6 Eylül Cumartesi 2014.
Meteoroloji bu tarihten bir gün önce sağanak yağış uyarısı yapmıştı, İstanbul için. İstiklal Caddesi’nin arka sokaklarında halen eski ve AVM’lerin yalancı parlaklığından uzak hikayeleri gibi renkleri de solmuş binalarının arasından yürüdüm. Usulca başlayan yağmur yanaklarımdan süzüldü ve sonra denildiği gibi sağanağa döndü. İstiklal’in yarı taş yarı beton zemininden sular hızla akmaya başladı kirli anıları alıp götürmek istercesine. Ne var ki sular akamadı İstiklal boyunca. Gri beton zemin suların akıp yolunu bulmasına izin vermedi. Biriktiler küçük gölcükler halinde Beyoğlu’nda. Tıpkı bu sokakların gördüğü acılar, gözyaşları gibi biriktiler bir 6 Eylül Cumartesi günü.
Yağmur izin verdiğince yürümeye devam ettim Galatasaray Meydanı’na doğru. Yolda aynı yere gittiğimizi bildiğim tanıdık simalar gördüm. Galatasaray’da bekleyen Cumartesi Anneleri ve dost insanların arasına karıştım. Yağan yağmurun altında oturamasak da yere çöktük hepimiz, her birimizin elinde fotoğraflarla. 6-7 Eylül Olayları’nın yaşandığı binaların, dükkanların gölgesinde devlet terörüyle kaybedilmiş insanların fotoğraflarını taşıdık.
“O zaman 15 yaşındaydım ve Tahtakale'de Rızapaşa 19 numarada tanıdığımızın yanında çalışıyordum. O dönem dükkanların yüzde ellisi gayrimüslimlere ait idi. Saat ikiye doğru daha Selanik'teki bomba haberi duyulmadan evvel ortalık yavaş yavaş karışmaya başlamıştı. Türk dükkan sahipleri yanımıza gelip bize şöyle diyorlardı: 'Dükkanlarınızı hemen kapatıp eve gitseniz iyi olur.' Saat beşe doğru gayrimüslimlere ait tüm dükkanlar kapanmıştı. Tahtakale'de inanılmaz bir kalabalık birikmişti. Ne araba, ne otobüs ne tramvay geçebiliyordu. Eminönü'nde küçük gruplar halinde adamlar bekliyordu. Bankalar Caddesi'nde durum aynı idi. Karaköy ve Kuledibi'nde yine grup grup bekleşen adamlara rastladım. Taksim Meydanı ise artık iğne atsan yere düşmeyecek hale gelmişti. O sıra İstanbul Ekspres Gazetesi çıktı. Beklenen haber gelmişti. Birden ortalık karıştı, sesler yükseldi. Saldırılar artık başlayabilirdi.”
