12 Eylül darbesinin Mamak Askeri Cezaevi’ne gelişini böyle anımsıyor Osman Akınhay.
Şimdi Agora Kitaplığı Yayınevi ve Mesele dergisinin editörü olan Akınhay, Türkiye Komünist Partisi-İşçinin Sesi davasından Temmuz 1980 başlarında girdiği Mamak Cezaevi'nden 1983’te Çanakkale Cezaevi'ne gönderildi, 1991'de tahliye oldu.
"12 Eylül Mamak’a 15 gün önce geldi"
Akınhay 12 Eylül uygulamalarının Mamak'ta aslında 15 gün önceden başladığını anlatıyor:
"Mamak'ta yönetim temmuz başında iki ülkücünün (Mustafa Pehlivanoğlu, İsa Armağan) firarından sonra sıkılaşmıştı, buna rağmen tutukluların kontrolünde bir hapishane hayatı sürüyordu."
27-28 Ağustos'ta “B” ve “A” bloklarına düzenlenen “huharca saldırı ile başlamış” zulüm günleri.
"Bizim koğuşu arama gerekçesiyle havalandırmaya çıkardılar, tarumar ettiler, şiltelere kadar söktüler, kitapları yırttılar, domateslerle yoğurtları ezip elbise yığınlarının üzerine saçtılar. Çatıya askerleri çıkardılar."
Ardından yaklaşık 50-60 kişilik bir grup, başlarında bir yüzbaşı ve cezaevi komutanı Albay Raci Tetik'le içeri girerek “'Allah Allah” diye 150 tutuklunun üzerine saldırmış.
“Bir, bir buçuk saat dövüp çiğnediler, “diye anlatıyor Akınhay. “İçimizden biri öldü. Yaklaşık 30-40 ağır yaralı vardı, yarasız beresiz kimse yoktu. İki taraflı asker kordonu altında dövülerek yeniden koğuşlara alındık.”
12 Eylül geldiğinde “Mamak çoktan gemi azıya almış bir faşist rejim altına girmişti" diyor Akınhay.
“Karıştır barıştır”
Akınhay 12 Eylül darbesinden sonra "karıştır barıştır" denilen yöntemle ülkücüleri ve İslamcıları devrimcilerin koğuşlarına karıştırdıklarını “bundan sonra da azgın bir cunta uygulamasının başladığını” söyledi.
Askeri cezaevlerine 12 Eylül’de getirilen uygulamayla, tutuklu ve hükümlüler ideoleojik ve politik inançlarını terketmeye, “Atatürk millliyetçiliği”ni benimseyerek dışarıda çatıştıkları kişilerle “kardeşleşme”ye zorlanıyorlardı. “Kardeşleşme”yi reddetmenin cezası fiziksel baskı, hakaret, aşağılama, dayak ve hücrede tecrit edilmekti.
"Ben dayak yemediğim bir gün hatırlamıyorum,” diyor Akınhay. “İçeride askeri düzen uygulanıyordu. Gün içinde de hem koğuşun içinde hem havalandırmada ameli (pratik) ve nazari (teorik) eğitimler uygulanıyordu. Askeri eğitim ya da Kenan Evren'in kitabını okutuyorlardı."
Darbe, devrimci hareket duraksadığında vurdu
Akınhay 80 darbesinin devrimci hareketin duraksamasından sonra geldiğini söylüyor: “1977 1 Mayıs'ı, devrimci hareketinin yükselişinin tepe noktasıydı, burjuvazinin o katliamından sonra mütemadiyen gerileme olmuştu. 79-80'de Maraş katliamının ardından sıkı yönetim ilan edilince harekette daralma görüldü. Doğrudan doğruya darbeyi kışkırtan eylemler oldu... "
Akınhay 24 Ocak kararlarının da darbeyi hazırladığı kanısında: “Ecevit’in de söylediği gibi bunlar ancak askeri darbenin zoruyla uygulanabilecek kararlardı.”
24 Ocak 1980'de kamuoyuna açıklanan “ekonomik istikrar programı” Süleyman Demirel’in azınlık hükümetinin Başbakanlık Müsteşarı Turgut Özal tarafından IMF direktiflerine uygun olarak hazırlanmıştı. Program kamu harcamalarını daraltıyor, tarım ürünleri destekleme alımlarını sınırlandırıp gübre, enerji ve ulaştırma dışında sübvansiyonlar kaldırıyor, yabancı sermaye yatırımları ve kar transferlerinin önünü açıyordu.
“Yüzleşme” nasıl?
Akınhay son zamanlarda darbecilerin yargılanması ya da darbeyle yüzleşme taleplerini önemsiyor. Ancak, bu talepleri yükseltmenin beklenen sonucu sağlayabileceğinden kuşkulu:
"Toplum özellikle son 10-15 senedir islamileşen lümpenleşen bir toplum. Ülkenin siyasal kültürü buna göre şekilleniyor. Azgın milliyetçilik, Kürt düşmanlığıyla birleşince bu darbecilerin yargılanması talepleri, güçleri giderek azalan solun etrafındaki kesimlerin talepleri olarak kalıyor."
"Bunlar, '80’den sonraki on yıllarda yeniden bir umudu yeşertecek kitelesel bir hareketin çıkmaması'yla ilgili. Başkaldırı kitlesel olarak doğmadığı sürece bu talepler marjinal, kısmi, parçalı kalıyor.”
“Şu anda Türkiye'de toplumun ne darbecileri yargılamak ne de yeni darbelerin olmasını engellemek yönünde gerçek bir talebi var” diye düşünüyor ve uyarıyor: “Halkın genel durumu her türlü otoriter, baskıcı rejime teşne, siyaset de buna uygun bir biçimde şekilleniyor.” (NZ/EÜ)