İskelenin önünde toplanmış kalabalık bir türlü dağılmak bilmiyordu. Biriken kalabalığı merak edenler de anında o yığılmanın bir parçası oluyordu. Kalabalığa eklenenlerin gitmemesi, üstelik kalabalığın giderek büyümesi başkalarının da ilgisini çekiyor, aynı meraklı yaklaşım, aynı ısrarlı bekleyiş devam ediyordu. Öyle bulaşıcı bir etki oluşmuştu ki, doğrusu bu tip meraklı kalabalığı görür görmez hızla geçen ben de söz konusu kalabalığın parçası oluvermiştim.
Ne olup bittiğini halen anlayamamıştım, kalabalığın izlediği her neyse çok eğlenceli görünüyordu. Zira izleyenlerin yüzündeki istihza, tebessüm, alaycı mimikler birbirine karışıyor, kalabalığın arasında görünmese de sesi duyulan bir adamın söylediklerini onaylıyor, alkışlıyor, zaman zaman da 'yuh'luyorlardı. Gün boyu sokakları, caddeleri dolduran, bir girdap halinde oradan oraya sürüklenen işsiz kalabalığa eğlence çıkmıştı belli ki. Ara ara konuşmakta olan adamın sesini "ben de içişleri bakanıyım, ama istifa ettim" türünden kalabalıktan gelen sesler bastırıyordu.
Çevremdekileri iteleyerek insanları çevresine toplayan adamı görmeyi başardım sonunda. Bir tür nutuk verir gibi konuşuyordu. Üzerinde kot pantolon ve mavi bir gönlek vardı. "Amerika'nın başkanı" olduğunu, "insanlara yardım etmek" için geldiğini söylüyor, ülkenin Amerika'ya olan tüm borçlarını da yok sayacağını belirtiyordu. Niye yalan söyleyeyim, ben de güldüm. Doğrusu, kalabalığa da hak verdim, izlenmeye değer bir durum vardı sahiden de. Amerika başkanı olduğunu iddia eden adamla aramızda bir kaç adım mesafe oluşmuştu. Kalabalığı yararak adamın yakınına kadar nasıl sokulduğumu doğrusu ben de anlamamıştım, benden de korkulurdu hani. İşsizler, ezilmişler kalabalığı, daha doğrusu ordusuyla adam arasında görülmez bağlar olduğunu fark etmem de o esnada oldu. Şimdi niye ısrarla orada kaldığımı anlamışsınızdır.
Adamın söylediklerinden öte, kalabalığın üzerinde bıraktığı etki çok çarpıcı görünüyordu. Sanki tek tek her birinin içine girmiş, tüm özlemlerini, isteklerini dile getiriyordu.
CIA araya girmiş....
Sefil görünümlü kalabalıktan bir kaç kişiye dikkatli baktığımda gözlerinin parladığını gördüm. Adam da en çok kendisiyle arasında bağ kurduğu kişilere bakarak konuşuyor, coştukça çoşuyordu. Neler demiyordu ki, "şimdiki halinize aldanmayın, ben biliyorum ki her biriniz önemli mevkiilerdesiniz ama farkında değilsiniz. Ben de önceden sizler gibiydim, kimse yüzüme bakmıyor, adam yerine koymuyordu beni. Yedinci sınıf bir memur olarak aldığım para da öyle azdı ki, hayatımın sınırları en alçak seviyede belirlenmişti artık. Çok büyük ızdıraplar çekerek yaşadım. Beni asıl kendime getiren de, (adını söylemek istemiyorum) önemli bir bakanın kızı oldu. Bana aşıktı tam evlenecektik ki, gitti holding sahibinin oğluyla evlendi. İşte onun evliliğinden sonra aklım başıma geldi. Ben koskoca Amerika'nın başkanıydım aslında. Öyle elim kolum bağlı duramazdım. Evlenmeyi düşündüğüm, aşık olduğum kız benim gücümden korkmuştu. Daha sonra öğrendim ki, bizim CIA'den korktumuşlar kızı, "sakın başkana yanaşma, bir an önce ondan uzaklaş. Başkanımızın kafasını karıştırma" demişler. Zavallı kız ne yapsın, bana iyilik olsun diye gitmiş, holding sahibi aile dostlarından birinin oğluyla evlenivermiş. Bu üzüntüyle hemen kolları sıvadım, soluğu burada aldım. Bari işsizlerin, yoksulların, zavallıların bol olduğu, -üstelik de ülkeme bir hayli borcu olan- bu ülke insanlarına yardım edeyim dedim. Söyleyin kötü mü yaptım?" Kalabalık "yaşaa!" diye bağırırken, bir taraftan da gülüyordu.
