20 kilo eşya ve 20 dolarla ülkeyi terk edin deseler ne yapardınız?
"Artık hiç kimse paskalyalarda çörek getirmiyordu, hiç kimse kalmamıştı."
"Bize İstanbul'da 'gâvur' diye seslenirlerdi, buraya gelince de 'Türk tohumu' olduk."
- İstanbul'u hatırlatacak ne getirdiniz yanınıza?
- Aklımızı.
Sürgünün 50. yılı
16 Mart 1964. Rumların sınırdışı edilmelerinin başlangıç tarihi.
Önce 13 bin Rum, ardından "yerinde duramayan" geride bıraktıkları. Eşleri, akrabaları, sevgilileri...
Kısa sürede 45 bin Rum ülkeyi terk etti. Şİmdi İstanbul'da geriye kalan Rumların sayısı 2 bini zor buluyor.
Bu yıl Rum tehcirinin 50. yılı.
Babil Derneği (Bağımsız Araştırma Bilgi ve İletişim Derneği) bu yılı Rum tehcirine ayırdı.
Atina, İmroz ve İstanbul'da gerçekleştirilen sözlü tarih çalışması ile beraber, döneme ait belge, arşivsel taramalar ve çeşitli görsel ve yazılı malzemeyle bir sergi hazırlığındalar.
"Terk etme, terk edilme, ortada kalma" kavramları üzerinden gerçekleştirilecek sergi 4 Mart'ta İstanbul Depo'da açılacak.
Sergi öncesinde sosyal medya üzerinden #16Mart1964RumSürgünü ve #20dolar20kilo hashtagi ile herkesi sürgün anılarını paylaşmaya çağırdı.
Proje Koordinatörü Salih Erturan bianet'in sorularını yanıtladı.
Altın dişin var mı diye bakıyorlar
16 Mart 1964 Rumlar için neyin sonu ya da neyin başlangıcı?
Türkiye’deki azınlıklar ve özelde de Rum cemaati için başlangıç ve son gibi terimler çok iç içe geçmiş olaylar devamı aslında. Senaryonun sürekliliği gibi bir şey. Bir şey son bulmuyor ya da yeni bir şey başlamıyor. Bir felaketten diğer bir felakete geçiş yapılıyor. 1922 Mübadelesi, Varlık Vergisi, azınlıklar için özel askerlik düzenlemeleri, 6-7 Eylül 1955 Olayları ve 1964 Rum Tehciri bu zincirin son felaketi.
1964 Rum Tehciri çok trajik bir olay. İstanbullu 13 bin Rum için 16 Mart 1964’te gizli bir kararname* ile sürgün kararı çıkartılıyor. Düşünsenize bir sabah sürgün listesindesiniz. Şubeye gidip fotoğraflarınız çekiliyor, parmak izleriniz alınıyor. Ülkeyi terk etme süreniz 48 saat ile 10 gün arasında. Yanınıza 20 kilo kişisel eşyanız ve 20 dolar karşılığı Türk lirası haricinde hiçbir şey alamıyorsunuz. Banka hesaplarınız bloke olarak gayrimenkulleriniz üzerine tedbir konuyor. Gümrükte altın dişiniz var mı diye kontrol ediliyorsunuz.
Sınır dışı edilecek olanlar Yunan pasaportuna sahip Rumlar. Yunan pasaportlu Rumlar denilince bu 13 bin kişinin 1964'ten 5 yıl önce İstanbul’a yerleşmesi akla gelmesin. Yeni kurulan cumhuriyetin imzalamış olduğu uluslararası anlaşmalarla Rum Cemaati 1964’e kadar Yunan tebaasından ve Türk tebaasından olmak üzere ikiye ayrılmıştı.
Yunanistan'ı daha önce hiç görmemişlerdi
Hakkında sınır dışı kararı çıkarılan Rumların büyük çoğunluğunun o güne kadar ne Yunanistan’ı görmüşlükleri var ne de Yunanistan’la bir ilişkileri. Hatta bırakın kendilerini anne-babaları bile o vakte kadar Yunan sınırlarına girip çıkmış insanlar değil. Yunan pasaportuna sahip Rumlar belirli periyodik aralıklarla konsolosluğa gidip oturma izinlerini uzatıp yaşamlarına devam ediyorlardı.
