Yıllar, on yıllar bize gösterdi ki bu topraklarda ölüler ve ölümler arasında fark gözetilir. Ölenlerin hepsi yaşarken de farklıdır, öldüğünde de farklı olur. Misal yaşarken asker misin, nasıl olduğundan bağımsız olarak, ister kışlada şüpheli olsun, ister dağda çatışmada, öldüğünde veya öldürüldüğünde şehit olursun, kutsanırsın. Tek olsan bile duyulur, hele bir de sayı çoksa ortalık yıkılır. Ölmemişsin(iz)dir, şehit olmuşsun(uz)dur çünkü.
Hâlbuki bir otelde kıstırılıp yakılırsın, yakanlarla birlikte anılırsın.
İşçi misin? Tersanede ölürsün, belki tazminat verirler senin yerine ailene ki muhtemelen o bile olamazsın.
Mayın tarlasında mı yaşıyorsun? Sınır ticareti/kaçakçılık, adı her neyse onu yaparsın, üstüne bomba yağar, ölürsün. Akabinde hiçbir şey olmaz. İster tek ol, ister kalabalık. Hiçbir şey fark etmez.
İnsanın erkek olarak, asker olarak, milletvekili olarak, Müslüman olarak değil de "insan" olarak değerli olduğunun anlaşılması gerek. Bunu bu şekilde kabul etmeyen, her fırsatta bazılarının daha eşit olduğuna vurgu yapılıyor. Örnek mi? Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik'in ağzından dökülen şu ifade her şeyi açık ediyor:
"Tekrar altını çiziyorum, ailelerinin başı sağ olsun. Ki büyük çoğunluğu, bu öldürülen insanların büyük bir çoğunluğu aynı ailenin mensuplarıdır. Bunların içerisinde korucu çocukları vardır, bir gazi çocuğu vardır. Dolayısıyla olay, üzücü bir olaydır."
Bir başka çocuğa, Erdal Eren'e ağlayan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın sözcüsünü dinlediniz.
Belki ben art niyetliyim, ama ben bu "dolayısıyla" kelimesine takılıyorum. Ortaokul Türkçe derslerine dönüp "Ne dolayısıyla olay üzücü bir olaydır?" diye soracak olursak, bana göre burada alınacak yanıt "ölenlerin içinde korucu çocukları ve gazi çocuğu da olması dolayısıyla"dır.
Yani? Yani onlar olmasa bu kadar trajik değildir, ama o nedenle üzücüdür.
Devletin, Çukurca olayı sonrası ölenleri şehitler ve leşler diye ayıranların, onların sadece bir tarafına insan olarak bakanların, evine, işine, bisikletine bayrakları sıra sıra dizenlerin, radyoda İstiklal Marşı çalanların, o gün "masum insanlar öldüğü için" çok üzüldüğünü söyleyerek bunu türlü türlü şovlarla bezeyip de bugün gıkı çıkmayanların hepsinin tek bir ortak noktası vardır: İkiyüzlülülük!
Belki farkında değiller ama bugün, bu katliam sonrası sessiz kaldıkları için şu an hepsi bas bas bağırıyor aslında: "Ben ikiyüzlüyüm!" "Ben barıştan, yaşamdan yana değil, sadece savaşan/öldüren devletten yanayım!" diye. Yalnızca söylediği değil, söylemediği, sustuğu da çok şey ifade eder insanın.
Diyelim ki Çukurca'daki "terörist" bir saldırıydı. Dün akşam gerçekleşen ne peki? Süregiden bir savaşta, savaşın bir tarafı diğer tarafına saldırırken buna "terör" diyorsak, dün akşam 38 "sivil" insanın uçaklarla bombalanmasına ne diyoruz?
"Hattı müdafaa"? Pardon, o yoktu. "Sathı müdafaa"? "Münferit hata"? "Kaza"? "Olur böyle şeyler"? "Teferruat"? "Büyütülecek bir şey yok"? Mevcut hükûmet bunların hepsini söyleme potansiyeline sahip olmak bir yana, bir kısmını söyledi bile. Hiçbiri değil de, bence son 10 yılın mana ve ehemmiyetine atfen en uygunu: "Durmak yok, öldürmeye devam!" Her nevi "öteki"yi öldüren ve öldürenleri koruyup kollayan devlet, durmak dinlenmek bilmiyor. Bir siyahî, bir Ermeni, birçok Kürt, kadın, eşcinsel...
Biz daha 1915'i, 1938'i tartışaduralım, devlet bize zaten o günleri canlı canlı yaşatıyor. Meclisiyle, polisiyle, askeriyle, medyasıyla, hukuksuzluğuyla, valisiyle... 1915 ne ki? Peki 1938? 1980? 1993? 2011? (MSR/HK)