Bu sözler bir 6-7 Eylül tanığı olan Mihalis Vassiliadis’e ait. Dilek Güven’in6-7 Eylül Olayları Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları Bağlamında isimli araştırma kitabında konuya dair çok değerli kaynaklar, belgeler ve tanıklıklar mevcut. Aynı kaynakta geçen bir diğer tanıklık cümleleri ise şöyle: “Bir Rum arkadaşımın dükkanının önünde elimde bir Türk bayrağı ile nöbet tutuyordum. Ellerinde bir listeyle geldiler. Onlara bu dükkanın bir Türk’e ait olduğunu söyledim. O bunun imkansız olduğunu, çünkü listede olduğunu belirtti. Ben de 'O zaman listede bir hata olmuştur' dedim. Ellerindeki listelerde tüm cadde isimleri ve ev numaraları vardı. Kendi aralarında sürekli birbirlerine talimat veriyorlardı. 'Bu ev bir Rumun, şu Ermeninin, bu dükkanı yağmalayın, şu eve girin'”
6 Eylül 1955 sabahı İstanbul gayrimüslümleri normal olmayan bir sabaha uyandıklarını bilmiyorlardı. Yıllar sonra ekonomi, ulus devlet ve politikaları bağlamlarında incelecek olan iki kabus günün sabahında eşlerini dükkanlarına uğurladı hanımlar. Akşam vapurunun yanaştığı Ada İskelesi’nde en güzel kıyafetleriyle karşılayacaklarının hayaliyle babalarını uğurladı çocuklar. Kepenkler açıldı, çaylar söylendi, siftah müşterileri beklenir oldu. Bu sırada bir takım adamlar sokaklarda birikmeye başlamıştı bile. Selanik’te Atatürk’ün evinin bombalanma hurafesi, akşam postası olan İstanbul Ekspress henüz basılmadan nasıl olduysa yayılmış bunu duyan kimi “hassasiyetleri” olan vatandaşlar tepkiyle dolmuş ve gayrimüslümlerin dükkanları ve evlerini yağmalamak, onların canına ve malına zarar vermek suretiyle bu tepkilerini göstermek yolunu seçmişlerdi. Dönemin başbakanı Adnan Menderes’in yaptığı açıklama işte hep bu hassasiyetlere dair idi. Bu hassasiyet sahibi vatandaşların eline dükkanların ve evlerin mimlenmiş listeleri nereden ulaştı, bu kadar insan nasıl toplandı bunlar hiçbir zaman cevabı verilen sorular olmadı. Dönemin başbakanı İstiklal Caddesi kan ve kumaş yığınları ile dolarken olanları görmedi duymadı.
"19 yıldır biz burada oturuyoruz, bizi görmediler ve duymadılar" Bu sözler ise 6 Eylül 2014 Cumartesi Galatasaray Meydanı’nda 493. Hafta buluşmasında konuşan Hanife Ana’ya ait. 1995 yılında gözaltına alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınmayan Murat Yıldız'ın annesi Hanife Yıldız 19 yıldır adalet arayışına devam eden bir Cumartesi Annesi.
1 Eylül 1995 tarihinde Batman'da gözaltına alınarak kaybedilen Hüsnü Çankaya’nın hikayesi ise bu haftaki buluşmada Leyla Kaya aktardı: “Ailesi akşama kadar Çankaya'nın gelmesini bekledi, gelmeyince savcıya başvurdu. Savcı Hüsnü Çankaya'nın serbest bırakıldığını söyledi. Ama ondan bir daha haber alınamadı. Ailesi her yerde Çankaya'yı ararken köylerinin yakınında iki ceset bulunduğu söylendi. Olay yerinde giden kardeşleri cesetlerin oradan taşındığını gördü. Yerde kan izleri ve kurşun çekirdekleri vardı. Çankaya'nın Batman'a giderken giydiği ayakkabılar yerde duruyordu."
6 Eylül 1955’te İstanbul’da tüm çirkinliği ile varlığını gösteren devlet terörü 1 Eylül 1995’te Batman’daydı. 6-7 Eylül’de masum insanların kanlarına bulanan sokaklar, 90’lı yıllarda yine masum insanların kanlarına boyandı.
Bir 6 Eylül Cumartesi günü Galatasaray Meydanı’nda eski ve yeni hukuksuzlukların karşısında adalet arayışı için masum insanlar olarak oturduk. Tüm bizi duymayan görmeyenlere inat adalet arayışı ve yaşama olan inancımızla acılarımızı paylaştık. Yağmur sularıyla yıkanmış olan İstiklal Caddesi şiddetin değil dayanışmanın mekanı olarak yorgun sokaklarıyla kucak açtı tekrar bize. Bizi yok sayan ve yok etmeye çalışan şiddete karşı insanlığa olan inancımızla hayatlarımıza devam ettik. (DŞ/HK)
Deniz Şengenç İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü mezunu. Bağımsız belgesel filmlerin araştırma ve çekim aşamalarında görev alan yazarın kendine ait ikisi kısa üç belgesel filmi bulunuyor. |