Yeni seçim paradigması: İktidar seçimle gelir, peki gider mi? (3)

İlk iki yazıda, günümüz Ortadoğu’sundan başlayarak ideoloji, devlet, hegemonya ve iktidar kavramları üzerinden toplumsal değişim-dönüşüm süreçlerine değindik; Netanyahu’dan Trump’a, Ahmet eş-Şara’dan Şeyh Sadi’ye uzanan bir çerçevede, kapitalizmin iktidar meselelerine dair birçok örnek ve kavramdan söz ettik. Üçüncü ve son bölümde ise farklılaşma ve iktidar ekseninde, demokrasinin ve kapitalizmin sorun çözme yaklaşımları çerçevesinde yaşanan süreçlerden hangi kapılara yöneldiğine bakmaya çalışacağız.

Yeni seçim paradigması: İktidar seçimle gelir, peki gider mi? (1)

Yeni seçim paradigması: İktidar seçimle gelir, peki gider mi? (2)
Kapılar demokrasinin mi, kapitalizmin mi sonuna açılıyor?
"Modern insan, fizyolojik olarak Afrika kıtasında gelişip oluştuktan sonra yayılımını Ortadoğu üzerinden Asya ve Avrupa’ya, ardından tüm dünyaya dağılarak gerçekleştirdiyse, kapitalizmin sonu da Amerika üzerinden Ortadoğu vasıtasıyla Avrupa-Asya’ya yayılarak mı gelecek?" diye sorulabilir. Hatta akla başka sorular ve çeşitli farklı yanıtlar da gelebilir.[1]
Demokrasinin erkler ayrılığı ilkeleri ve bu yönetim anlayışının kurumsallaşma süreci, sanayi toplumunun oluşum ve gelişim dönemleri içinde uzun ve mücadeleli yıllara yayıldı. Mücadeleler, toplumsal ve teknolojik gelişmeler yoluyla da demokrasi kavramına yeni içerik, boyut ve oylum kazandırdı. Aynı süreç dahilinde kapitalizmin çelişki ve çatışmaları sıklaşıp sistem krizlerine, bunalımlara neden olurken, aynı zamanda yeni gelişmelere de kaynaklık etti.
Ne var ki, kapitalizmin sosyal hukuk devleti modeli ve sosyalizmin tek ülkede sınıfsız toplum yaratma yaklaşım ve politikaları, 20. yüzyılın üçüncü çeyreğinden sonra çökmeye başlayınca, ‘Soğuk Savaş ve iki kutuplu dünya’ perdesi kapandı, yeniden küreselleşmeye yönelindi. Teknolojk gelişmeler durmayıp devam ettiği gibi, kapitalizmin krizlerinin sıklaşması ve artan sistemsel çözümsüzlük ve bunalımlara bağlı olarak, toplumlar yönetim krizleriyle de boğuşmak durumunda kaldı. İktidarların seçilme ve değiştirilme biçim ve ölçütleri de giderek farklılaştı.
Başat soru, "İktidarların, seçmen desteğini kaybetmeleri durumunda bile konumlarını yitirmeden iktidarda kalmalarını sağlamanın yolları yok mu?" haline dönüşünce, yanıt kendiliğinden üredi: "Seçimi ancak iktidarlar kazanır!" Bu mottoyu, "Muhaliflerin kullanamayacağı avantaj ve olanakların tümünün kullanıcısı olarak bir iktidar, eğer seçimle iktidarı yeniden kazanamıyorsa zaten ‘iktidar’ da olabilmiş değildir", diye de anlamak mümkün.
Yeni evrede, yukarıdaki tanımlama bizi kapitalizmin devamının-devamlılığının tek bir formüle bağlı olduğu sonucuna götürüyor: Sistemin eski egemen sınıf iktidarları yerine, söz konusu sınıf kompozisyonunda yeni öne çıkan egemenlerin iktidarlarının değişmez sürekliliğine!
Bu değişmez süreklilik ise;
- halk, egemen iktidara mutlak itaat ederken; mal, can ve hatta ırz fedakârlığıyla bağlı ve de mükellefse,
- yüce egemenler, halka karşı yükümlülüklerle kuşatılmamışlarsa,
- bu sistem teknolojik gelişmeye açık ve fakat kurum, değer ve inançların değişimine kapalı bir dünya düzeni sunuyorsa, işte o zaman ortaya çıkan yeni sistem ve yapı sağlama alınmış demektir.
Dolayısıyla; hem demokrasinin seçme-seçilme, hem kapitalizmin sistem olarak çökme, hem de kapitalizmin yerine daha ileri bir yapının gelmemesini sağlama, meseleleri de böylece çözüme ulaşmış oluyor.
