Fotoğraf: Boğaziçi Dayanışması / Twitter
Yıl 1977, Yer ODTÜ…
Yıl 1977. Orta Doğu Teknik Üniversistesi (ODTÜ) Mütevelli Heyeti Hasan Tan’ı rektör olarak atadı. Hasan Tan dönemin Milliyetçi Cephe (MC) hükümetlerine yakınlığı ile bilinen, siyasi kimliği akademik kimliğinin önüne geçmiş bir öğretim üyesi.
Dönemin siyasi ortamı hatırlanınca bu atamanın, ODTÜ’deki devrimci, demokrat, katılımcı ortamı ortadan kaldırma hedefi ile yapıldığı çok açık.
Nurettin Çalışkan, ODTÜ Tarihçe (1956-1980), ODTÜ Mezunlar Derneği Yayınları, sayfa 288
Üniversite’nin öğretim üyeleri, öğretim elemanları, öğrencileri ve çalışanları da atamanın siyasi yönünün farkında tabii ki. Üniversite Konseyi (tüm profesörler ve seçilmiş doçent ve yardımcı doçent temsilcilerinden oluşuyor, diğer üniversitelerdeki senato karşılığı) “yasal olarak bu atamayı kabul ediyoruz, ama Rektörlük ile hiçbir şekilde işbirliği yapmayacağız” kararını alırlar.
Süreci takip için bir “İcra Komitesi’ seçerler, Rona Aybay, Cahit Arf ve Mustafa Doruk’tan oluşan bir komite.
İcra Komitesi’nin ilk kararı bütün dekanların ve bölüm başkanlarının istifa etmesi olur, iki istisna dışında tümü istifa eder ve öğretim üyeleri yeni görevlendirme kabul etmezler.
Nurettin Çalışkan, ODTÜ Tarihçe, sayfa 275
Hasan Tan’ın rektör olarak atanmasına ve ilk icraatı olan 700 civarındaki “ülkücü” işçinin işe alınmasına öğrenciler ve öğrencilerin örgütü Öğrenci Temsilciler Konseyi (ÖTK), üniversite çalışanları, veliler ve eski mezunlar da karşı çıkar.
Hasan Tan’ın rektör olarak atanmasına ve ilk icraatı olan 700 civarındaki “ülkücü” işçinin işe alınmasına öğrenciler ve öğrencilerin örgütü Öğrenci Temsilciler Konseyi (ÖTK), üniversite çalışanları, veliler ve eski mezunlar da karşı çıkar.
Dokuz ay sürecek boykot/direniş başlar, ilk 1-2 ay dersler devam eder, sınavsız, notsuz. Onlarca konser düzenlenir, tiyatrolar oynanır ODTÜ içinde ve Ankara’nın değişik yerlerinde. Dergiler çıkarılır, karikatür yarışması düzenlenir, toplantılarda direnişin nedenleri anlatılır. Bale gösterisi bile(!) yapılır. Üniversite yönetiminin okulu ve yurtları kapatmasının ardından gençler, dolayısıyla direniş Türkiye’nin dört bir yanına yayılır. Artık Türkiye’nin pek çok ilinde “Hasan Tan ODTÜ’ye rektör olamaz” şiarı duyulur.
Nurettin Çalışkan, ODTÜ Tarihçe, sayfa 280
Direnişin en belirgin yanı tüm üniversite bileşenlerinin birlikte mücadelesidir. İcra Komitesi her zaman ÖTK ile iletişim halindedir, öğrenci aileleri bir dernek çatısı altında örgütlenir, ODTÜ mezunları sürecin içindedir, demokratik kitle örgütleri (henüz sivil toplum kuruluşu adını almamışlardır) tüm güçleri ile desteklerler direnişi.
Üzerine kitaplar yazılmış bir direniş içinde saldırıları, bombalamaları, yaralanmaları ve ölümleri de içerir ne yazık ki… Dokuzuncu ayın sonunda Hasan Tan’ın rektörlükten alınması ve bu dönemde işe alınan işçilerin işten çıkarılması ile son bulur. ODTÜ bileşenleri, akademik özgürlük, demokratik yönetim, katılımcılık ve mücadelecilik adına şanlı bir kayıt düşerler tarihlerine…
Yıl 2021, Yer Boğaziçi Üniversitesi…
Aradan yıllar geçti, Türkiye’de üniversiteler bilimsel üretim, akademik özgürlük, bilimsel üretim, kamusal fayda üretme, hukuka ve akademik teamüllere göre yönetme/yönetilme, iktidarla ilişkilenme vb. konularda nice deneyimler yaşadı.
Bu deneyimlerin bir kısmı gerçeklerden kaçmayla, görmezden gelmeyle, bir kısmı itaat etmeyle ifade edilebilir. Ama yaşananların içinde üniversitelerin onurunu korumaya yönelik olanlar da var.
