Gazetelerin üçüncü sayfa haberleri, toplumun temel değer yargılarına, hal ve gidişatına dair okuruna çok şey söyler. Kişi, kendi sıradan yaşantısında karşılaşabileceği tehlikeler mönüsünü görür o sayfalarda.
İnsana özgü başlıca korkuların ve güvensizliklerin harekete geçirildiği bu tür haberler, kategorik ayrımlar oluşturarak, içinde yaşadığımız dünyayı daha "bilinir" bir yer haline de getirir.
Ancak kategorik ya da tipleştirilmiş olaylara dair mütecaviz anlatımlar nedeniyle, bu bilme olanağı daima bir yüzeysellikle birarada gider. Daha da beteri, tipleştirilen olayların "kahramanlarına", haber anlatımı boyunca ciddi ciddi şiddet uygulanır.
Haber dilinin şiddeti
Toplum adına, sağduyuyu sürdürmek için, karmaşık olayların kötülenen sorumluları sözcüklerle ve fotoğraflarla dövülür. Döven gazeteci değildir, halihazırdaki haber dili kendi şiddetini uygular.
Son aylarda polis adliye olayları ve mahkemelerle ilgili haberlere baktığımızda, hem bu söylediğimi örneklendiren, hem de sıradan okurları adalet olgusuyla sürekli belirli türden ilişkilendiren anlatımlara sıkça rastlar hale geldik.
"Tecavüzcü kurtuldu", "Serbest bırakıldı", "yaşam bedeli X YTL", "500 bin dolara 1.5 yıl hapis", "Yine yeni TCK indirimi", "X yıl sonra cezaevinden çıkacak" ve benzeri ifadelerle oluşturulan haberlerin artan yoğunluğuna bakıldığında, bunu günümüz toplumsal alanının niteliğine dair bir belirti olarak görmek mümkün.
Tabii bu tabloyu okurken diğer önemli belirti olan kitlesel linç girişimlerini de göz önüne almak gerek. Son aylarda adaleti kişisel yapıp etmeleriyle gerçekleştireceğini zannedenlerin, bir de bunu meşru görmeye başlamalarıyla işler iyice çığırından çıkmaya başladı.
Kişisel ve toplumsal hak arayışlarına ilişkin kanalları oluşturamamış bir yapıda, herkesin kendi hakkını bizzat kendisinin araması davranışı olan "ihkakı hak" yaygınlaşmaya başlamışsa, alarm zilleri de çalmaya başlamış demektir.
Korku Dağları Bekler
Düşünün ki bir toplumda ücretli çalışanların özlük ve sosyal haklarıyla ilgili taleplerini, göstermelik değil sonuç getirici biçimde öne sürme olanakları yok...
Düşünün ki bir toplumda yargı mekanizmasının işleyişi, gelip giden siyasi iktidarların ve onların yandaşlarının gölgesi altında kalıyor...
Düşünün ki para ve kişisel çıkarlar, toplumsal biraradalığın en temel değerlerinin üzerinden silindir gibi geçiyor.
Ve etkili yerlerde yetkili yakınları, tanıdıkları olmayanlar, çıkar ilişkilerinin fasit dairesine giremeyenler için ayakta kalmak, ancak "bana dokunmayanlar varsın yaşasın" sinikliğine batmaktan başka bir şey değil artık.
İşte hal ve gidişat böyleyken, mahkemeler, yasalar ve adalet mekanizmasının işleyişine dair medya içeriklerine baktığımızda, o tuhaf ve sistematik bir çerçeveyle karşılaşıyoruz: Sanık veya zanlılara dair haberlerde, yasalara dayalı olarak talep edilen ya da mahkemeler tarafından verilen ceza kararlarının hemen hiçbiri medya tarafından yeterli görülmemektedir.
Bu yeterli görmeyiş, bu tür haberlerde birkaç türde anlatımla sergileniyor: Öncelikle, cezalarda yine yasaya dayanarak yapılan indirimler, ertelemeler, tahliyeler, sanık lehine hükümlerin uygulanması gibi yine yargılama prosedürüne dahil olan gelişmeler, sanki beklenmedik ve olmaması gereken gelişmelermiş gibi haberleştirilmektedir.
Kategorizasyon
Adaletin yargılamalarda tecelli etmesinin kendi gidişatına zaten dahil olan işleyiş ve teamüller, sanki adaleti engelleyen "sapmalar" olarak sunulmaktadır.
