Geçtiğimiz günlerde Raskolnikov'a rastladım. Yaklaşık iki yüzyıl önce (1866) onu tanıdığımda dört aylık gecikmiş kirası vardı. Üstelik evin sahibesi yaşlı kadın onu mahkemeye vermeyi düşünüyordu. Biliyorsunuz Raskolnikov, "eski bir Petersburg evinin bir dolabı andırır küçücük çatı bölmesinde" otururdu. O hep yalnız, insanlardan kaçan halinden tanımadım sadece; ağır, kararsız adımlarıydı belki onu tanımama neden olan.
Raskolnikov'u İstiklal Caddesi'nde gördüğüm andan itibaren takip ettim. Tünel'den aşağı inmeye başladığında Karaköy'e doğru gideceğini anlamıştım. Tam olarak Galata Köprüsü'ne yönelmişti ki, onu durdurdum. Kendisini çook uzun zamandır tanıdığımı ve konuşmak istediğimi söyledim. Anlamsızca ama daha çok ürkerek bakıyordu yüzüme. Kim olduğumu sorma girişiminde bulunmamasından, bir anca önce yanımdan ayrılmak istediğini anlamıştım.
Ama onu bırakmaya hiç niyetim yoktu. O ise, "sizi tanımıyorum, benimle ne konuşacaksınız?" diye sorarken az önce işlediği cinayetten haberdarmışım gibi yüzünün sarardığını ve alabildiğine tedirgin olduğunu gördüm. Onun borç para aldığı yaşlı tefeci kadını mutlaka öldüreceğini biliyordum ama söz konusu cinayeti henüz tasarlama aşamasında da olabilirdi. Bir ihtimal öldürmüş de olabilirdi. Kimbilir, kirasını ödeyemediği için ev sahibiyle merdivenlerde karşılaşmayı atlatmanın heyecanını da yaşıyor olabilirdi.
Tedirginlik anından yararlanıp onu adeta Galata'da sıra sıra dizilmiş birahanelerden birine doğru iteledim. Daha doğrusu "şöyle oturabiliriz" dediğimde itiraz edemedi. Söylemiş miydim bilmiyorum ama ben Raskolnikov'la konuşmayı uzun zamandır hedefliyordum. Taksim'de de onu göreceğimi biliyordum. (Zira, İstiklal Caddesi'nin "kalabalığında kaybolduğunu" birilerine söylediğini duymuştum ama nereden, kimden duyduğumu hatırlamıyorum.) Bu yüzden onunla karşılıklı oturup konuşmam şimdi bana pek de olağanüstü gelmiyordu, bu karşılaşmayı hayalimde defalarca yaşamış olduğumdan belki.
Biralarımızı yarılamamıştık ki konuyu açtım. Onun da tedirginliği gider gibi olmuştu zaten. Her an gideceğini düşündüğümden olsa gerek, sorularımı ardı ardınca sıralamaya başlamıştım ki, durmak zorunda kaldım. Yüzünün sapsarı kesilmesinden ürkmüştüm ama soru da ağzımdan çıkmıştı bir kere..
- Sizin epeydir bir cinayetin eşiğinde olduğunuzu biliyorum, öldürmek zorunda mısınız? Öldürdünüz mü yoksa?
- Ne denli zorlu bir işe girişmek istiyorum, ama aynı zamanda de ne denli boş şeylerden korkuyorum! Hmm...Evet...Hem her şey insanın kendi elinde, hem de insan yalnızca korkaklığı yüzünden ne fırsatlar kaçırıyor...Bu artık yadsınamaz bir gerçek, bir belit. İlginç bir şey, acaba insanlar en çok neden korkarlar? Atacakları yeni bir adımdan, kendi söyleyecekleri yeni bir sözden herhalde... Ben de amma gevezelik ediyorum ha! Gevezelik ettiğim için de hiçbir şey yapmıyorum. Ya da şöyle, hiçbir şey yapmadığım için gevezelik ediyorum. Gevezelik bana şu son ay içinde günlerce bir köşede yatmaktan ve düşünmekten gelmiş bir şey. Düşündüklerim de bir şey olsa bari, ipe sapa gelmez şeyler... Peki şimdi neçin gidiyorum? Yapabilecek miyim düşündüğüm şeyi? Hem ciddi bir şey mi bu? Hayır, hiç de değil. Düşlerle avutup duruyorum kendimi; oyuncaklarla! Evet, evet oyuncaklarla!