Aksentin İvanoviç Poprişçin'i hemen tanıdım aslında. Akıl hastanesinden kaçmış, taa buralara kadar gelmişti demek. Poprişçin'i tanıma olanakları olmayan kalabalığa baktım, içimden 'Poprişçin sizin için gelmiş salaklar, size sizi anlatmak için' dedim.
Her biriniz birer Poprişçin'siniz...
"Vasilyeviç Gogol 1842'de, Bir Delinin Hatıra Defterini yazarken, Poprişçin'i biraz da sizi düşünerek yarattı. Poprişçin bu yüzden sizi çok etkiledi. Her biriniz birer Poprişçin'siniz. Her birinizin aklından geçenler, tıpkı onun aklından geçenlerin aynısı. Hiç bir şansınızın olmadığını bal gibi de biliyorsunuz. Her gün bu caddeleri, sokakları, iskele önlerini, kuytuları dolduracak, umutsuzca etrafınıza bakacaksınız. Akşam evlerinize gidip, zenginlerin yaşamını, 'büyük aşkları' anlatan televizyon dizilerinin karşısında hayallerinizle başbaşa kalacaksınız. Futbol starlarının attığı gollere karşılık, naralarınız evlerinizin dışına taşacak. Hanginiz o gol krallarından biri olarak uyanmayı istemediniz ki. Seyrettiğiniz dizideki yakışıklı, yüksek bürokratın oğlu yerinde değil miydiniz? Rüyalar gibi güzel zarif, soylu kız sizin de sevgilinizdi. İşte hayallerinizi gerçekleştiren biri var karşınızda. Sizin için Rusya'daki akıl hastanesinden kaçıp, gelmiş." Bunları kalabalığa söyledim mi? Yoksa ben de... Bana ne oluyor, herkes bana bakıyor. Bunları söylediğim için mi bakıyor?
Aksentin İvanoviç Poprişçin'e bak, sanki deli kendisi değilmiş gibi, şaşkınlıkla bana bakıyor. Yanıma gelecek gibi, eyvah!...
-"Siz benim Poprişçin olduğumu nereden anladınız?"
Bana sorduğu soru kalabalığın kafasını karıştırmıştı. Ben de, kalabalığa dönüp, 'bakmayın siz o önceden İspanya Kralı'ydı" dedim. Yığıntı, bir deli daha bulmanın heyecanıyla bir hayli keyiflenmişti. Birisi, "etraf kraldan, Amerika başkanından geçilmiyor" diye kahkaha attı. Bana yardım etmesini umarak Gogol etrafta mı diye çevreme baktım. Belli ki, Poprişçin'inle birlikte gelmiş, sonra da sıvışmıştı. Poprişçin de zaten 1842'deki haline dönmüş, monolog yapar gibi konuşarak, adeta transa geçmişti.
General veya kral olabilirim...
