Gazeteci Ertuğrul Mavioğlu, 12 Eylül'le hesaplaştığı üçüncü kitabı "Bizim Çocuklar Yapamadı"da, 12 Eylül darbesinin toplumu nasıl yalnızlaştırdığının, dayanışma kültürünü kurmaya çalışan emekçilerin nasıl bastırıldığının, "dışarıdakilerin" öyküsünü anlatıyor. Mavioğlu'yla kitabı, 12 Eylül'ün karakteri ve darbeyle hesaplaşmanın yolları üzerine konuştuk.
Hesaplaşma dizisinin ilk kitabı "Asılmayıp Beslenenler" 12 Eylül cezaevlerinden F tipi cezaevlerine, ikinci kitap "Apoletli Adalet" darbe mahkemelerinden DGM'lere, ağır ceza mahkemelerine uzanan sürecin izini sürüyordu. "Bizim Çocuklar Yapamadı" neyin izini sürüyor?
Bu kitap, 12 Eylül sonrasında, 12 Eylül öncesiyle karşılaştırıldığında mahallelerde, fabrikalarda, sendikalarda, kırlarda ortaya çıkan yalnızlaşmayı, 12 Eylül'ün hakimiyetini sorgulamaya yönelik.
Her biri ünlü olmayan, emekçilerin, yoksulların karşılaştığı yalnızlığının, imecelerin bir anda yalnızlığa dönüşmesinin, sendikalardaki üye kaybının, DİSK'in kapatılmasının, Fatsa, Tariş'in çevresi, Ankara Tuzluçayır, İstanbul Çağlayan, Ümraniye gibi yerlerde halk mücadelesinin nasıl bastırıldığının peşine düşüyorum.
Peki nasıl gerçekleşti bütün bunlar?
12 Eylül büyük bir baskı ve zorbalık rejimiydi. Kanıtları her yerde var. İdamlar, işkenceler, gözaltılar, infazlar. Ama rakamlardan ibaret olmayan, yaşamın kendisi de var. Bu kitap bunun, daha iyi bir dünya isteyen insanların karşı karşıya kaldıkları büyük yalnızlaşma üzerine.
Kitabın adındaki "yapamadılar"ın ikili anlamı var. Biri CIA şefi Paul Henze'nin darbeyi ABD'ye duyururken kullandığı "Bizim çocuklar yaptı" üzerine. Eğer 12 Eylül "yapmak"sa, yapamamak da iyi bir fiil.
Bu, aynı zamanda "bizim çocuklar yapabilirdi" de demek. "Bizim çocuklar"dan kasıt, bir örgüt, siyaset değil; daha iyi bir dünya, özgür bir dünya talep eden emekçi, yoksul kesimler. Onlar daha iyi bir dünyanın gerçekleşmesini "yapamadılar" ama bu "yapabilirlerdi" de demek.
Nasıl yapabilirlerdi?
Mahallelerde yeni, farklı bir kültür vardı. Kapitalizmin ürettiğinin dışındaki bu dayanışma kültürü, sendikalardaki direniş bilinci daha güçlü temellerde olsaydı, insanların cuntayı gerçek boyutlarıyla algılayabilecekleri bir bilinç seviyesi yaratılabilseydi, yalanlardan kurtulmuş bir toplum, daha sonra ortaya atılan o yalanlara, "kanı durdurduk" demagojisine asla inanmazdı.
"12 Eylül beş generalin değil, büyük sermayenin darbesi"
Cuntanın aslında Türkiye'deki büyük sermayenin emrinde hareket ettiği çok açık. IMF'nin paketi olan 24 Ocak kararları, 12 Eylül'le hayata geçti. Sonra Özal iktidarı geldi. İhracata dönük sanayileşme adını verdiği, işçi sınıfının haksız, talepsiz, ucuz emek gücü sistemi içinde çalıştırılması yaşandı. Bu, sermayenin tüm taleplerinin karşılandığı, kapitalizmin geliştirilmesi, birikimin artırılması için ülkenin dikensiz gül bahçesine dönüştürülmesi demekti.
