Burası Agora meyhanesi.
Tıpkı şarkıdaki gibi aşkların en divanesinin yaşandığı bir dönemde kurulmuş Balat’ın tüm sokaklarının çıktığı yere.
Rum Kaptan Asteri aşık olduğu İstanbullu kadınının "Ne zaman karaya demir atarsan, o zaman seninle evlenirim” şartına karşılık demir atmış Balat'a. Kaptanlığa aşkı için meyhanede devam etmiş. Tarih 1890.
Asteri'den sonra oğlu Stelyo geçmiş meyhanenin başına, ardından torunu Hristo Dulidis devralmış bayrağı.
Birçok ünlünün müdavimi olduğu Agora, sadece Türkan Şoray'ın üç filminin geçtiği 286 filme mekan olmuş.
Yıllara direnen meyhane, 6-7 Eylül 1955 olaylarında müdavimlerinin siper olmasına rağmen alevlere yenik düşmüş.
Hristo Bey, pes etmemiş, yeniden ayağa kaldırmış Agora’yı. Ama yıllar geçtikçe dokuz dilin konuşulduğu Balat’ta Agora’nın Rumca meydan demek olduğunu bile bilecek kimseler kalmamış.
1994 yılında Hristo Bey de Selanikli eşi Ergenya ile Yunanistan’a akrabalarının yanına gitmiş.
Çocukken Hristo Bey’in kalfalığını yapan gazeteci Ersin Kalkan ortakları yönetmen Ezel Akay, Deniz Sevinç, Chronis Pechlivanidis ile yıllar sonra meyhaneyi aslına uygun olarak yeniden açtı.
Ersin Kalkan Agora'nın hikayesini bianet'e anlattı.
Meyhane ile nasıl tanıştınız?
Balatlıyım. Hristo Bey ve Ergenya Hanım bizim komşumuzdu. Çocukları yoktu. O yüzden beni evlatları gibi severlerdi. Çocukken Fener’de kalabalık bir Rum topluluğu, Balat’ta da Yahudiler yaşıyordu. Babam tüm malımızı kumarda yemiş. Annem işçi olarak Almanya’ya gitmişti. Ergenya Hanım bize bakıyordu. İlkokulda para kazanmak için önce terzi çıraklığına başladım. Ustami Ermeni dönmesi, Bitlisli bir aileydi. Sonra ortaokula geçince Hristo Bey ‘haftalık kaç para alıyorsun’ dedi. ‘5 lira’ dedim. ‘Bana gel 20 lira vereyim’ dedi. ‘Olur’ dedim. Lise 2’ye kadar Agora’da çalıştım.
Niye bu kadar seviliyordu bu meyhane?
Hristo Bey çok sıcak bir adam, aile çok sıcak bir aile. İnsansız ev imkânsız evdir ya, bir insanın nefesi bir mekânı değiştirmeye yetiyor. Çok titizdi aynı zamanda. Çok iyi şaraplar seçerdi. O zamanlar fıçı yasağı da yoktu, fıçıdan servis ederdi şarabı. Bir de rakılar tekele tabi değildi. Marmara Adası’nda ve Gökçeada’da rakı imalatı sürerdi. Oradan rakılar gelirdi. Servisi çok iyiydi, şarkılar söylerdi. İki tane de plağı var. Piyano da çalardı. Aynı zamanda Kültür Bakanlığı’ndan sertifikalı ilk üç rehberden biriydi. Grup gezdirirdi. Din turizmi üzerine yazılmış Yunanca kitabı da vardı. O zamanın diplomatlarının yetiştiği Fener Rum Erkek Lisesi mezunuydu.
6-7 Eylül’ü nasıl anlatırdı Hristo bey?
Rum esnaf, olayların Beyoğlu’nda başladığını biliyor. Dükkanları kapatıyorlar. 80-100 kişilik bir grup, ama buranın insanları değil, dışarıdan gelen bir grup Ayvansaray’dan başlayıp altın, para, hafifte ne bulurlarsa yağmalamaya başlamış. Buranın gençleri mahalleyi koruyor. Agora'ya saldırdıklarında büyük bir arbede çıkıyor, saldırganlardan iki tanesini bıçaklıyorlar. Fakat o sırada burasının yanmasını engelleyemiyorlar. Kasayı açmaya çalışıyorlar ama açamıyorlar, orda biraz para kalıyor. Evlere saldıramıyorlar. O yüzden Fener’de büyük bir yağma yaşanmıyor. Cesaret edemiyorlar girmeye. Çarşıda altı tane Rum dükkan yağmalanıyor. O kadar.
Hristo Bey, yanan dükkanı onarmak için dükkanın bir kısmını satmak zorunda kaldı. Hristo Bey dedesinden beri İstanbullu. Burada kimseleri kalmadı. Eşi Selanikliydi. 1994'te onlar da Selanik'e gitti. Yalnız kalmış olmasalar yaşlarına rağmen gitmezlerdi.
Siz nasıl aldınız?
Hristo bey Yunanistan'a giderken bir işletmeciye vermişti Agora'yı ama o bozdu burayı, birahaneye çevirdi. 2000 yılında bana satmak istediğini söyledi. "Sen gazeteciliği bırakma ama elin üstünde olsun ki rengimiz kokumuz devam etsin" dedi. Baktım ki kurtuluş yok aldım ben de. 2006’da restorasyon için izin aldık. Ama o sırada Balat kentsel dönüşüm kapsamında yenileme alanı ilan edildi. Bütün inşaatları durdurdular. 2013’e kadar burası davalık kaldı. 2013’te tüm Balat olarak davayı kazandık. Yargıtay gerekçeli kararını açıkladı. "Hiçbir kamu yararı yoktur" dedi. Biz de iki haftaya resmi açılışımızı yapacağız artık. Ama Hristo bey göremeyecek çünkü geçen sene aramızdan ayrıldı.