Üstelik Rum Cemaatinin birçoğu yan komşusunun Yunan pasaportuna sahip olduğunun farkında bile değil. 1964 Rum Tehciri sadece hakkında sınır dışı kararı çıkartılan 13 bin Rum’u etkilemiyor. Türk tebasından olanlarla yapılan evlilikler, çocuklar, akrabalık ilişkileri, bakmakla yükümlü oldukları akrabaları da eklenince beraber ya da sonradan yapılan göçlerle rakam 45 bine yaklaşıyor. Yani kısa bir süre içinde 45 bin İstanbullu Rum yıllardır yaşadıkları, çalıştıkları, mal mülk edindikleri topraklarını, arkadaşlarını, dostlarını, sevgililerini terk etmek zorunda kalıyorlar.
Atina’da yaptığımız saha çalışmalarında sadece 1964 Sürgün mağdurlarıyla görüşmedik. 1964’ten sonra da insanlar Atina’ya ve başka yerlere göç ediyorlar. Bunun nedeni de 1964’ün yaratmış olduğu travma ve insanların yalnız kalmaları, arkadaşsız kalmaları. Kısacası 1964 ile başlayıp 1970’lerin sonuna kadar devam eden süre ve bu yıllardaki uygulamalar ile İmroz (Gökçeada) ve Bozcaada’da (Tenedos) Rumlara yönelik saldırılar ülke genelindeki Rum cemaatinin nüfusunun sürekli azaldığı bir dönemdir.
Sohbet farklı, dil farkılı
Aradan yarım asır tam 50 yıl geçti. Türkiye'de kalanlar ve gidenler şu anda nasıl bir hayat yaşıyor?
Özellikle gidenler için konuşmak gerekirse aradan geçen 50 yıla rağmen bu travmanın atlatılabildiğini söylemek zor. Yunanistan’a gittiklerinde büyük çoğunluğu ciddi ekonomik problemlerle karşılaşmış. Burada iş sahibi kişiler orada başkalarının yanında çalışmaya başlamış. Örneğin, Atina’da görüştüğümüz kişilerden biri Beyoğlu’nda maragozhanesi olan babasının Atina’ya gittiğinde kapı kapı dolaşıp iş aradığından, zar zor bulduğu işinde başlarda çırak gibi muamele gördüğünden gözleri dolarak bahsetmişti.
Bunun yanında kültürel anlamda da sıkıntılar var. Yemekler farklı, sohbet farklı, dilde farklılıklar var. Türkiye’den geldikleri için farklı gözle bakılıyorlar... İlk gelenler arasında özellikle ileri yaş gruplarında doğup büyüdükleri yerden sürgün edilmelerinin üzüntüsünden dolayı çeşitli rahatsızlıklar baş gösteriyor, bazı intihar vakaları yaşanıyor.
Kuklalarla hatırlayanlar var
İkinci kuşak denilebilecek çocuklar ise bir şekilde uyum sağlıyorlar, kimi İstanbul’da öğrendikleri meslekleri burada devam ettiriyor, kimi yeni iş alanlarına yöneliyor. Ama evinde hala Tarlabaşı’nda doğup büyüdüğü sokağın gündelik hayatını yansıtan kuklalar yapan Madam İrini gibi de İstanbul’u hala hayatlarının merkezinde yaşatan çok fazla insan var.
Türkiye’de kalan Rum cemaatinin sayısı şu an 2000’den az. Düşünsenize İstanbul’un en kadim halkı en az İstanbul’da kaldı. Dünyanın bir ucundaki Sydney’de bile daha fazla İstanbullu Rum var. Bir avuç kalmışsınız. Çok ağır bir travma.
Türkiyeli azınlıklar için endişe her zaman var. Ne zaman bir şey olsa bu ülkede ilk oklar azınlıklara çevrilir. Ne zaman Kıbrıs dense gözler hemen Rum cemaatine çevrilir. Kıbrıs ile hiç ilgileri olmadığı halde. Neyse ki şu günlerde eskiden olduğu gibi “Vatandaş Türkçe Konuş” ya da “Rumlardan yaptığın her alışveriş Kıbrıs’ta bir kurşun olarak Türk kardeşlerine sıkılıyor” gibi söylemlerle karşılaşılmıyor.