Bir yandan da dünyada kapitalizmin küreselleşmesi var. Sermayenin kuralsızlaşması ve üretimi herhangi bir ülke toprağın bağlı kalmaksızın gerçekleştirilmesi. Sermayenin hızlı hareket imkanına kavuşmasıyla, gelişmiş kapitalist ülkelerin hepsinde sendikaların ortadan kaldırılması 12 Eylül'e paralel yaşandı.
Sermayenin hızlı dolaşımı sayesinde Almanya'daki fabrika sökülüp Fas'a taşınabiliyor. İşçiler önceleri başka ülkelerin ucuz emek güçlerine karşı tepki duysalar da, sonradan sermayenin şekil değiştirmiş olduğu anlaşıldı.
Türkiye'ye bakıldığında, darbeyi gerçekleştiren beş generalin çok akıllı olmadığını biliyorsak eğer -ki biliyoruz- çok daha sofistike bir tarzla karşı karşıyayız. 12 Eylül, ekonomi dışı zor yöntemleriyle Türkiye'de sendikal hareketin çökertilmesi ve Türkiye'nin küresel sermayeye eklemlenmesi demek. Yani askeri darbe gibi görünen şey, aslında sermaye darbesi. Darbeyi gerçekleştirenler 5 generalden ibaret değil. Büyük sermayenin istekleri yerine getirildi.
12 Eylül'le hesaplaşma nasıl sürecek, sırada yeni bir kitap var mı?
Kafamda bir proje var elbette. Başarabilirsem, 80 öncesinde, aslında adı sanı unutulmuş, toplumun haberdar olmadığı, "iyi bakışlı çocukların" hikayesini yazmak istiyorum. Faşistlerin, devletin kurşunlarıyla öldürdüğü, ama adlarına rastlayamadığımız genç insanların öykülerini.
Büyük bir samimiyetle mücadele ederken, örneğin bir korsan miting sırasında öldürülmüş bu insanların öykülerinin bir sayıdan ibaret olmadığını, onların yaşamayı hak etmiş insanlar olduklarını göstermek istiyorum. Geçmişimize güçlü bir selam olsun diye.
12 Eylül'le genel bir hesaplaşmanın olanakları nerede?Darbecilerin yargılanması ve 12 Eylül'le yüzleşmek, emekçi, yoksul yığınların kendi çıkarlarının nerede olduğunu görmesiyle başlar. Toplumsal bilinçlenme ve toplumun irade koymasıyla. O zaman bu yüzleşme darbecilerin yargılanmasıyla sınırlı da olmaz.
Böyle bir durum, sadece örgütlenmeye çalıştıkları için insanların içinde yatırıldığı F tipi cezaevlerinin boşaltılmasını, kaldırılmasını gerektirir. 301. maddenin de ötesinde, düşünce ve örgütlenmenin önündeki tüm engellerin kaldırılmasını gerektirir.
12 Eylül yasaların kalkmasını, sendikaların, üniversitelerin, liselerin özgürleşmesini, 1 Mayıs'ın Taksim'de özgürce kutlanabilmesini gerektirir.
Bence hesaplaşmak için birinci sırada darbecilerin yargılanması var. Ama hesaplaşma, 12 Eylül'ün yarattıklarını ortadan kaldırmanın toplumda bir talep haline gelmesiyle gerçekleşebilir.
Zaten bu irade oluşursa, 12 Eylül'le hesaplaşmakla da kalmaz, o zaman allah burjuvaziye kolaylık versin. (TK/EÜ)
* Bizim Çocuklar Yapamadı, Bir 12 Eylül Hesaplaşması – 3, Ertuğrul Mavioğlu, İthaki Yayınları, Eylül 2008, 384 sf.19 YTL