Yeni yılın ilk günlerinden beri, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin, diğer üniversitelerdeki öğrencilerin, öğretim elemanlarının, Boğaziçi Üniversitesi mezunlarının ve demokratik kamuoyunun direnişini izliyoruz.
En demokratik haklarını kullanıyorlar, öyle ya; hiçbir üniversite bileşeninin görüşü alınmadan bir rektör atanmış, üstelik üniversitenin öğretim üyesi değil, üstelik de iktidar partisi ile çok yakın ve organik ilişkisi olan bir kişi…
Öğrenciler Üniversitelerinde protesto gösterileri düzenliyorlar, şarkılı, türkülü, sloganlı. Diğer üniversitelerden gençler Boğaziçi Üniversiteli arkadaşlarının protestolarına destek veriyorlar.
Öğretim elemanları devir teslim törenini rektörlük binasına arkalarını dönerek protesto ediyorlar ve “Üniversitemizin akademik özerkliğini, bilimsel özgürlüğünü ve demokratik değerlerini açıkça ihlal eden bu uygulamayı kabul etmiyoruz” diyorlar.
Mezunlar Derneği, öğrencilerin, akademisyenlerin ve idari personelin yanında olduğunu bildiriyor ve rektörün demokratik seçimlerle belirlenmesini talep ediyor.
Rektör Danışmanı ve Üniversite Yayın Kurulu Başkanı istifa ediyor. Gözaltına almalar, biber gazları, gece ev baskınları direnişçileri yıldırmıyor, hatta destek çemberini giderek genişletiyor.
Seçimler demokratiklik için yeterli mi?
Bu günlerdeki Boğaziçi Üniversitesi direnişinde, daha önceleri de sıkça dile getirildiği gibi; rektörlerin, dekanların ve bölüm başkanlarının seçimle belirlenmesi talep ediliyor.
Yönetim kademelerinin seçimle belirlenmesi, demokratiklik için gerek şartlardan birini oluşturur ama yeter şart değildir.
Rektörlerin yetkilerinin bu kadar geniş olduğu, atama ve yükseltme koşullarının doğrudan dekan ve rektör insiyatifine bırakıldığı ortamlarda seçim, iktidarda olanın veya onun işaret ettiği kişinin çoğunluğa onaylatılmasının aracına dönüşebilir.
Atama/yükseltme işlemlerinin objektif ölçütlerle, liyakate dayalı ve kurulların kararlarına dayanılarak alınması seçimlerin objektif sonuç verme olasılığını artırır.
Dolayısıyla, yöneticilerin seçimlerle belirlenmesi taleplerinin, bu seçimlerin gerçekleştirileceği ortamın demokratikleştirilmesini sağlayacak önerilerle zenginleştirilmesi gerekir. Bu durumda seçimlerin eğilimleri temsil kabiliyeti daha da yükselir.
Yasal olan her zaman meşru mudur?
Toplumsal yapının herhangi bir biriminde yönetenler ve yönetilenler arasındaki ilişkilerin verimli, mutluluk verici, üretken, barışçıl olabilmesi; tarafların birbirini kabulü, önemsemesi ve birlikte yaşamı/ birlikte çalışmayı istemesi üzerine kurulur.
Özellikle de üniversitelerde.
Tüm bileşenlerinin karşı olduğu bir üniversite rektörünün, sahip olduğu yetkilere dayanarak kendini kabul ettirmeye çalışması, karşıtını giderek güçlendiren bir dayatmadan öteye gidemez.
Böyle bir atama yasal olabilir ama ya meşruiyet? Meşruiyet kazanabilir mi? Hiç zannetmiyorum.
Bu bir dayatma, gelenekleri ile kurumsal bir kültür oluşturabilmiş, akademik değerlere sahip bir üniversitenin yapısını tepeden değiştirmeyi hedefleyen bir dayatma.
Böyle bir dayatmanın çatışmalı bir sürece yol açacağı kaçınılmaz görünüyor, ya mücadele edilen değerler ve demokratik teamüllerin savunulması ve birkaç adım da olsa ileriye götürülmesi ile sonuçlanacak ya da üniversiteden geriye kalan birkaç nüve de yok edilecek…
Bugün hepimiz Boğaziçi Üniversiteliyiz. Hepimiz direnişin bir parçasıyız, Melih Bulu’yu kabul etmeyeceğiz. Üniversite bileşenlerinin kabul edeceği bir rektör göreve gelene kadar itiraza ve direnişe devam edeceğiz.
Hepimiz biliyoruz ki, Melih Bulu Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olamayacak, tıpkı Hasan Tan’ın ODTÜ’ye rektör olamadığı gibi… (AGY/EKN)