"...Ve altını çizerek tekrar söylüyorum, olaylara iyi niyetle yaklaşmak başka bir şeydir, özür dileme olayı ancak kişileri bağlar. Bir suç işlenmişse bu suçu işleyen kalkar özür diler. Ortada böyle bir şey yokken böyle bir özür dileme olayına girmeyi ben mantıksız buluyorum, kusura bakmasınlar."
Bu sözler Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a ait. Dün (17 Aralık) Bulgaristan Cumhurbaşkanı Georgi Parvanov'la görüşmesinden sonra yeni başlayan "Özür Diliyorum" imza kampanyasına dair gazetecilerin sorularını yanıtlamış ve böyle demiş...
Diyebilir elbet, her ne kadar memlekette ifade özgürlüğü yönetenlere has bir hak olsa da, hakları savunma konusunda geri adım atacak değilim.
Ama Başbakan bir de şöyle demiş:
"...Tarihçilerin tartıştığı bir konu var ortada, bu tartışılıyor. Ben bu yazar çizerlerimizi de anlamakta doğrusu zorlanıyorum. Nasıl bir yaklaşımdır anlamak mümkün değil. Ve sadece ortalığı karıştırmak, huzurumuzu kaçırmaktan başka bir işe yaramaz..."
Şimdi yazar, çizer olmasam da, elimden geldiğince, Başbakan'a neden imza attığımı anlatmaya çalışacağım. Belki bunun nasıl bir yaklaşım olduğunu anlamasında yardımcı olur!
Neden benziyoruz birbirimize?
İmza kampanyasından haberdar olduğumda, olunabilecek en doğru yerdeydim belki de, Erivan'daydım. Sokaklarındaki insanların bize çok benzer olduğu kentteydim. Benzerlik neden peki?
Aslında Muş'ta, Bitlis'te, Van'da, Tekirdağ'da ve hatta Edirne'de sokakta karşılaşmam gerekirken pek çoğuyla, Başbakan'ın anlamakta zorlandığı nedenle, hadi adını koyalım 1915 nedeniyle, Büyük Felaket/ Medz Yeğern nedeniyle, Ermeni soykırımı nedeniyle Ermenistan'da karşılaşıyorum o insanlarla. Belki de Başbakan'ın ilk anlaması gereken şey bu...
Ermenistan'a imza kampanyası haberi geldiğinde, Ermenistanlı ve Türkiyeli sinemacıların katıldığı bir sinema atölyesinin ortasındaydık. Dayanamadım, tam da tarihten söz ettiğimiz o dakikalarda, "Biliyor musunuz, Türkiye'de böyle bir şey başladı" dedim. Ermenistanlı arkadaşlarım önce tedbirli davrandılar, ardından hepsinin gözlerinde saklayamadıkları bir aydınlık oluştu. Metni okuduğumda aydınlığın yanına bir de gülümseme eklendi.
Aynı akşam, aslen Anadolulu sonradan Ermenistanlı arkadaşlarımızla hinkali (mantı) yerken, konu döndü, dolaştı, kimin nereli olduğuna geldi. Ben kendimi saydım, bir ucum Gürcistan'a, bir ucum Yunanistan'a, bir ucum Balkanlara gidiyor dedim. Masadakiler gülümsedi. Erivanlı Ara'nın babası Elazığlı, annesi Vanlıydı. İki kenti de hiç görmemiş ama çok dinlemişti... Bu yıl Van'a gelmek istiyordu, dinlediği yerleri görmek... Bunu söylerken gözleri doldu, bizim gözlerimiz de ona eşlik etti. Başbakan bunu da anlar mı acaba?
Kartpostallarından kentlerini arayanlar
Sonraki gün 1915 konusunda gözümüzü en çok açan kişilerden biri, Osman Köker "Yüzyıl Önce Türkiye'de Ermeniler" başlıklı çalışmasının sunumunu yapmak üzere bir üniversite salonundaydı. Köker sunumunu yaparken yanımda oturan kadınlar birbirleriyle çok konuştukları için sinirlendim, tam susun demek için hazırlanıyordum ki, perdeye yansıyan kartpostallar üzerinden şehirleri konuştuklarını fark ettim. Sözümü değiştirdim "nerelisiniz" dedim. Birisi Vanlıydı, birisi Muşlu, birisi Bitlisli. Kartpostallardan kentlerini görmeye çalışıyorlardı. Sunum bittiğinde Köker'e teşekkür edenler de onlardı. Sayın Başbakan, anlıyor musunuz?
Aynı gün bir toplantı sırasında yarı Elazığlı yarı Vanlı Ara'nın önüne Köker'in kitabını koydum. Önce çok ilgilenmedi, ne zaman ki Elazığ sayfasını açtım, o zaman cebinden yakın gözlüklerini çıkardı. Okullara, kiliselere, kentin görünümüne bakmaya başladı. Gözleri yine yaşlıydı. Kitabı nereden bulurum diye sordu, ben sana gönderirim dedim, çok mutlu oldu. Başbakan Ara'yı anlar mı diye düşünüyorum şimdi.
Aradan birkaç gün geçti, bu kez Erivan'da bir konser salonunda Ermeniler, Türkler, Kürtler halaya durdular Sayad Nova Korosu ve Kardeş Türküler ile birlikte. Sesler, sözler tanıdık, coğrafya ortaktı. Eminim ki o şarkıların çoğu, Karadenizli olan Başbakan için de çok tanıdıktı. O konserde olsaydı Başbakan artık kesin anlardı!
Acıyı paylaşmak insanı çoğaltır!
Ben geçtiğimiz on günü çok ağlayarak, çok gülerek, çok anarak, çok anımsayarak geçirdim. O yüzden, ben anlıyorum, ben özür dilemenin ne önemli, ne vicdanlı bir şey olduğunu anlıyorum. Özür dilediğin zaman insanların yüzlerinde oluşan o müthiş ifadeyi anlıyorum. Başbakana da aynı şeyi öneriyorum. Özür dilemek, özür dilemeyi bilmek insanı yüceltir. Elbette ben kendi yaptığım bir şeyden dolayı özür dilemiyorum.
Ama yaşadığım topraklar adına özür dilemeyi bilmek, 1915'ten sonra, Edirne pogromundan sonra, Varlık Vergisinden sonra, Dersim'den sonra, 6-7 Eylül 1955'ten sonra, 1974'ten sonra, 12 Eylül'den sonra, Diyarbakır cezaevinden sonra ve son olarak 19 Ocak'tan, Hrant Dink'ten sonra bu toprakların ne çoraklaştığını, ne çok eksildiğini, ne yalnızlaştığını görmek, özür dilemek ve en azından acıyı paylaşmak bizi çoğaltacak bir şey, azaltacak değil...
Eğer Başbakan anlamak isterse anlar. Ama anlamak istediği Cemil Çiçek ve Vecdi Gönül gibilerse, o zaman yapacak bir şey yok elbette...
Ben kendi adıma, vicdanım adına tercihimi özür dilemekten yana kullanıyorum. Çünkü özür dileyince, ne çok yol alınabildiğini görüyorum. Geçen hafta Erivan'da, bir yemek masasında, sevgili Erivanlı dostum Susanna'nın 1915'ten söz ederken söyledikleri çınlıyor kulağımda:
"Ben bugüne kadar bu acı sadece bizim acımız sanırdım, meğer bu acı ortakmış, meğer biz bu acıyı paylaşabilirmişiz..." (TK)