1915’te yaklaşık 900 bin Osmanlı Ermenisi içlerinde çok sayıda kadın ve çocuğun da bulunduğu gruplar halinde sürgüne yollandı. Malları yağmalanarak, zorbalıkla ve açlığa terk edilerek ülkelerinden gönderilen bu insanlar günümüzde Türkiye’de geriye kalan 60 bin kadar Ermeni kardeşimizin atalarıdır. Bu topraklara Türklerden önce gelip yerleşmiş olan; zarif mimarileri ve zengin kültürleriyle bir zamanlar Anadolu’ya adını veren insanlardır. Başlarına gelen "büyük felaket"ten neredeyse bir asır sonra bile bu konuları ya çekingenlikle konuşabilen ya da hiç sözünü etmeyen Ermeni kardeşlerimizden özür dilemek ve acılarını paylaştığımızı dile getirebilmek adına başlatılan "özür diliyoruz kampanyası"nın akabinde yapılan tartışmalar ne yazık ki suskunluklarında ve korkmakta ne kadar haklı olduklarını gösterdi.
Bu geç kalınmış özürü vicdani bir görev bilip altına imzasını atanlar olarak aldığımız tepkiler çocukça bir "suçluluk psikolojisi"nin sebep olduğu aşırı reaksiyonlardan ibaret. Sözünü ettiğimiz kendilerinin ifade ettiği gibi "biz ‘soykırım’ yapmadık ki" diye savunmaya geçmelerine neden olabilecek bir "suçluluk" değil aslında. Evet, onlar 2008 yılında Türkiye’de yaşayan ve geçmişte ne soykırım ne de tehcir yapmış insanlar. Ancak, aynı insanlar, bugün anneanelerinin aslında Ermeni olduğunu ölüm döşeğinde öğrenen bir nesili köklerinden kopartan ‘suskunluğun’ sebebidir. 1915’te bebeklerini sürgün yolunda hastalıktan ve açlıktan yitirip sınırı geçen Ermeni kadınların acısı ve geride kalanların -evlat edinilenlerin- ürkek sessizliği bir asır boyunca dinmediyse eğer, bu ülkede yaşayan herkes bundan biraz mesuldür! Bizlerse Ermeni kardeşlerimizin acılarının ve yaşanmış tarihlerinin varlığını inkar etmeyen ve olayları "soykırım terimi bu durum için uygun mudur, değil midir?" tarzında kavramsal aldatmacalarla görünmez kılmaya çalışan ‘milli menfaat’ söylemlerine alet olmayan insanlarız.
Özür diliyoruz metninde ne deniyor?
"Özür diliyoruz" metninde ne "soykırım" kavramı geçiyor, ne tazminat ödenmesinden bahsediliyor, ne toprak verilmesinden ne de devletin özür dilemesi gerektiğinden... Çünkü buradaki dert, ermeni kardeşlerimize bu ülkede "birileri acılarınızı paylaşıyor ve susmak zorunda bırakıldığınız için, bu gerçeği değiştiremediğimiz için özür diliyoruz, yalnız değilsiniz" diyebilmek. Kısacası birilerinin günlerdir aksini iddia etmek için yırtınmaları boşuna!
Meselemiz 1915’te topraklarından kopartılıp zaman içinde dünyanın dört bir yanına dağılan Ermenilerin simgesinin neden "nar" olduğunu anlatmak ve Türkiye’den Erivan’a giden birinin tüm kimliklerinden soyundurulup "sadece Türk olarak" bakılmadığı, aşağılanmadığı bir Ermenistan’ı ya da Ermenileri "kılıç artığı" olarak görmeyen insanların yaşadığı bir Türkiye’yi nasıl gerçekleştirilebileceğimizi bulmaktır.