-Korkmanız son derece doğal değil mi? Yaptığınız ya da yapacağınız eylemle hayatınızın artık bir daha düzelmemecesine kararması söz konusu...
Beni sıradan bir katil yerine koyduğunuzun farkındayım. Öldürdüğüm insan yaşlı, tefeci bir kadın. Çok parası var ve hiç bir işe yaramadığı gibi insanların kanını emiyor. Ben yoksulların intikamını aldım onu öldürerek. Tarihte büyük kişiler de yoksulları düşünerek kendilerini hiçe sayan şeyler yapmışlardır. Ama bana niye öyle bakıyorsunuz? Üç gündür hiç bir şey yemedim. Çok yorgunum üstelik. Şu üstümde gördüğünüz kıyafetin döküntüsünden benim o tefeci kadının parasında gözüm olduğunu mu çıkardınız yoksa? Bu kente geldiğimden beri yoksulluğu ve kendi çaresizliğimi düşünmekteyim. İnsanların sefaleti beni kahrediyordu, onlar için bir şey yapmalıydım. Ben onlar için öldürdüm. Niye öyle bakıyorsunuz? Beni bir zavallı mı sanıyorsunuz? Ben çok büyük bir şey yaptım, çok büyük. İnsanlık adına adım attım. Ama bunları öldürmeden önce daha çok hissediyordum. Şimdi öyle hissetmiyorum. Kimse beni anlamıyor. Sizden önce Sonya'yla konuştum o da yaptığımdan dehşete düştü. Ben ne yaptım?
-Bu kadar kendinize yüklenmeyin. Günde kaç kişi öldürüldüğünü biliyorsunuzdur herhalde. Bugünkü gazetelere bakmadım ama daha dün bir adam karısı ve çocuklarını öldürdü. Sonra da kendini öldürmek istemiş başaramamış. Kendinizi yalnız hissetmeyin diye söyledim...
Bakın onlara çok üzülüyorum. Karısını ve çocuklarını öldüren adamın nasıl bir acı içinde kıvrandığını tahmin edebiliyorum. Kimbilir benim gibi nasıl bir çıkmaz yaşamıştır. Kıvranmıştır çaresizlikten. Ben o adamı tanıyor sayılırım. İçine düştüğü derin ızdıraptan tanıyorum onu. İşsizmiş bunalıma girmiş, bu dünyadan silmek istemiş kendisini ve ailesini. Televizyonda gördüm onu, temiz bir yüzü vardı üstelik. Öyle şaşkındı ki, ne yaptığınıı biliyor muydu acaba? Size bir şey daha itiraf edeyim. Benim iki sokak arkamda oturuyorlardı onlar. Adamı evin çevresinde boş boş dolaşırken çok gördüm. Kendimi her dışarı attığımda onunla karşılaşırdım. O da benim gibi dalgın dalgın yürürdü. Bir kaç kez de kendi kendine konuştuğuna tanık oldum. Sürekli "şerefsizler" deyip duruyordu. Bir yerlerden umudu kırık olarak döndüğünü hissediyordum. Sonra da cinnet geçirmiş diyorlar. Ama onun içinde bulunduğu durum cinnetti zaten. Onu görmek bana kendi durumumu hatırlattığından, kendime karşı daha katlanılmaz bir duruma düşüyordum. Sonunda...
-Sürekli etrafınıza bakıyorsunuz. Korkmayın, henüz polise gitmediyseniz bir sorun yok demektir. Hem rahat olun, size söyledim; bu ülkede yüzlerce cinayet işleniyor ve katiller de gayet rahatlar. Rahatlar çünkü, polisin kendilerini yakalamak için hiç bir şey yapmadığını, üstelik korunduklarını biliyorlar. Siz, üstelik yaşlı bir tefeciyi öldürerek insanlığın yararına iyi bir şey yaptığınızı söylüyorsunuz...
