlik sistemine dâhil olması. Bu Türkiye için makul çünkü emek piyasası son derece kayıt dışı bir yapı arz ediyor. Amaç herkesi sosyal güvenlik şemsiyesi altına almak olmalı.
Mevcut tasarı emek piyasası koşullarını dikkate almıyor. Kayıt dışı kapsam içine alınmıyor. 1999’da Yaşar Okuyan döneminde de aynı paradigma içinde kalınarak bir değişikliğe gidilmişti. O zaman "Artık 60-70 yıl sorun olmaz" denmişti; fakat 2004’ten itibaren yeniden konuşmaya başladık. Asıl sorun kayıt dışılık. Bu insanlar sisteme dâhil edilmediği müddetçe sorun çözülmez.
Tasarı Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası gibi örgütlerin politikalarıyla, küresel sermayenin çıkarlarıyla özdeşleştiriliyor, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biz genelde sosyal politikayı apolitik bir alan olarak biliriz. “IMF ve Dünya Bankası’nın dediği olur” diye düşünüyoruz. Halbuki öyle değil. Evet, bir piyasalaşma var ama bu piyasalaşmanın nereye gideceğini buradaki güç ilişkileri belirler. Sosyal politika ortamında IMF ve Dünya Bankası’nın yanı sıra AKP, sendikalar, özel hastaneler, özel emeklilik ve sigorta şirketleri gibi aktörler var. Bunlar arasında bir mücadele alanı sosyal politika.
"AKP sermaye uşağıdır" şeklindeki bakış çok yüzeysel. Örneğin Dünya Bankası ve Türk Sanayicileri ve İş Adamları Derneği (TÜSİAD) emeklilik sisteminde daha radikal bir reform istiyordu. Devletin başlıca aktör olduğu hâlihazırdaki sistem yerine ağırlığını zorunlu özel emekliliğin oluşturduğu bir sistem… Ama sosyal politika alanında bugün en belirleyici aktör olan AKP böyle bir değişikliğe gitmeyi tercih etmedi. Sağlık alanında da özel hastaneler ciddi ölçüde teşvik edildi, büyük hastane zincirleri oluştu; fakat çıkan son iki yönetmelik hükümetle bu kesimler arasındaki mücadeleyi gözler önüne serdi.
Çalışanlar ve yoksullar bu güç mücadelesinde etkin bir aktör olabilir mi?
Siyasetin gücüne inanmak lazım. Bu kanun ilk kez 2004’te gündeme geldi. O zamandan beri yapılan mücadeleler işi buraya kadar getirdi. Her şeye rağmen sendikalar bazı noktalarda değişiklikler sağladılar. Son olarak da tasarıyı tekrar görüşülmek üzere geri çektirdiler. Bu dönem küresel sermayenin güçlü olduğu bir dönem. Zaten o nedenle neoliberalizmden bahsediyoruz. Ama bu hegemonya kırılabilir. Bu da mücadeleyle olur. (KM)