Sanırım bize çocukluğumuzdan beri yutturulan ya da yutturulmaya çalışılan en büyük palavra, bu toprakların hoşgörü toprakları olduğudur. Bu palavrayla birlikte sürekli bir mozaik benzetmesi yapılır durur.
Mozaiği oluşturan her bir taş parçası, çevresindeki taş parçalarından bağımsız olarak tek başına var olabilir. Yanındaki yöresindeki taşlardan dolayı formu bozulmaz, varoluşu engellenmez. Dolayısıyla bu mozaik benzetmesi, bu topraklarda yaşayan tüm insanların kültürlerini ve varoluşlarını sorunsuzca yaşayabildiklerini imler.
Peki, gerçekten böyle mi? Bu topraklarda yaşamış ve yaşayan tüm farklılıklar gerçekten farklılıklarını diledikleri gibi var edebiliyorlar mı? Bu topraklar gerçekten hoşgörü toprakları mı? Eğer bu topraklar bu kadar hoşgörülüyse, geçmişte yaşanmış ve günümüzde hâlâ yaşanan felaketler, katliamlar, cinayetler, yakıp yok etmeler nasıl açıklanabilir?
Türkiye’de Farklı Olmak
Geçenlerde kamuoyuyla paylaşılan ‘Türkiye’de Farklı Olmak, Din ve Muhafazakârlık Ekseninde Ötekileştirilenler’ başlıklı araştırmanın sonuçları da, aslında bu toprakların bize yutturulmaya çalışıldığı gibi hoşgörü toprakları olmadığını gösteriyor.
Araştırmanın sonuçları bir yandan inanılması güç, ama bir yandan öylesine tanıdık ki. Bir bakıma, çocukluğumdan beri duyduğum, duyabileceğim; gördüğüm ve görebileceğim olaylar bunlar.
Çocukluğumdan beri Alevilere ya da Kürtlere yönelik düşmanlıklara bizzat tanık oldum. Kürt demenin bir hakaret olduğu öğretildi bana. Ya da Alevilerin temiz olmadıkları… Maalesef Ermeniler ve Rumlar o kadar azdılar ki, neye benzedikleri hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Bir tek okulda onlar hakkında bir şeyler duyuyordum, ama duyduklarım daha çok ihanetle ve düşmanlıkla ilgili şeylerdi.
“Düşman”ı Öğretmek
Üstelik eğitim sistemimizdeki bu düşmanlıklar hâlâ aşılanmaya devam ediyor. Okula yeni başlayan yeğenim, büyük bir mutlulukla gelip yeni öğrendikleri bir şarkıyı bana söylediğinde kanım donmuştu. “Askerin gemisi kırmızı bayraklı, düşmanın gemisi mavi bayraklı” gibi bir şeyler söylüyordu, söylediklerinin ne kadar kirli ve kanlı olduğunu bilmeden.
Bu topraklardaki çocuklara, okula başlar başlamaz öğretilen şarkılar da bile düşmanlar var. Üstelik düşmanların kim olduğu da bayraklarının renkleri tarif edilerek beyinlerini kazınmaya çalışılıyor. Daha okumayı sökmeden, askerler, düşmanlar sözcük dağarcığına zorla sokuluyor. Düşmanların kim olduğu da ilerleyen yıllarda tüm detaylarıyla anlatılıyor zaten.
Unutturulanlar
Düşmanların kim olduğu tekrar tekrar anlatılmasına rağmen, bu topraklarda yaşanan utanç verici, yüz kızartıcı olaylara asla değinilmiyor. Değinilse bile geçiştiriliyor, her seferinde küçük, değersiz bir detay olarak kalıyor.
Böyle bir eğitim sisteminden geçen biri olarak, yıllar sonra 6-7 Eylül Olayları’nı, Maraş Katliamı’nı, Kanlı 1 Mayıs’ı duyunca oturup saatlerce ağladığımı hatırlıyorum. Bu olaylardan nasıl böylesine bihaber olabildiğime, nasıl sistemli bir biçimde bihaber bırakıldığıma lanet ettiğimi hatırlıyorum.
Üstelik bu olaylara sebep olan düşmanlıklar hâlâ devam ediyor. Bu düşmanlıkları engellemek adına ise neredeyse hiçbir şey yapılmıyor.
Örneğin internette Ogün Samast hayranlarının kurduğu bir yığın topluluk var. Her biri şiddet çığırtkanlığı yapmasına rağmen, varlıklarını hâlâ sürdürebiliyorlar: “Ogün Samast & Yasin Hayal Hayranları”, “Vatanını Seven Ogün Samast Leyla Zana’yı da Vursun!”, “I’m Ogün Samast” ya da “Ogün Samast Hayranları Buraya” gibi… Hatta daha geçtiğimiz haftalarda bir grup Trabzonspor fanatiği çıkıp Ogün Samast lehine slogan atabildi.
Gerçekten Mozaik miyiz?
Yaşanan tüm bu vahşet olaylarından sonra, hangi yüzle çıkıp bu topraklardaki insanların birbirleriyle yüzyıllarca huzur içinde yaşayıp gittiğini iddia edebiliyoruz bilmiyorum. Böyle bir şeyin iddia edilebilmesi, bir de üzerine mozaik benzetmesinin yapılabilmesi, ancak samimiyetsizlikle ya da belleksizlikle açıklanabilir.
Unutulmaması gereken şey, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve bu toprakların geçmişinin; tıpkı tüm devletlerin ve toprakların geçmişinde olduğu gibi, kanla ve vahşetle yazılmış olduğudur. Bu adeta devlet kurmanın ya da devletlerin doğasında olan bir şeydir. Hemen her devlet, kendini var ederken milyonlarca canı yakmış, milyonlarca insana hayatı işkence etmiştir.
Bu gerçekliği kabul etmemiz ve geçmişimizdeki utanç verici olaylarla yüzleşmemiz, gerçekten bir hoşgörü toplumu yaratabilmemiz için gerekli. Çünkü ancak 6-7 Eylül Olayları’nı tekrar tekrar anlatarak, Kanlı 1 Mayıs için anıtlar dikerek ya da bu topraklardan Rumların ve Ermenilerin niçin gitmek zorunda kaldıklarını, niçin bu toprakların birden bire tek renkleştirilmeye çalışıldığını anladığımızda, bu hataların tekrarlanmaması için bir şeyler yapmış oluruz.
Ancak yaptığımız hataları kabul ettiğimiz zaman, birbirimize karşı saygı duyabiliriz. Aksi takdirde, tıpkı şu an olduğu gibi saygımız da, hoşgörümüz de ikiyüzlü olmaktan ileriye gidemez. (YB/BÇ)