Bazen Holywood'dan öyle filmler zuhur ediyor ki, en kafası çalışan eleştirmenlerin ve en sıkı analizcilerin bile yapımın ihtişamı karşısında kafası bulanıklaşıveriyor. Naiv bir büyülenmişlikle kendinden geçerek Pandora gezegenindeki Navi halkının yanında saf tutan ve kötü beyaz adama olan öfkesini bildik katarsis sağlayıcı anlatı numaralarına teslim olup sağaltan izleyici-eleştirmenlerin son günlerde Avatar filmi üzerine yazılarına bakınca durumu en hafif tabirle böyle ifade edebiliyoruz.
Biraz ışık...
Öyleyse zihinlere biraz ışık salmakta fayda var: Karşımızda bağımsız sinemanın bir ürünü değil, büyük yapımlarının Pentagon'un denetiminden geçirildiği klasik bir Hollywood anlatısı var her şeyden önce.
Bu noktada Sungu Çapan'ın saptaması çok yerinde: Anlatı tipik bir 'beyaz adam, beyaz adamın kötülüklerinden yerlileri kurtarıyor' öyküsüdür. Beyaz adam - hani şu Batı'nın bağrından çıkma hem zeki hem çevik, hem güçlü hem zalim hem de dilerse bağışlayıcı olan kudret figürü- yerlilerin geleceğini, uygarlığını, dünyasını kurtarırken bir dişi yerlinin kalbini de fethediyor bu arada.
Fetihlerin sonu yok tabii... Aşkından mıdır yoksa sömürgeci vicdanının yükünü artık daha fazla taşıyamadığından mıdır bilinmez, belki her ikisi birden, zihni birden aydınlanıyor ve fethederek bir 'parçası' oluverdiği yerlilerin beyaz adamla mücadelesinin de lider figürüne dönüşüyor.
Ne büyük rastlantı ve seyirci için büyük kıyak tabii ki, bu savaşımları da kötü beyaz adamın topuna tüfeğine, yıkıcı teknolojisine rağmen, inancının gücüyle kazanıyor, kazanılmasına vesile oluyor.
Hep birlikte kilisede değilse bile büyüleyici güzellikte bir bilge hayat ağacının etrafında el ele tutuşulup şarkı/ilahiler eşliğinde mücadele ve direniş ruhu güçlendiriliyor. Sonunda da kurtarıcı figür, Avatar'daki Jake Sully, kendi konumunu ve hatta kısıtlı bir yaşama mahkum eden bedenini bile terk ederek, Avatar bedeninde kalmayı seçiyor, kızı kapıyor, yerli topluluktan kabul görüyor vs..vs.. Happy end.
Efendi-köle
Bu hem sorunu yaratan ve güç uygulayan hem de sorunu çözen figür, tipik ve bildik Efendi figürüdür. Yerliler de ister istemez 'köle' statüsündedirler, kuşkusuz günün birinde 'bilinci yükselen' bir beyaz adam sayesinde özgürleşeceklerdir. Biz tabii Irak'ı yağmalayan ABD ve müttefiklerine kafa tutabilen bir Jack Sully çıktığını göremedik 2003 işgalinden bu yana, ama olsun hayali bile cihana değiyor herhalde ki bu kadar gürültü koparıyor bu fantezi.
Arzu ediliyor gerçekten hani şöyle ABD'nin emperyalizmine okkalı bir tokat çakacak birileri de çıksın diyor gönül. Ama reel hayattayız işte filmden bir farkı olmalı elbette, çıkamıyor! Üstelik lütfen bir kez de beyaz adam olmasın bu figür ve diyelim ki Navi'lerin kendinden çıkan bir kahramanı hiç mi hak etmiyor dünyanın bütün ezilen seyircileri? Kala kala başlangıçta ırkdaşı olan insanlara hizmet etmesi karşılığında kısıtlı felçli bedenini düzeltmek isteyen bir askere kalmıştır sonradan Navi'leri, gezegeni ve geleceği kurtarmak.
Barışçı bilim adamlarının takır takır öldürülerek devre dışı bırakıldığı filmde, belki de tek ilerici ve insani düşünce, Navi'lerin yemek için öldürmek zorunda kaldıkları hayvanların son nefeslerini verirken onların bedenine dokunarak "seni görüyorum, acını görüyorum" diyerek canlılar arasında doğada varolma hakkı bakımından bir hiyerarşinin olmadığını ve canlılar arasındaki değerce eşitliği ve birliği işaret etmesidir.
Avatar'daki hikayenin anti-emperyalist olduğunu iddia eden bir söylem ekonomisinin medyada geliştirilmesi, bu anlatının ideolojik tasarımını solcu, ilerici, ABD/Efendi karşıtı, Bush karşıtı, kapitalizm ve emperyalizm karşıtı yapar mı? Yapmaz herhalde. O nedenle kimse kimseyi dolduruşa getirmesin: gayet örtük, gayet demode, gayet dokunaklı bir emperyal(ist) hikayedir Avatar ve Efendi/köle ilişkisini incelmiş bir tarzda yeniden üretmektedir.
Navi'ler kadar naifleşmeden de filmin teknolojisinden keyif alınabilir tabii, o ayrı konu. (ÇD/EK)
___________________________________
* Doç.Dr. Çiler Dursun, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi