Son zamanlarda, döviz rezervlerindeki azalmayı ve döviz kurlarını kontrol altına almak amacıyla örtük sermaye kontrolü olarak nitelendirilebilecek uygulamalar yapılıyor.
Bu uygulamaların başlıcaları;
-Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'nun (BDDK) Türk bankaların yabancılara TL verip karşılığında dolar alma limitlerini (1 haftaya kadarki vadelerde) özkaynaklarının yüzde 10'undan yüzde 1'ine çekmesi[1],
- BDDK’nın 100 bin dolar alımına 1 gün valör getirmesi, yani doların ertesi gün hesaplara girebilmesi.
- Cumhurbaşkanı’nın artırma yetkisini kullanarak döviz ve altın işlemlerinden alınan Banka Sigorta ve Muamele Vergisi (BSMV) oranı binde 2'den yüzde 1'e yükseltilmesidir.
Bu uygulamalar çeşitli kurum temsilcileri ve iktisat yorumcuları tarafından ele alındığında değerlendirmelerin genellikle iki ana hatta yoğunlaştığını görüyoruz.
Bu yaklaşımlar iki ayrı uç oluşturuyor. Ancak, öncelikle değerlendirmeye esas olabilecek koşulları ortaya koyalım:
1- Türkiye’de tasarruflar yetersizdir.
2- Negatif reel faiz, tasarruf eğilimini azaltmakta ve TL cinsinden tasarruflar verine döviz, altın vb. üzerinde yoğunlaşmaktadır.
3-Döviz rezervleri yetersizdir. Özellikle son dönemde döviz kurunu kontrol altına almak amacıyla yapılan satışlardan dolayı Merkez Bankası rezervlerinde önemli miktarda azalma olmuştur.
4- Ülkedeki ekonomik, sosyal siyasal istikrarsızlık, demokratik hakların giderek kısıtlanıyor olması, yabancı sermayenin uzun dönemli yatırımlar için gelmesini sınırlandırıyor.
5-Bu, bir başka şekilde söylenirse, yabancı sermaye kısa vadeli portföy yatırımları şeklinde geliyor, yani sıcak para. Sıcak para özelliği gereği, daha düşük riskli, daha yüksek getirili yerlere hızlıca kayıyor. Büyük miktarlı hızlı sermaye çıkışı olasılığı finansal kırılganlığı artırıyor.
6-Tasarruflar, borçlanma yolu ile elde edilen yabancı sermaye üretken alanlar yerine, daha çok inşaat, yol, köprü vb. yatırımlarda kullanılmıştır.
7-Finansal kurumlardan borçlanma ve kamu özel idarelerine verilen teminat ve taahhütler aracılığıyla, kamu ağır bir borç yükü altındadır. Bunun dışında özel sektörün de borçlanma düzeyi yüksektir.
Güncel koşullar yapısal sorunları nasıl etkiledi?
Türkiye Covid-19 öncesinde de önemli ekonomik sorunlarla karşı karşıyaydı, ama bu süreçte daha da derinleşti. Bu dönemde;
- Mal ve hizmet üretimi azaldı,
-Henüz sonuçları tam olarak görülmese de işsizlik arttı,
-Döviz kurlarında önemli artışlar oldu ve bu artışı dengelemek üzere Merkez Bankası döviz satışı yaptı, ihracat ve turizm gelirleri azaldı, buna bağlı olarak döviz rezervleri önemli miktarda azaldı,
- Kamu kaynaklarından bireylere ve işletmelere aktarımlar yapıldı, ama tüm alanlarda olduğu gibi, bu konuda da şeffaflık eksiği olduğundan, kime, ne kadar ve ne derece adil bir dağıtım yapıldığı konusunda bir değerlendirme yapmak mümkün olamadı.
- Ülke riskindeki artışa bağlı olarak yabancı yatırımcılar portföy yatırımlarını çekiyorlar.
Koşullar nasıl yorumlanıyor?
Bu koşullarda ekonomi ile ilgili kesimlerden bir kısmı, sorunların kapitalizm ve neo-liberalizm kaynaklı olduğu gerçeğini göz ardı ederek, yabancı sermaye, konvertibilite, para ve sermayenin serbest dolaşımı üzerine güzellemeler yapıyor. Borçların, özellikle kısa vadeli borçların ödenmesi için yabancı sermaye girişinin kaçınılmaz olduğunu vurguluyor. Yapılan bazı düzenlemelerin sermaye kontrolü anlamı taşıdığını, bu uygulamaların gerek yatırımcıları, gerekse de kredi kuruluşlarını ve (bir mucizeyi bekler gibi bekledikleri) SWAP sözleşmelerinin muhatabı olan yabancı merkez bankalarını ve finans kuruluşlarını ürküttüğünü ve daha da fazla ürküteceğini söylüyorlar.
