Türkiye frenleri patlamış bir kamyon gibi uzun bir tünelde karanlığa doğru giderken bazı yerel siyasetçilerin ortaya koyduğu modeller ve kendi bölgelerinde yarattıkları “görece” kurtarılmış alanlar birçoklarımız için anaakım siyasetin zorlu kolidorlarında kaybolmuşluk ve hiç bir şey değişmiyor hissimizi kırmamıza araç oldu (ya da olmuştu.)
Hak savunucuları olarak ülke anayasasının eşitlik maddesine “cinsel yönelim ve cinsiyet eşitliği” ifadesi getiremesek de SPoD’un LGBTİ Dostu Kentler Protokolü’nü imzalamış ve seçilmiş belediye başkanlarının kendi yerellerindeki belediye politika belgelerinde bu ifadelerin geçmesinin sağlanması kendi küçük devrimlerimizdi. Ya da sendikalı kadınların mücadelesi sonucu bazı belediyelerin toplu sözleşmelerinde şiddet uygulayan erkeğin maaşının kadına verilmesi birçok kadının hayatında şiddetsiz yeni sayfalar açabilmelerini kolaylaştırdı. Bunlar belki “küçük” kazanımlardı, ulusala kıyasla oldukça lokallerdi ama etkileri sadece yerelle sınırlı değildi.
Görenler, duyanlar olmuştur Van Edremit Belediyesi’ne atanan kayyum, Dilkaya Höyüğü ve Ermeni Mezarlığı üzerine bir tuvalet yaptırdı. Bazılarının ne dirimize ne de ölümüze saygısı olduğunu gösteren bu hareket, kayyumların örmeye çalıştığımız birlikte yaşama çabasına yaptıkları ne ilk saldırı ne de son olacak gibi duruyor. Mezarlıklara ayrı bir önem verilen şu coğrafyada bu dünyadan göç eden insanların geride bıraktığı en önemli işaretlerden biri olup iki dünya arasındaki kapı olarak düşünülen bir mekana yapılan bu saygısızlık hiç de tesadüfi değil. Neredeyse yüzyıllardır yaşadıkları bölgelerde bile aslında evsahibi olmalarına rağmen hep bir “misafir”, hep bir “yabancı” olarak ifade edilen azınlıkları ötekileştirenler tarih ile yüzleşmekten kaçtığı sürece de bitecek gibi durmuyor.
Kayyumların atandıkları bölgelerde 45’e yakın kadın danışma merkezini, kadın müdürlüklerini, kadın üretim atölyelerini, sığınma evlerini, çamaşır evlerini, kreşleri kapatıp, kadın yönetici ve kadın otobüs şoförlerinin görevlerini “bu işler kadınlara uygun değil” diyerek değiştirdiklerine, birçok işçiyi tazminatsız bir şekilde işten çıkardıklarına, sendikasızlaşma için baskılar kurduklarına tanıklık ettik.
Bu yapıların kolay kurulmadığını ve yerel için ne kadar anlamlı olduğunu bilen bir yerel yönetimci olarak, kayyumların ilk işinin Cumhuriyet’in en temelde anayasal olarak sağladığı kadın-erkek eşitliğini, özellikle 80 sonrası yükselen “herkes için eşitlik” talebini benimsemiş insanların belediyeler içerisinde 95 yıllık yasa önünde eşitliği toplumsal hayatta fiili eşitliğe dönüştürme çabasını yok etmeye çalışmalarını bir karşı devrim olarak görüyorum.
Unutulmamalıdır ki bu kayyumlar sadece belediyelere değil hayatlarımıza, geleceğimize atanıyor. Getirdiğimiz her politik eleştiride bize tepkimizi sandıkta göstermemizi söyleyenler sandıktan çıkan irademizi yok sayıyor, seçtiklerimizi parmaklıklar ardına atmaktan çekinmiyor.
Türkiye’deki 1397 adet belediyeden 87 belediye (83 HDP, 1 MHP ve 3 AKP) seçilmiş belediye başkanları tarafından değil de kayyum tarafından yönetiliyor. Birçok belediye de kayyum atanır korkusu ile iktidar ile ters düşecek ve gözleri üstüne çevirecek hamleler yapmaktan uzak durmaya çalışıyor.
Ancak diğer yandan ulusalın siyaset alanı daralırken elini taşın altına koymaktan çekinmeyen belediyelerde, “bu ülkede güzel şeyler de oluyor” dedirtmek için hala alan var. Yoksa da yaratmak en başta bizlere düşüyor. (EA/AS)