Eşitsizliklerin ve adaletsizliklerin olduğu tüm toplumlarda kolektif düşüncelere ve yaşam girişimlerine ihtiyaç var.
Gelir dağılımının daha adil hale getirilmesi için, herkesin ekonomik kaynaklara ulaşımının sağlanabilmesi için, sağlık-istihdam-eğitim olanaklarına ulaşamayan hiç kimsenin kalmaması için, kentlerin ve ülkelerin yönetimine tüm kesimlerin katılabilmesi için, ekosistemin bir bütün olarak kabul edilmesi, insan merkezli anlayışlarla diğer canlıların ve doğanın yok edilişine sessiz kalınmaması için…
Kapitalist ekonominin doğası eşitsizlikler ve adaletsizlikler üzerine kurulmuştur. Bu yapısal sorunlar neoliberalizm döneminde, özellikle de ekonomik- finansal krizler, COVİD 19 döneminde ve dünyanın dört bir yanında sıklıkla yaşanan “doğal” afetler sonrasında daha da artmıştır.
Yoksulluk, eğitimsizlik, sağlıksızlık, dışlanmışlık, güvencesizlik tüm insanları en temel haklarını kullanamayan, güçsüz bireylere ve toplumlara dönüştürmüştür. Ama en çok da kadınları, çocukları, göçmenleri, LGBTİ+'lar...
Kapitalizmi bir sistem olarak ortadan kaldırmanın objektif ve subjektif şartlarının -en azından kısa vadede- mevcut olmadığını düşünen geniş bir kesim, insanların birbiriyle, diğer canlılarla ve doğa ile ilişkilerinin daha yaşanılabilir hale getirilmesi için yapılabilecekler üzerine yoğunlaştılar.
Kapitalizmin ve neoliberalizmin çeşitli kavramlarını sorgulamaya, bu kavramlara dayanan yaşam modelinin nasıl aşılabileceği üzerine düşünmeye başladılar. Sorgulanan kavramların başlıcaları;
Aslında neyi sorguluyoruz?
Tartışılan, sorgulanan kavramlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde, ekonominin ve ekonomik faaliyetlerin ana amacının sorgulandığı anlaşılmaktadır.
Ekonomik büyümenin makro amaç olarak kabul edilmesi, bu amacı gerçekleştirebilmek için de, piyasa talebinin belirleyiciliğinde, mal veya hizmetlerin ihtiyaç kategorisinde olup-olmadığına bakılmaksızın üretilmesi eleştiriliyor. Kaynakların, doğanın talan edilircesine kullanılışına dikkat çekiliyor.
Rekabetin yıkıcı etkileri üzerinde duruluyor, bireysel faydanın en önce ve en önemli kabul edilmesi ile insanların birbirini, doğadaki diğer canlıları yok saydığı ve sürdürebilir yaşam koşullarının ortadan kaldırıldığı vurgulanıyor.
Ekonomik faaliyetlerin ana hedefi ihtiyaçların karşılanması-yaşamın iyileştirilmesi, yoksulluğun azaltılması ve ortadan kaldırılması olarak belirleniyor.
Üretim artışı ve büyüme hedeflerinin terk edilerek büyümeme hedefine geçilmesi, kaynak ve enerji kullanımının azaltılması, iklim değişikliği ve ekolojik bozulma sorunlarının kalıcı olarak önlenmesi hedefleniyor. Yeni bir hayat ve yeni bir ekonomiyi düşünmeye başlayınca zincirin halkaları o kadar uzuyor ki…
Bireylerin ve ülkelerin, birlikte yaşamanın koşullarını da gözetmesi, ekonominin verimlilik-karlılık hedefleri yerine, adalet-hakkaniyet-temeline dayandırılması, üretim ve bölüşümün bu ilkelerle yeniden ele alınmasını ve tüm insanların refahının hedeflenmesi öneriliyor.