-"Dona Ah, şu anda general olmayı ne çok isterdim! Sofi ile evlenmek için değil; sırf şube müdürünün önümde nasıl eğildiğini, ufak memurların karşımda nasıl elpençe divan durduğunu görmek için... O zaman Kamer Yunker gibileri, ben yanlarından geçerken, esas duruş vaziyeti almak zorunda kalırdı. Ben de suratına tükürür geçerdim itin! Hepsi yerin dibine batsın! Mendebur köpeğin mektupları canımı sıkmaya başladı, işte, hepsini de yırtıp çöp kutusuna atıyorum! Hayır olmaz! Bu evlilik âdil değil! Sofi gibi bir melek, Kamer Yunker gibi bir şeytanın koynuna giremez! Yalan bu! şube müdürünün uydurduğu, köstebek Meci'nin de Fidel'e uçurduğu bir balon bu!.. Hem şu Kamer Yunker de kim oluyormuş? Çar hazretlerinin kapı kulu, kılıçlı bir köpek!.. Saray muhafızı oldu diye, kral olmadı ya! Benden üstün neyi var merak ediyorum? Düşündükçe aklım karışıyor... Hem neden ben yedinci dereceden bir memurum? Belki daha yüksek bir adamım da bundan haberim yok... Bir kont, bir general veya bir kralım da... Kendi kendimi tanımıyorum... Tarihte buna benzer örnekler çok... Belki gerçek adım Aksenti îvanoviç değil de daha soylu bir isimdir... Gerçek makamım ve gerçek ismim ortaya çıksa; sırtımda general üniforması, omuzum- da pml pırıl sırmalı apoletler, göğsümde çapraz kılıç madalyası ile bizim yosmaya görünsem ne yapar acaba? Babası olacak umum müdürümüz ne hallere girer, kim bilir? Ah, ne makam düşkünü, ne hırslı adamdır o! Mason... Evet, yüzde yüz mason bizim general!.. Az konuşması, çok okuması, tokalaşırken sadece iki parmağını uzatması... Zaten çoktandır ondan şüpheleniyordum...
Tüm hayallerin gittiği an...
-Bugün bir gazete aldım. Okuyorum, ama aklım hep meçhul kimliğimde... Sıradan bir insan, hele yedinci dereceden bir memur olmadığım kesin!., öyleyse ben neyim ve kimim? Birden gözüm dış haberler sayfasına takıldı. İspanya'da siyasi durum pek karışıkmış. Taht devrilmiş, devlet ileri gelenleri idareyi kime vereceklerine karar verememişler. Her yerde isyan hareketleri başlamış, bu iş bana çok garip göründü... Taht nasıl devrilmiş? Yaşlı bir senatörü tahta oturtmak isteyenler varmış... Kral kayıpmış... Bu mükün değil! Taht kralın hakkıdır. Yaşlı bir senatörün önünde kim eğilir? Kral nasıl kaybolur? Taht kralsız, devlet başsız olur mu? Kral vardır! Arasınlar, bulsunlar!.. Fransa, İngiltere veya Almanya... Ne bileyim, bir yerlere gitmiştir... Daireye gitmeye hazırlanıyordum. Aklım yine şu İspanya işine takıldı. Gitmekten vazgeçtim. Nasıl sıradan bir senatörü kral koltuğuna oturturlardı? Her şeyden önce bir şeref meselesi bu... Sonra, Avrupa da tanımaz bu senatörü!.. Başta Fransa itiraz eder. ingiltere ibe bahane arıyor... İspanya'ya ait bir iş neden beni böyle derinden etkiliyor? Elim hiç bir işe varmıyor... Yemekte çok dalgın olduğumu Mavra Ana da farketmiş. Bir ara iki tabağı birden yere fırlatmışım... ikisi de kırılmış tabiî. Yemek yemekten vazgeçip dolaşmaya çıktım. Akşama kadar düşünmek için sakin bir yer aradım. Geziden dönünce yattım. Yattığım yerden ispanya meselesini çözmeye çalıştım..."
Poprişçin, kalabalığa verdiği söylevi bırakıp, kendi kendine konuşmaya başlayınca kalabalık da çoktan dağılmıştı. Sadece ben ve o dımdızlak ortada kalmıştık. "Gel Poprişçin, seni ülkene, zamanına göndereyim" dedim. Ama bu sefer de, öylesine bir ağlama tutturdu ki, sanki tüm hayalleri bir anda onu terk etmiş, tıpkı çevremizde kimse kalmaması gibi savunmasız öylece kalakalmıştı. (AS/EÜ)
___________________________________________________________________
Not: İtalik-bold olan bölümler, N.Gogol'ün "Bir Delinin Hatıra Defteri" uzun öyküsünden alıntılanmıştır.