Ama burada bir soruyu akla getirp, asla sormamak gerekiyor. İşte o soru da, insan ve doğanın, toplum ve çevrenin, hak ve özgürlüklerin, yetki ve sorumlulukların bu sistemsel çözümde yer alıp almadığına ilişkin sorudur. Dolayısıyla sorulamaz!
Feodal dönemin toprak kapama hareketi (enclosure movement), nasıl toprağa bağlı köylüyü topraktan koparıp kent ve kent çeperlerine yığarak zaman içinde işçileştirdi ve farklılaştırdıysa, aradan geçen altı yüzyıl sonrasında, Covid-19 pandemisiyle yaygınlaşmaya başlayan uzaktan çalışma ve büro kapama dönemi, bu kez bir yandan metropollerden kopuşu getirirken, üretim araçlarını internet erişim ağlarına, çiplere ve algoritmalara dönüştürüyor. İktidarlar, bu yeni oluşan yapıyı sistemin tekil bireylerine kadar kontrol edebilir hale geliyorlar, çünkü teknolojinin sahipleri ve belirleyicileriyle aynı çıkarları paylaşmak zorundalar. Toplumun egemenleri dışında kalan büyük, hatta çok büyük kesimi ise ofissiz, vasıfsız, örgütsüz ve atomize birey haline getirilmiş bireyler olarak, sınıf ve sınıf bilinci oluşturamadan sistemin teknoloji bağımlıları haline geliyor ve/veya getiriliyorlar.
Peki, tüm bunların gerçekleşmesi için ne gerekiyor? İki şey.
- İlki, iktidarın devamlılığının garanti altına alınmasını,
- ikincisi ise, üretim ilişkilerinin ileriye doğru değil geriye gitmesinin sağlanmasını hedefliyor.
Temel olarak bu hedef doğrultusunda, muhafazakâr dünya görüşünün, "Teknoloji gelişsin ama bu gelişme, değerlerin ve kurumların değişmesine neden olamaz," anlayışının ve yeni egemenlere mutlak itaat, mal, can ve hatta ırz fedekârlığıyla bağlanılması ve egemenlerin sorumsuzluğu yaklaşımının vücut bulması da gerçekleştirilmiş oluyor.
Eğer insan ve doğa, toplum ve çevre, hak ve özgürlükler, eşitlik ve kendini geliştirme olanağı, yetki-sorumluluk ve bilinç ögelerinden herhangi biri, kurgulanmaya çalışılan sisteme dahilse -ki bu, yeninin devamlılık ögelerinden biri olarak kullanılıyor olabilir- sistemde nasıl yer aldığı sorgulanmamalı, düşünülmemeli ve de yapılanlara karşı mücadele kavramları içermemelidir ki, kuruluşu hedeflenen yeni yapının başarısına halel gelmesin.
Elbette burada halel gelmesinden kaygı duydukları durum, "Geriye dönüşle geleceği garantiye alalım ve hegemonyamızı kuralım" derken, kapitalizmden ileri bir üretim ilişkileri girdabına düşme korkusudur. Bu da meselenin olmazsa olmazı. Mesele, -her yer ve zamanda varolan bir davranış biçimi olarak- mücadelede ve mücadele biçimlerinde değil, itaatta ve de kitlelerin itaatinin sağlanmasında. Çünkü mücadele sorunu, mücadele yoluyla bastırılıp, çözülebilir. Ama gerekli itaat sağlanamadıkça aşılmak istenen yollar, açılmak istenen kapılar duvarlaşır ve ne aşılır ne de açılır. İşte o zaman da tarihin çarkı kaçınılmaz olarak geriye değil, ileriye doğru döner.
Diyeceksiniz ki, "Bu kadar kusur kadı kızında da olur." Olmasına olur da, biliyorsunuz, akmasa bile damlayan sudan, damlaya damlaya göl olurmuş!
Dipnot:
[1] Örnek olarak, Yanis Varoufakis’in "Technofeudalism: What Killed Capitalism" kitabı ile Yenal Bilgici’nin Gazete Duvar’da yayımlanan "Kelle fiyatına hürriyet, esirlik bedava" ve "Diriliş, Gazap Üzümleri, hayatlarımız: Dün bugündür, bugün dün…" başlıklı yazılarına bakılabilir.
(ST/VC)
Yeni seçim paradigması: İktidar seçimle gelir, peki gider mi? (2)

Yeni seçim paradigması: İktidar seçimle gelir, peki gider mi? (1)

GELİR DAĞILIMI, BÜYÜME, ASGARİ ÜCRET, AZAMİ İKTİDAR
Değişim mi, dönüştürme mi?

31 Mart seçimleri üzerinden dün, bugün, yarın (2)

31 Mart seçimleri üzerinden dün, bugün, yarın (1)