Yeni bir diyalog sürecinin önünü açan belkide iki kelime olabilir: "Özür diliyoruz" ya da "acılarınızı paylaşıyoruz." Ağrı’nın Derinliği’nin yazarı Ece Temelkuran’a göre de iki halkın birbirinden tamamen uzaklaşmalarına yol açan şey Türkiye ve Ermenistan arasında uzun zamandır süren diyalog eksikliği aslında:
Ermenistan ve Ermenilerle ilgili binlerce haber yapılmasına rağmen, bu şehrin neye benzediğini Türkiye’de belki birkaç kişi bilir sadece. Birçok fikrimiz vardır Ermenistan’a dair ama burada yaşayanların nasıl olduğunu bilmeyiz. Üstelik merak da etmeyiz. Bu Ermeni meselesi nasıl bir şey ki yanı başındaki şehri merak bile etmezsin? Nasıl bir kapanma halidir ki, tek fotoğrafı yoktur aklında? Bu kadar yakın olanı görmemek için özellikle bakmamak gerekir herhalde. Üstelik Erivan’ın ışıkları Kars’tan görülebilirken...*
"Ya Ermenistan’daki Ermeniler ne istiyorlar?" Erivan’daki soykırım müzesinin müdürü olan Barseghian Lavrenti, Temelkuran’ın bu sorusuna karşılık Ermenilerin ne para ne de toprak istediğini belirtiyor ve "sadece basit bir özür dilenmesi"ni istediğini ekliyor. Ermenistan’ın ünlü kadın şairi 84 yaşındaki Silva Gabudikyan ise artık tek istedikleri şeyin sınırların açılması ve iki halk arasındaki mesafenin azaltılması olduğunu ifade ediyor. Ermenistan’ın fakirliği ve halkın birçok şeyden mahrum olduğu düşünülürse; ilk etapta özürdense, diyaloğun geliştirilmesinin daha önemli olduğunu belirtiyor. Fakat 1915’te yaşanılan olaylar için özür dilenmesi onun da istediği bir şey.
Ağrı’nın ardını görebilmek
Bizi rahatsız eden şeylerle ilgili kriterimiz kendi milli duygularımıza ters düşmeleriyse; burada akıl, mantık ve vicdan devreden çıkmış olup yerini ırkçılık ve milliyetçiliğe bırakmış demektir. Türkiye’deki durum tam olarak bunun göstergesidir. Çocukluğumuzda dinlediğimiz hikayeler, okullarda ezberlediğimiz yeminler, tekerlemeler... İnkar kültürü bu yollarla öğretiliyor hepimize. Unutulmaması için de yine aynı yöntemler kullanılıyor. Bu sayede birlikte yaşadığımız insanlarla suni ortaklıklarımız artırılıyor. Bu ortaklıklar üzerinden tekrar tekrar yaratıyoruz ‘ötekileştirici’ söylemleri. Peki, ortaklıklarımızı neden her zaman düşmanlıklar üzerinden kuruyoruz? Neden bir Ermeni çocuklarına atalarının yaşadığı acılardan bahsederken anılarla birlikte bütün nefretini de aktarıyor? Neden geçmişte büyük hatalar yapılmış olabileceğini, fakat bunun bugün yaşayan insanlarla ya da bir milletin tamamıyla ilgisi olmadığını anlatmıyor? Bir Türk çocuğuna okulda tarih öğretilirken niçin Yunanlılar ‘hain’ olarak tanıtılıyor? Kısacası, insanlar neden siyasi oyunlara kanmayıp ellerini vicdanlarına koyamıyorlar ve Ağrı’nın hemen ardındaki Erivan’ı göremiyorlar?
Ermeniler, Türkler ve bütün halklar kendi kurtuluşlarını kendileri sağlamalıdır: Temelkuran’ın Dış ilişkiler-Toplumsal Diyalog başlıklı sunumunda altını çizdiği gibi "Türkler Ermenilere bizim evimiz sizin evinizdir" diyebilmelidir. Ermenilerinse geçmişe karşı duydukları nefretten sıyrılmaları ve yarın için neler yapabileceğimizi konuşmaya başlamaları gerekmektedir. Paylaşarak ortak geçmişimizden ortak bir gelecek kurmalıyız. Bunun için bizi kalıplara sokmak isteyen her türlü zihniyete karşı çıkmalı ve birbirimize tahammül edebilmeliyiz. Her şeyden önce, aramızda ‘öteki’lerin kalmadığı bir gelecek için, özür dileyebilmeliyiz. (OA/YA/BÇ)
* Ece Temelkuran, Ağrı'nın Derinliği, Everest Yayınları, s: 25