Belki de Kemal Göktaş, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nün hem sevilen hocası hem gelecek vadeden akademisyen adayı, doktorasını yaparken bir yandan da iyi gazetecilik yaptığı için, hak ediyor bunu. Bu hakkında açılan davaları, soruşturmaları, mahkemeleri, bu ülkenin kaosundan pay alan kendi kaosunu…
Yaptığı gazetecilik, gazeteciliğin ruhuna uygun, toplumsal yararı odağına alan, mesleğin itibarını mevcut şartlarda her şeye rağmen gözeten, insan hakları ve hak haberciliğinin çıtasını sürekli yükselten bir gazetecilik olduğu için…Ve bütün Türkiye’nin gözleri önünde insanlık onuruna aykırı biçimde, şiddetin en örgütlü olanına, polislerden karakol dayağına maruz bırakılan bir kadının dava sürecini haberleştirmeyi sürdürdüğü için..
Oysa bu topluma yeterdi, akşam televizyonun seyirlik ekranından akan onlarca kaza, şiddet, kan revan haberini gözünün ucuyla izlerken kendi haline şükrettiği akşam sofrasına, birkaç ay sonra bu konuda açılan davanın takip haberlerini getirmek de neyin nesidir? Bu yaptığın gazetecilik midir Kemal? Sonra, savcının hazırladığı o tumturaklı, ayrıntılı mütalaayı sıradan okurun anlayabileceği bir yalın dil ile sadeleştirerek halka haber olarak sunmanın alemi var mıdır? Kalın mahkeme dosyalarında böyle ne “skandallar” var kimbilir? Gazeteciler o dosya arşiviyle pek ilgilenmezken, siyasi figürlerin peşinde elde mikrofon zıp zıp koşmayı habercilik diye halka yuttururken, senin derdin neydi de geceni gündüzüne katarak dava-dosya takibi ve halkın diline aktarımını yapıyorsun? Sen kimin değirmenine su taşıyorsun?
Tabii hukukçusun, hukuk kökenlisin. Duruma ve çıkara göre değişen yasanın değil, evrensel hukuk ilkelerinin ve insan haklarının yerleşiklik kazandığı bir topluma, gazetecilik alanından katkı vereyim derken unuttukların var belki. İzninle onların bazılarını hatırlatmak isterim.
Gazetecilik, sadece toplumda bir yerde olup bitmiş olayları tanıklık ederek, o deneyim alanının içinde yer almayan insanların geri kalanına aktarma işi değildir. Gazetecilik ve habercilik, esasında toplumun kendisinin ne olduğunu fark edeceği ve göreceği bir bilgi üretmektedir. Bu bilgiyle toplum ya da toplumsal, kendi deneyimler alanına hakim olduğunu zannederek, gündelik hayatının akışına kapılır. Kapılması da gerekir üstelik. Çünkü yaşamın akışına sorgulamaksızın kapılma halini tehdit eden ve kendi pratiklerine ve deneyim alanına başka türlü bakabileceği bambaşka ifadelerle karşılaşabilse, orası artık bildiği ve rahat ettiği toplum olmaktan çıkmaya başlar… Bildiği toplum olmaktan çıktıkça da, toplumsal dönüşüm ihtimali hatta devrim olasılığı belirmeye başlar.
Gazeteci ve haberci, toplumsala içinde kendisini rahat hissedebileceği anlamlar sunmaya yatkındır. O anlamlar ki kapitalizmin insan onuruna ve doğasına aykırı deneyimlerini ve pratiklerini, yenilir yutulur lokmalar haline getirsin. Yahut bizatihi insanı, sınıfçı, ırkçı ve cinsiyetçi sömürü ilişkilerinin içinde yenilir yutulur lokmalar haline getirsin, ikisi de aynı değil midir aslında? Ne olacak karakolda bir kadın, gözaltında dayak yemiş ise? Ülkenin ideolojik ve zora dayalı bütün aygıtları ve o aygıtların güncel sahipleri, “Türkiye’de karakolda kötü muamele ve işkence bitti” diyorlarken, toplum sana mı inansın onlara mı? Yeni Türkiye’de yaşıyoruz artık, haberin yok mu Kemal?