Kalanlar inatla İstanbul’u terketmeyenler. Elbette eski arkadaşlar, 60’lı yıllar öncesindeki muhabbet, özlem telafisi mümkün olmayan şeyler. Özetle İstanbullu Rum nüfus eski kalabalık güzel günlerin anılarıyla yaşayan bir cemaat artık.
Türk medyası "görevini" yerine getirdi
O dönem medyanın rolü nasıldı?
O dönemde hem Türk hem de Yunan medyası alışılagelmiş rolünü oynuyor. Yani medya devletin aldığı kararlarda propaganda mercii. 1964'e doğru gazeteleri incelediğimizde Türk medyasında sürekli Kıbrıs meselesiyle İstanbullu Rumları özdeşleştirmeye çalışan bir anlayış görüyoruz. Ya Kıbrıslı Rumlar adadaki Türklere saldırıp büyük katliamlar yapıyorlar yahut İstanbuldaki bir Rum arkadaşını öldürüyor yahut dolandırıcılık yapıyor.
Yani yıllar boyu zihinlere Rum kimliği Kıbrıs'la bağlantılı kötücül bir imge olarak yerleştiriliyor. Hatta o dönem Hürriyet gazetesinin okur köşesinde biri, "yahu Kıbrıs'taki olaylarla İstanbullu Rumların ne alakası var, haksızlık ediyorsunuz" şeklinde bir yorum yaptığında neredeyse lince uğruyor ve birkaç gün sonra konuyu yanlış anladığını söyleyerek özür diliyor. Bu linç anlayışı dönemin önde gelen köşe yazarlarında da mevcut. Kısacası Türk basını toplumu 6-7 Eylül yahut 1964 Rum Sürgünü gibi hadiselere hazırlamak adına "görevini" yerine getiriyor.
Yunan basını ise bu hadiselere oldukça kayıtsız. O dönemin gazetelerine baktığınızda ilk sayfalarda Yunan Kralı'nın düğünü, Kral'ın çeyizi, yahut balayı ile ilgili haberler görüyorsunuz. Sürgün ile ilgili yazılar genelde gazetenin arka sayfalarında ve taş çatlasa bir iki paragraf.
"Yorgo diye bir arkadaşım vardı..."
Projeniz neyi amaçlıyor?
Yakın tarihte onbinlerce kişinin hayatını etkilemiş bir olaydan bahsediyoruz. Bunun yanında mal mülk meseleleri de var. Rumlar bu ülkenin geçmişinde “aaa bak ne güzel Rum evi, yahut bizim çocukken Yorgo diye bir arkadaşımız vardı” diye bahsedilecek kültürel bir motif değil. Devletin geçmişte hakkını gaspettiği bir toplum öncelikle bunun telafisi gerekiyor. Elbette bu bir sergiyle gerçekleştirilecek bir şey değil ama biz bunu en azından yeniden tartışmaya açıyoruz.
Şunu unutmamalıyız ki devlet 90’larda onca köyü boşaltırken kendinde bu hakkı ve keyfiyeti hep bu hasıraltı etmelerden, hatırlamamalardan, konuş(a)mamaktan aldı. (NV)
* 1923 Nüfus mübadelesinden sonra iki ülke arasındaki buzları eritmek için 1930'da dönemin Türkiye ve Yunanistan Başbakanları İsmet İnönü ve Elefterios Venizelos arasında "İkamet, Ticaret ve Seyrisefain Mukavelenamesi” anlaşması imzalandı. Buna göre, her iki ülkenin vatandaşları diğer ülkeye seyahat ederek, ticaret yapabilecek ve yerleşebilecek. Ancak 1960’ların başında iyice gerginleşen Kıbrıs meselesi nedeniyle 16 Mart 1964'te bu anlaşma tek taraflı olarak fesh edildi. Ve Yunan uyruklu Rumların sınır dışı edilmesi başladı.
** 4 Mart'ta Depo'da açılacak sergi bir ay açık kalacak. Sergi daha sonra Ankara ve Atina'ya gidecek. Projenin diğer ayağı da Ekim ayında İstanbul Bilgi Üniversitesi'nin ev sahipliğinde yapılacak uluslararası bir sempozyum.