Kimi zaman sosyal ve dayanışma ekonomisi oluyor adı, kimi zaman yeşil ekonomi, kimi zaman alternatif ekonomi… Ortak yanları, kolektif çabanın-aklın bir araya getirilmesi, uygun örgütlenmelerin oluşturulması. Bu örgütlenmeler bağımsız gibi görünmekle birlikte birbiriyle yakın ilişkili. Kendi mikro mücadele alanları için kuruluyorlar ancak bir diğer hak kazanımına da yol açıyorlar. Sağlıklı gıdaya erişim için kurulan bir gıda topluluğu ana amacının yanı sıra topluluğu oluşturan bireylerde çevre ve toplumsal cinsiyet farkındalığının artmasına da katkı sunabilmesi gibi.
Bu örgütlenmelerin başlıcaları, tüketici grupları, sosyal girişimler, dernekler, vakıflar ve çok çeşitli alanlarda faaliyet gösterebilen kooperatiflerdir.
Kooperatifler ve artan önemleri
Yukarıda belirtilen ekonomik ve sosyal gerekliliklere ek olarak yaşadığımız pandemi ve deprem koşulları yaşamın tüm yönleriyle sorgulanmasını kaçınılmaz kılıyor.
Pandemi koşulları gösterdi ki, kısa ve uzun vadeli en önemli sorunumuz; yeterli, güvenli, herkesin erişebileceği, adil fiyatlanmış su ve gıda.
Deprem resmi kayıtlara göre 50.000 kişinin üzerinde can kaybına yol açtı. Evler, iş yerleri yıkıldı, tarlalar-ürünler yok oldu. Çocukluğun-gençliğin geçtiği mahalleler, köyler, şehirler, buralarda yaşanan doğumlar, düğünler, ölümler anılarda kaldı.
Şimdi yeniden yapılması gereken kentler, yaşamını yeniden kurması gereken yalnız ve işsiz insanlar, bakıma muhtaç hayvanlar, ekilmesi-biçilmesi gereken tarlalar, çalıştırılması gereken iş yerleri-atölyeler ve tüm bunları yaparken özenle korunması gereken doğal ortam gündemde. Hem de acil olarak…
Dünyanın pek çok ülkesinde ve Türkiye’de uzunca bir süredir üretici ve tüketici kooperatiflerinin, bilhassa da kadın kooperatiflerinin önemi üzerinde duruluyor. Kooperatifler aracılığıyla;
- İnsanların/kadınların yaşadıkları pek çok sıkıntıya kendi öz güçleriyle çözüm üretilebilir,
- Üretime ve istihdama katılımları kolaylaşır,
- Temiz tarımsal üretimi ve gıda üretimini yaygınlaştırılabilir,
- Hem üretici hem de tüketici için adil fiyatlandırmaya olanak sağlanabilir,
- Sağlanacak ekonomik güçlenme, sosyal ve siyasal güçlenmeyi destekler.
- Örgütlenme-dayanışma kültürü yerleşir, yaygınlaşır.
Belirtilen bu faydalar özellikle ekonomik faaliyetlere katılımı düşük kadınlar için daha büyük önem taşımaktadır. Kadınlar için kooperatifçilik, öncelikle var olan bilgi ve becerilerini gelir sağlayıcı faaliyetlere dönüştüren bir ekonomik yapılanmadır. Diğer işletmelerle birlikte, aynı piyasa koşullarında faaliyet gösteren kooperatifler, var olabilmek, ortaklarının ve toplumun faydasını gözetebilmek için dinamik bir yapıya sahip olmalıdır.
Üretim alanlarını ve üretim yöntemlerini doğru belirlemeli, gelişmiş pazarlama kanallarından yararlanmalı, uygun finansman yöntemlerini benimsemelidir. Böylesine çok yönlü ve dinamik bir ortam, ortaklar açısından sürekli yeni bilgilerle donanma, becerilerini artırma yani sürekli bir gelişme olanağı anlamına gelmektedir.