Gazeteci dediğin kimdir Kemal? “Toplumun genel çıkarı için” denilen, o ne idüğü belirsiz haberciliği bile yapmaktan acizken; kimlerin dar çıkarına yönelik olduğu artık ayan beyan ortada olan mesleklerini çoğunlukla toplumsal olguları olmadıkları bir şey haline getirmek için yapmıyorlar mı? Bu toplumun basın özgürlüğü adına onlarca yılda ancak katettiği bir arpa boyu yolu, on yıl gibi kısacık bir sürede mücadele etmeksizin, bana dokunmayan yılan bin yaşasın zihniyeti ile gözden çıkarmıyorlar mı?
Haydi toplumdan, toplumsal çıkardan vaz geçtik, gerçekliğe karşı duyulan sorumluluk, ötekine karşı hissedilmesi gereken empati neden yok gazetecilik camiasında artık? Sanalından somutuna her mecrada toplumdaki kızgın, saldırgan dilin ve nefret söyleminin iliklerimize kadar nüfuz etmesinde, sadece 5 N 1K’ya dayalı habercilikle yetinen meslek algılarının hiç mi payı yoktur?
Bu soruları sana ve senin çizgindeki Gazetecilere yöneltmediğimi biliyorsun elbette. Sorulardan Türkiye’deki bütün gazeteciler kendilerine bir pay çıkarırlar mı, ondan da emin değilim. Emin olduğum tek bir şey var ki, sen ve senin gibi hakikatın peşinde koşan; bugünden farklı ve insanın hak ettiği eşitlikçi özgürlükçü bir gelecek murad eden bütün Gazeteciler, bu soruların yanıtlarını bilmektedir. Toplumsala rahat edeceği anlamları sunma kolaycılığına başvurmayan bütün Gazeteciler, bu serzenişleri basın özgürlüğü adına, toplumun kendisinin düşünce ve ifade özgürlüğü adına bir feryat olarak tarihe not edebilirler. Görünen o ki, bir süredir gazetecinin kim ve haberciliğin ne olduğu ile ilgili soruları tartışanlar ile tartışmayanlar arasında gözlenen sessiz mücadele, bundan sonra daha da sertleştirilecek.
Sadece Gazetecilik yapmayı, insanın hakkını hukukunu, toplumun çıkarını öncelikli gören haberlerinle hak ve hukuk algısını yaratmayı üstlenmiş sen ve senin gibiler için, daha savcıların isteyeceği çok ceza olacaktır. Biz, toplumsalın da, sana ve senin gibi Gazetecilere yönelik bu cezaların, özünde kendisine yönelik olduğunu bir an fark edebileceğini umuyoruz. Toplum bunu fark ettiğinde, artık karakoldaki mağdur kadının maruz bırakıldığı şiddetten sorumlu polislerden daha yüksek bir cezayla yargılanmasını da, bu “skandalı” haberleştiren Gazetecinin, yani senin, polislerden daha yüksek bir hapis cezasıyla yargılanmanı da konuşmuyor ve bunlarla dertlenmiyor olacağız. Hatta karakoldaki kötü muamele ve işkenceleri de konuşmuyor olacağız belki…
Şiddet, kötü muamele, işkence, baskı, yıldırı, zorbalık, ne varsa gazeteci yazmadığı zaman değil, gerçekten ortadan kalktıklarında algılanmıyor olacaklardır. Gazetecinin tarihsel görevi ise, daima varolanın algılanarak görünür olmasını sağlamak olacaktır. (ÇD/HK)
* Prof. Dr. Çiler Dursun, Ankara Üniversitesi Gazetecilik Bölüm Başkanı, TV Haberlerinde İdeoloji (iki baskı 2014 - 2001), İletişim, Kuram, Kritik (2013), İletişim Kuramları (ekitap, 2012), Medya ve Kadın Odaklı STK’lar: Olanaklar, Sorunlar ve Çözümler (2008, Sema Becerikli ile ortak), Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet ve Haber Medyası: Alternatif Bir Dil Oluşturmak (2008), Haber, Hakikat ve İktidar İlişkisi (2004), Medya ve Deprem: 17 Ağustos 1999 Depreminin Medyada Temsili (2003 -Nilüfer Timisi ile ortak) başlıklı kitapları bulunuyor. |