Hah, güldürmeyin beni! Beni koruyacaklarını mı söylemek istiyorsunuz? Polisin yani. Peşimdeler biliyorum.Üstelik hava da çok boğucu bugün. Siz o katillerle beni aynı kefeye koyuyor gibisiniz. Benim bir Hrant Dink'i öldüreceğimi düşünebilir misiniz hiç? Ama durun, yüce bir amaç için insan öldürdürmek yanıltıcı bir şeymiş. Yaşlı kadının gözlerime baktığı son an hiç gitmiyor hayalimden. Şimdi düşünüyorum da, Hrant Dink'i öldüren çocuk da iyi bir şey yaptığını, bir "Türk düşmanını" öldürdüğünü söylüyor. Ben de insanların kanını emdiği için bir tefeci yok ettiğimi düşünmüştüm. Aramızda bir fark yokmuş gibi gözükebilir. Benim şimdi içine düştüğüm derin vicdan azabını o genç yaşıyorsa eğer...ama onunla aramızda nasıl bir benzerlik olabilir ki? Ben bunu yapmadan önce çok düşündüm. İzbe odamdan çıkıp, İstiklal Caddesi'nde kaybolduğum anlarda hep bu durumu düşünüyordum. İnsalığı bu tefecilerden kurtararak iyi bir şey yapacaktım. Tefeci kadına borcu olan onlarca yoksul insanı kurtaracaktım. Bu hisle bazen öyle coşuyordum ki, açlığım, kimsesizliğim aklıma bile gelmiyordu. O daracık izbede olduğumu unutup, bambaşka, aydınlık bir dünyanın içine az girmedim. Ama, Hrant'ın katili aynı şeyleri düşünmemiştir eminim. Hatta kişisel anlamda hiç düşünmemiştir. Güçlü abileri popohlamıştır onu. Yüksek makamlarda ağırlanmıştır. Sonrası için bir dolu vaatlerin çekiciliğine kapılmıştır. Alacağı ödül ölçülüp biçilmiş, tam da mahrum olduğu istikbal tutuşturulmuştur ellerine. Kimbilir sırada daha nice aynı istikbale sahip olmak isteyen onun gibi genç var.
-Siz de çok gençsiniz...
Gençtim...öldürdükten sonra artık gençliğimi de yitirdiğimi sanıyorum. Şimdi derin bir boşlukta yüzüyorum. Ellerimin titremesini durduramıyorum. Çevreden farkediliyor muyumdur sizce? Sonya polise gitmemi söyledi. Evet evet doğrusu polise gidip her şeyi anlatmak.
-Belki sizi Ergenekon davalarına dahil ederler. Sıradan bir katil -pardon-, değilsiniz ya... İnsanlık adına cinayet işlediğinizi söylemeyin isterseniz...
-Biliyordum böyle olacağını. Olabileceklerin en kötüsü bu! Böyle bir saçmalık, böyle bir anlamsız ayrıntı her şeyi alt üst edebilir! Evet, doğrusu fazla göze batan bir dava olur bu. Göze batması gülünçlüğünden... Üstümdeki paçavralara bakıp, benim kim olduğumu anlayacaklardır nasılsa. En önemlisi de bu: sonradan anımsarlar. İşte sana bir ipucu! Olabildiğince ayrımsanmamaya, göze batmamaya çalışmalıyım... Ayrıntılar çok önemli! Ayrıntılar mahveder her zaman her şeyi... Hayır, benim bildiğim Dünya değişmiş olamaz. Koşulların ağır olduğu su götürmez! Kapitalis ekonominin azgınlığı sayesinde acımasızlık aldı başını gidiyor. Bütün söylemlerin satıraralarında cinayet çağrıları var. Üniversiteymiş, buraya gelene kadar çektiğim onca zahmet yetmemiş gibi burada var olabilmek için de o zahmetin binbirtürlüsünü yaşadım. Bir temizlik gerekiyor. Bir temizliğin ne olduğunu anlıyor musunuz siz? Anlıyor musunuz, anlıyor musunuz? Daha aşağılık, daha bayağı bir temizliğin ne demek olduğunu anlıyor musunuz?
-Size nasıl yardımcı olabilirim? İsterseniz kendi çağınıza dönün diyeceğim ama değişen bir şey olmayacak. Üniversitede okumak için bu kente gelmeniz kaçınılmazdı. Ardından da, insanlık adına bir şey yapmaya çarpıp, sonradan bunu acı bir şekilde ödemek kaderinizmiş gibi gözüküyor...