Tüm kooperatiflerde olduğu gibi kadın kooperatiflerinde de birbirini besleyen bir döngüsellik vardır. Yani, kooperatifler, kadınların yoksulluktan, ev içinde gelir sağlamayan ev işleri ve bakım emeği kısır döngüsünden kurtulmalarında, niteliklerini artırmalarında ve ekonomik-sosyal ve siyasal güçlenmelerinde önemli katkılar yaparlar.
Çalışma-üretme-gelir elde etme isteği ve çabası ile dolu kadınlar da kooperatifleri başarıya ulaştırırken, ulusal ekonominin gelişmesine, gelirin-kaynakların-sosyal becerilerin toplumun çeşitli katmanlarında yaygınlaşmasına katkıda bulunurlar.
Kooperatiflerin/ Kadın kooperatiflerinin döngüselliği
Kooperatifler/kadın kooperatifleri belirtilen bu fonksiyonlarıyla deprem bölgelerinde yaşam yeniden kurulurken çok önemli bir ekonomik birim olabilirler. Üretim kooperatifleriyle;
-Yerel üreticinin mevcut ürünlerinin bölge içindeki ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması,
- Üretim fazlasının tüm Türkiye’ye dağıtımının yapılması,
- İhtiyaç duyulan alanlarda yeni üretim birimlerinin kurulması,
- Güvenilir/yeterli tarımsal üretimin–gıda üretiminin yapılabilmesi,
- Üretim alanlarında sosyalleşmenin sağlanması, dayanışma kültürünün yaygınlaşması sağlanabilir.
- Tüketim kooperatifleri aracılığıyla yeterli-güvenilir- adil fiyatlanmış ürünlerin tüm ihtiyaç sahiplerine ulaştırılabilir.
- Sosyal kooperatiflerle eğitim, danışmanlık, bakım hizmetleri sunulabilir.
- Kredi kooperatifleriyle, kendi işini kurmak isteyenlere, geleneksel bankacılık sisteminin dışında kaynak sağlanabilir.
Özellikle son dört yılda yeniden canlandığı görülen kooperatifçilikte ağırlığı kadın kooperatifleri oluşturmuştur. Kadın kooperatifleri sayısal olarak önemli bir artış göstermekle birlikte pek çok açıdan ne yazık ki istenilen gelişme düzeyine ulaşamadı.
Bu hali ile deprem sonrası yeniden yapılanmada belirleyici ekonomik-sosyal birimlerden biri olma beklentisi kısa vadede gerçekçi görülmemektedir. Kooperatifler için uzun vadeli, ciddi ve planlı yeniden yapılandırma çalışmaları gerekmektedir.
Sonsöz
Büyük bir heyecanla, yaygın olarak kurulan, kamuoyunun büyük desteğini alan, neredeyse yeni bir hayatın nüveleri olarak değerlendirilen kadın kooperatiflerinin istisnasız hepsi durgunluk, hatta gerileme dönemine girdi.
Bunun nedenleri ve alınabilecek önlemler çok boyutlu ve bundan sonraki bir yazı dizisinin konusunu oluşturacak.
Bu tartışmayı kadın kooperatiflerinin önemine inanan, konuyla kuramsal olarak ilgilenmenin ötesinde fiili olarak da çalışan birisi olarak, hala yapılabilecek şeyler olduğunu düşündüğüm için önemsiyorum.
Kooperatifçilikle ilgili kurumlar, mevcut kadın kooperatiflerinin ortakları, yerel yönetimler, konuyla kuramsal olarak ilgilenenler ve uygulamacılar el ele verirsek sorunların teşhisi ve alınabilecek tedbirler konusunda geç kalınmasını önleyebilir; yeniden kurulan kentlere, yeni veya yenilenen kadın kooperatifleri, kooperatif üst birlikleri ile dinamizm kazandırabiliriz.
(AGY/EMK)