Portföy yatırımları için gelen yabancı sermayenin, bir diğer adıyla sıcak paranın girdiği ülkeye, geçici likidite sağlamak dışında bir faydası yoktur. Herhangi bir reel yatırımda kullanılmaz, istihdam yaratmaz, tam tersine ülke ekonomisinin kırılganlığını, kur oynaklığını artırır, hızla çekildiğinde ardında bir kül yığını bırakır. 2007-2008 krizinde tüm ülkelerde, bu arada Türkiye’de de;
- kısa vadeli sermaye hareketlerine sınırlama getirilmesi, Tobin Vergisi uygulanması,
- finansal kuruluşlara olan borçların ötelenmesi vb. önlemler konuşulmuştu,
Şimdi durum o günlerden farklı değil, hatta belki de daha da ağır bir kriz bekliyor ekonomileri. O zaman bu olağanüstü koşullarda kısa vadeli sermaye hareketlerine geçici kontrollerin getirilmesi, borç öteleme anlaşmalarının gündeme alınması yapısal olmamakla birlikte palyatif bir çözüm oluşturabilir. Bundan bu kadar ürkmemek gerek, Tabii ki, borçlanma politikalarının ve yabancı sermayenin yatırımlarının planlanması, ülkenin risk düzeyinin düşürülmesi için gerekli ekonomik, sosyal, yasal, politik koşulların oluşturulması şartıyla.
Hükümet- Ulusalcı kesim ittifakı
Konuyu diğer uçta tartışan kesimler de sorunların yapısallığını; kapitalist sistem, ülkenin yönetim şekli, demokrasinin uygulanma düzeyi, özgürlükler, şeffaf yönetim, kamu kurumlarına, hükümete, siyasete, adalete güvenle olan ilişkisini göz ardı ediyorlar. Ülkenin, krizlerin ve pandeminin yönetimi konusunda yaşanan güvensizliği yok sayıyorlar. Muhalefeti bastırılmış bir toplumun “sorunsuz” bir toplum olduğu yanılsamasına kapılıyorlar.
TIKLAYIN / Döviz Kuru Dalgalanmaları ve Swap İşlemleri
Ekonomiyi de, döviz/sermaye çıkışlarını da, kurları da bu yüzeysel değerlendirme ile ele alıyorlar. Kısa vadeli, bir sonraki hamlesi düşünülmemiş aksiyonlarla sorunları çözemeyeceklerinin ya farkında değiller, ya da farkında değilmiş gibi davranıyorlar. Hesapsız, zamansız faiz indirimleri yapıyorlar, aktif rasyosu olarak adlandırılan bir düzenlemeyle bankaları özel sektöre kredi vermeye zorluyorlar, SWAP sözleşmeleri ile döviz likiditesi yaratmaya çalışıyorlar, BSMV’nin artırılması ile kur hareketlerini kontrole kalkıyorlar[2].
Yapısal sorunlar büyük, güçlüyüz demekle, dış düşman demekle, korona olmasaydı iyiye gidiyorduk demekle örtülemeyecek ve yukarıda başlıcaları sıralanan araçlarla çözülemeyecek kadar büyük…
Sonsöz
Ekonominin faiz, döviz kuru borsa olmadığı, üretim faaliyetlerinin esas olarak reel mal ve hizmetler üretimi olduğu kabul edilirse, finansman bu amaçları gerçekleştirmekte destek sunar. Ekonominin ana faaliyeti, portföy yatırımları, döviz ve hisse senedi hareketleri olmaz.
İnsanlara insanca yaşam sağlayacak şekilde istihdam ve ücretlendirme, katma değeri yüksek ürünlere yönelme, kaynak kullanımının ülke olanakları ve ihtiyaçları esas alınarak planlanması öncelenir.
İşte o durumda faizler, aktif rasyosu, bankalara getirilen SWAP kısıtlamaları, BSMV oranları sadece birer teknikten ibaret olarak kalırlar.
[1] Bankaların yurt dışı yerleşiklerle gerçekleştirdiği swap işlemleri, işlemi yapan bankanın öz kaynaklarının yüzde 10'u nispetindeki sınır 1 hafta için yüzde 1, 30 gün için yüzde 2, bir yıl için ise yüzde 10'u oranında belirlenmiştir.
[2] Bu düzenlemelerle gerçekleştirilmek istenenler ayrı bir yazıda ele alınacaktır. (AY/RT)