Aşçılar, mezeler...
Üç tane aşçımız var. Sasun, Ermeni, Olimpia isimli 68 yaşında Rum bir kadın var, hem mezeleri yapıyor hem de çocuklara öğretiyor. Bir de Mesut Usta balıklar ona emanet. Hristo’nun döneminden kalan mezeler temel mezelerimiz zaten. Patlıcan, pilaki, lakerda (değişmiş), kırık zeytin, kuru et var. Önceden Hristo Bey, tezgahında iple haşlanmış yumurta, haşlanmış patates keserdi. Artık kimse yemiyor tabii. Ama yine de mezelere katmak istiyorum.
İlk tepkiler.
Ben İstanbul'un en eski hikayelerinden birini canlandırmak için bu meyhaneyi yeniden açtım. Buraya bir işletme gibi bakamam. Yunanistan'dan gelen yaşlı başlı insanlar duvarları öpüp ağlıyor. Bunu görmek hangi rantla kıyaslanabilir.
Sizin çocukluğunuzdan şimdiye baktığınızda nasıl bir Balat, İstanbul ve Türkiye görüyorsunuz?
Şu anda yıkımla karşı karşıya olan Suriye’de, Halep çarşısına girdim bir gün. 200 kadar genç öğrenci şarkı söyleyerek, dümbelek çalarak yürüyor, başlarında rahibeler var. Hristiyan okulunun günüymüş, esnaf laf atıyor, eşlik ediyor, şakalaşıyorlar. Ben bunu Hürriyet’te yazdım, tartışma yarattı. Başka bir ülkeyi överken kendi ülkeni nasıl yerersin diye.
Şimdi o 200 öğrenci Beyoğlu’nda, Bağdat Caddesi’nde yürüyebilir mi? Böyle bir kötülükler ülkesi olduk. Azınlıklar, diğerlerimiz gidince biz ıssızlaştık. Kendi kendimizle baş başa kaldık, anlamsızlaştık. Başkası olmazsa varlığımızın hiçbir kıymeti yok.
Benim çocukluğumdan bugüne -binlerce yıl öncesinden bahsetmiyorum-, 35 yıl önce, biz nasıl bu kadar tekleşmişiz. Şu Balat çarşısında aynı anda 9 dil birden konuşulurdu. Rumca, Boşnakça, Ermenice, Ladino Dili, Kürtçe, Zazaca, Türkçe, Arapça, Arnavutça, Bulgarca. Onlar gitti, geriye fısıltılar halinde konuşulan bir Ladino, Rumca kaldı. Duyulmuyor artık. Türkçe ve Kürtçe kaldı geriye.
İstanbul, İstanbul olacaksa kozmopolit rengine yeniden dönmesi gerekir. Gidenler döner mi? Almanya’ya giden işçilerimiz dönmüyor. New York’a, Toronto’ya gidiyorum, anlatıyor insanlar. Atina’da Türk olduğumu öğrenince etrafımı sarıyorlar, Fransa’da Ermenilerle konuşuyorum bu şehri tutkuyla seviyorlar. Keşke biz de bu şehri onlar gibi sevebilseydik. Savaş sonrası Berlin gibi İstanbul. Süleymaniye gibi, eski semtler yıkık dökük. Bir medeniyet ancak insanla ayakta kalır. O medeniyetin taşıyıcılarını çıkarırsan, ören yerine döner. Yeryüzünün en büyük şehirlerinden biri ama kayıp bir şehir. Bu da bizim en büyük ayıbımız.
Bir gazeteci olarak azınlık hakları ne anlama geliyor sizin için?
Ben bu işi ibadet gibi yapıyorum. Her türlü alanda yazı yazabilir, haber yapabilirim. Ama azınlık hakları başka. Üniversitede öğrencilere de bunu tembihliyorum. Bir toplumda azınlıkların hakları gözetilmiyorsa, o toplum bunu tedavi edememişse medeni olamaz. Bunu bütün azınlıklar için söylüyorum, etnik, toplumsal, dinsel, cinsel vs. Bir ülkede bütün azınlık hakları bizim imtihan yerimiz. (NV)
6-7 Eylül'de ne olmuştu?6-7 Eylül 1955'de Atatürk'ün Yunanistan'ın Selanik kentinde doğduğu evin bombalanması gerekçe gösterilerek başlatılan İstanbul ve İzmir'deki ırkçı ve gerici gösteriler, azınlıklara yönelik bir tahrip ve yağma hareketine dönüşmüştü. İki gün süren olaylarda İstanbul'da 16 Rum öldü, onlarcası yaralandı, 73 Rum kilisesi, 1 havra, 8 ayazma, 2 manastır, 3 bin 584'ü Rumlara ait olmak üzere 5 bin 538 gayrimenkul yakılıp yıkıldı. Kimi saptamalara göre 50 kimisine göre 200 gayrimüslim kadına tecavüz edildi. Dönemin Demokrat Parti hükümetinin 27 Mayıs 1960 darbesi sonrasında Yassıada'da yapılan yargılamalarında, olayların hükümet eliyle tertiplendiği, Atatürk'ün evinin bir devlet görevlisi tarafından bombalandığı ortaya çıkarılmıştı. |