İşte bilmecenin çözümü bu. Uysallıkla yazgıma boyun eğip, onu olduğu gibi kabul etmem gerekiyordu yani. Yaşama, sevme, çalışma haklarımdan vazgeçip, içimde ne varsa baştan boğduğumu biliyorum. Gerektiği zaman tüm ahlaki duygularımızı bastırıp, özgürlüğümüzü, huzurumuzu, hatta vicdanımızı, her şeyimizi, her şeyimizi bitpazarında satışa çıkarttık. Başka çaremiz yoktu.Biz böyleyiz işte her şey ortada. Siz bana yardımcı olamazsınız. Nasıl bir özveride olduğunuzu iyi düşündünüz mü? Gücünüz yetecek mi? Çıkarlarınıza uygun mu? Akıllıca mı? Bana yardım isteğiniz saygıya dayanmayacağına göre... nefret, aşağılama olmalı... Ben ne olacağım?... Ne sanıyorsunuz siz beni? Sizden böyle bir özveri istemiyorum, istemiyorum... kabul etmiyorum...
-Oturun lütfen! Nereye gidiyorsunuz? Bakın, rahat olun. Bu gördüğünüz polislere alışmalısınız artık. Onların her mekanda ve caddede böyle arz-ı endam etmeleri sizi şaşırtmasın! Sakin olun, bizden şüphelenecekler yoksa. Hah gördünüz mü işte, şu elinde telsiz olan amir yanımıza geliyor şimdi, önce oturun, ben idare ederim.
Amir yanımıza geldiğinde, Raskolnikov polisi dikkatle süzmekle kalmamış, dik dik bakmaya başlamıştı. Esmer, geniş yüzlü, kısık bakışlı, sakakları kırlaşmaya durmuş amirin delici bakışları ikimizin üzerinde gidip geliyordu. Raskolnikov aniden yerinden fırlayarak polisin koluna asıldı. "İyi ki geldiniz" gibi laflar etmeye başladı. Diğer masalarda oturanların bakışları bizim olduğumuz tarafa yönelmişti. Raskolnikov'un amirin koluna asılması ekiptekilerin ivecenlikle yanımıza koşup, etrafımızı sarmasına neden olmuştu. Bir anda ortalık kargaşaya kesmişti, Raskolnikov, "benim adım Raskolnikov, üniversite öğrencisiyim" diye bağırıyordu. Etrafımızı çeviren polisleri iteleyerek diğer masadakilere hitaben "burayı iyi izleyin, siz de öğreneceksiniz!" diye bağırdı tekrar. Yeniden amire döndü, masaları tek tek dolaşarak mendil satan genç kadının yanına götürdü. "Bakın genç bir kadın nasıl da perişan görüyor musunuz?" dedi. "Bu genç kadının buralarda mendil satmasına ne diyorsunuz? Buna engel olmamız lazım! Buralardan gitmesi gerek, ne yapabiliriz?" Bu kez de, kadının etrafını sarmıştı herkes. Kadın etrafına şaşkın şaşkın bakıyor, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. İşin tuhafı amir ve ekibi de alışık olmadıkları bir durumun şaşkınlığını yaşıyorlardı. En çabuk toparlanan kadın oldu. Önce galiz bir küfür savurdu. "Defolun başımdan" dedi.
İşin tuhafı emniyete nasıl götürüldüğümüzü hatırlayamam. Uzun bir sorgulamadan geçtiğimizi söylememe gerek yok. Raskolnikov, sorgulamada insanlık için yaşlı bir kadını öldürdüğünü söylese de, ne onun söyledikleri ne de benim Raskolnikov'la ne için buluştuğuma dair itirafım dikkate alındı. Uzun süredir o ve ben tutuklu bulunduğumuz cezaevinde mahkemeyi bekliyoruz. Gazetede boy boy resimlerimiz çıktı. Kanıtlanmamış bir dizi siyasi olaya ve ilinti(z)m bulunmayan bir örgüte dahil edilmiş bulunuyoruz. Raskolnikov'un buralarda kimsesi bulunmadığından, alilemin benim için tuttuğu avukat doğal olarak Raskolnikov'la da ilgileniyor. Ancak avukatımın söylediğine göre bu davalar bir hayli zaman alırmış. Anlayacağınız Raskolnikov'un peşine düşmem bana bir hayli pahalıya mal olmuş bulunuyor.(AS/EÜ)
____________________________________________________________________________________
NOT: Yukarıdaki söyleşi tümüyle sanaldır. "Bold ve italik" olarak yazılmış bölümler "Suç ve Ceza"dan aynen alıntılanmıştır. Yalnızca "italik" olarak yazılmış bölümler ise yine kitaptan alınıp güncelleştirilerek uyarlanmıştır.