İkincisi, zanlılar aleyhine istenen hapis cezaları ile karar sonucu kesinleşen cezalar arasındaki farkı vurgulayarak, haberlerde savcının istemleri meşru ve olması gereken, hakimlerin kararları ise hatalı ve örtük olarak da "şüpheliymiş" gibi sunulmaktadır.
Bu iki anlatıma bir de sanıkların mahkemelerdeki kelepçeli görüntülerine karşılık, davacıların genellikle düzgün portre fotoğraflarının bir arada kullanıldığı sayfa tasarımı eklendiğinde, haberlerin suçu ve suçluyu kategorize edici dilinin adalet ve hak algılayışımıza yönelik etkileri iyice sorunlu hale gelmektedir.
"Masum Değiliz Hiçbirimiz?"
Suç ve suçluyla, yargıyla ilgili bu temsiller, yıkıcı ve bozucu olan unsurlarla karşılaşan toplumun kendisine bir tutarlılık ve "birlik/ beraberlik" kazandırmasına yaramaz sadece. Suçun kaynağını bireyselleştirir.
Suçu, ilgili kişinin yapısına ve özelliklerine indirger. Böylelikle de zimmetten tecavüze, kapkaçtan trafik suçlarına kadar pek çok çeşit suç, toplumsal ortamından yalıtılır. Toplum, suçlarla ilgili kendi sorumluluğunu ve payını haberlere konu olanlara devreder.
Polis adliye haberlerinin bu neredeyse mekanikleşmiş ideolojik işleyişi, son zamanlarda artan "cezaların yetersizliğine" ilişkin haberlerdeki vurguyla biraraya geldiğinde, toplumsal adalet duygusunu önemli ölçüde yerinden etmektedir.
Eleştiren değil, üreten
Vurgulamaya çalıştığım nokta, sadece gazetelerde bu türden haberlerin yoğunlaşması nedeniyle toplumsal ve kişisel adalet arayışlarımıza ilişkin duygularımızın harap edildiği değil.
Ancak fiili işleyişi dile getirmede yaptığı stratejik seçimleri ile haberciler, hak ve adalet algılayışımızın dönüşmesinde etkin bir iş görmektedirler.
Kişisel ve toplumsal adalet arayışlarımızın tıkandığı ve çaresizliğin yoğunlaştığı bu dönemde, gazeteler mevcut olanı eleştiren değil, yeniden üreten bir habercilik örneği sergilemektedir.
Birbirinin yargıç ve savcı kılan yordam
Haberlerde, zanlının ve suçlunun temsilinde yapılan aşırılıklar ve saldırgan anlatım, sadece olayın bir tarafındakilerin dünyası üzerinde güç uygulamakla sınırlı sayılamaz.
Bu anlatımla aynı zamanda, herhangi bir biçimde "haksızlıkla ve adaletsizlikle" karşılaşanlara da adaletin tecelli etmesi için hukuk dışı bir yordam örtük olarak önerilmektedir: Son derece kişisel olan, kimi kez linçle veya adliye koridorlarındaki arbedelerle karşımıza çıkıp duran ve insanları birbirine yargıç ve savcı kılan bir yordam.
Elbette medyanın böyle bir yordam önermesinin hiç de sağlıklı olmadığı ve adaletle ilgili sistemik bir sorunun belirtisi olduğu açıktır.
Bu belirti, kuşkusuz ki geciken adaletin adalet olmaktan çıkmasına yol açan yargılama süreçlerindeki aksamalar, yığılmalar ve yargıda kronik sorunların ortaya çıkmasına yol açan dinamikler hatırda tutularak okunmalıdır. (ÇD/KÖ)
________________________________
* Çiler Dursun Doç.Dr. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi
Medya ve Yargılı İnfaz
Adalet arayışlarımızın tıkandığı, çaresizliğin yoğunlaştığı bu dönemde, gazeteler olanı eleştiren değil, yeniden üreten bir habercilik sergiliyor. Adaletsizlikle karşılaşanlara da adaletin tecelli etmesi için hukuk dışı bir yordam örtük olarak öneriliyor.
Hak odaklı, çok sesli, bağımsız gazeteciliği güçlendirmek için bianet desteğinizi bekliyor.
diğer yazıları