5 Aralık 2010. Kamu Personeli Dil Sınavı (KPDS) var. Adaylar Pazar sabah okullara gittiler. Tedirgindiler çünkü Kamu Personel Seçme Sınavı (KPSS) skandalı yüzünden uygulamalar değişmişti. Tedirginlikleri boşa çıkmadı. İçeriye su şişeleri alınmadı.
En temel gereksinimlerden biri, su sınavda yasaktı. "Sınavda su verilecek, götürmeyin" söylentilerine inananlar zaten su getirmemişti. ÖSYM onları susuz getirdi ve susuz bıraktı. Bu konuda herhangi bir uyarı sınav internet sitesinde yer almıyordu.
19 Aralık 2010. Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitimi Giriş Sınavı (ALES) var. Sınava girecek aday benim. Sınavdan önceki Pazartesi günü, yani tam altı gün önce sınav giriş belgem gelmişti.
Belgemde söylemese de Ekşi Sözlük'e danıştım ve rastlantısal olarak sınavın artık 180 değil, 200 soru olduğunu öğrendim. Bu bilgi sınav giriş belgesi ile gönderilmemişti.
Bu değişikliği bildiren bir e-posta da gönderilmemişti. Edindiğim bilgiyi herhangi bir şekilde doğrulama imkânım olmadığı için, gerçekte kaç soru olacağını ve halihazırda gençler nefsini zamanla terbiye etmesini öğrensin diye yapılan ALES'te kaç sorunun yanıtlanacağını öğrenmek için sınav sabahını beklemem gerekti.
Keşke bu yeterli olsaydı. Salon başkanlarının hatta sınavın yapıldığı binadan sorumlu olan kişilerin bile doğru düzgün bilgisi yoktu, benim gibi pek çok insan deneme yanılma yöntemiyle öğrendi.
Ben de eşit ağırlık puanına ihtiyacı olan bir zavallı olarak, bölüm başlarında hangi puan türünün ne kadar etki ettiğini okuyup, Sözel-2 bölümünün puanıma etkisi olmadığı sonucuna vararak boş bıraktım. İçimde bir korkuyla tabii ki. Pek çok kişinin 200 soruyu birden çözmeye çalıştığını duyuyoruz, biliyoruz.
26 Aralık 2010. Bu Pazar ÜDS var. ALES'in ardından ÜDS'ye girecek olan yine benim. ALES giriş belgemin elime ulaşmasının ardından ÜDS giriş belgemi de bekliyor olmam, garip bir beklenti mi? Ama belge gelmedi.
Pazartesi ve Salı gelmeyince, "yine ulaştıramadılar" diyerek ÖSYM'nin yolunu tutmaya hazırlanıyordum ki, bir umut ÖSYM internet sitesine baktım. İyi ki bakmışım: ÖSYM sitesine sessiz sedasız not düşmüş "Bu sınavda adaylara Sınava Giriş ve Kimlik Belgesi gönderilmeyecektir" diye. Aferin!
Demek ki neymiş? ÖSYM bazen, bazı şeyleri, farklı bazı kanallardan duyurabilirmiş. Dolayısıyla algımızın kapılarını her türlü uyarıcıya, her türlü kaynağa her zaman açık tutmalıymışız!
Türkiye'de bilim üzerinde çok ciddi söz sahibi olan YÖK ve ÖSYM'nin el ele verip bizi araştırmaya ve ampirik bilgiye yöneltmesi gerçekten mükemmel. Tekerleği icat etmemize az kaldı, ha gayret!
Görülmemiş güvenlik önlemleri
Yaşanan kopya skandalının ardından, ÖSYM'nin güvenlik önlemlerindeki önlenemez saçmalık her geçen gün artıyor olmasa da, bir kere zirve yapıp orada sabitlenmiş görünüyor. Sınav giriş belgelerinde şöyle iki madde var:
7. Sınavların yapıldığı binalara girişte adayların ve sınav görevlilerinin üstleri emniyet görevlileri tarafından elle ve dedektörle aranacak; çanta, saat, cep telefonu, kulaklık, kablosuz iletişim sağlayan bluetooth vb. cihazlar, her türlü elektronik/mekanik cihaz, yüzük, kolye, küpe, bilezik, broş vb. takı ve anahtar, metal para gibi metal içerikli eşyalar ile sınav binasına kesinlikle girilemeyecek ve hiçbir eşya emanete alınmayacaktır. Bu nedenle yukarıda belirtilen türdeki eşyalarınızı sınava gireceğiniz binaya getirmeyiniz.
8. Sınava metal aksesuar içermeyen sade bir kıyafetle geliniz.
Sınava bozuk para alınmıyor. Yoksulsanız, cebinizde kağıt para yoksa ne olacak? ÖSYM bunu dert etmiyor. Sanki sınav değil, maç var. Futbol maçı girişlerinde, tehlikeli bir silaha dönüşebileceği gerekçesiyle bozukluklar toplanır.
Kaptırmamak için en yakın çekirdekçiden "ay çekirdeği" birimine dönüştürülür. Peki sınava girerken ne yapmak lazım? Fırsatçı kantin/büfe işletmecilerine kaptırmak mesela...
Anahtar bile sınava giremiyor
Sınav salonuna anahtar da alınmıyor. Tek başınıza yaşıyorsanız ve anahtarınızı yanınıza almak zorundaysanız, ÖSYM sizden çok yaratıcı çözümler bekliyor.
Peki, sınav uzak bir yerde ve arabanızla gitmek durumundasınız. Ne olacak? Ya hayatınız boyunca sadece iki kere göreceğiniz (biri verirken, diğeri alırken) kantinci/büfeciye/bakkala hiçbir şeyden emin olamadan emanet edeceksiniz, ya da bendenizin askerdeyken okuyup yazdıklarıma ve telefonuma, köpeklerin ise muntazaman kemiklerine yaptığı gibi, toprağa gömeceksiniz.
Küpe, hızma, yüzük ve bilumum takı da yasak sınavda! Hızma burada yazmıyor ve binaya girerken güvenlikle salon başkanının tartıştığına tanık oldum "Hızma yasak mı değil mi?" diye.
Ezberine böyle bir şey kazınmamış olan güvenlik görevlileri kilitleniverdi bu soruyla. "Hocam insafınıza kalmış." dediler çaresizce, "Buna siz bakıyorsunuz, sizin sorumluluğunuz. Yok eğer benim insafımsa, alıyorum." diyerek aldı öğrenciyi.
En kimlikli kimlik belgesi
Sınav uyarılarında bir de şöyle bir uyarı var: "Sürücü Belgesi ve Kurum Kimlik Belgesi de dahil başka hiçbir belge özel kimlik belgesi olarak kabul edilmeyecektir.". Bununla ilgili en ufak bir açıklama bulamıyorum, hiçbir şekilde kendime bunu açıklayamıyorum.
İçişleri Bakanlığı'na bağlı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü'nün verdiği nüfus cüzdanı oluyor, aynı bakanlığa bağlı Emniyet Genel Müdürlüğü'nün (EGM) verdiği pasaport oluyor da yine EGM tarafından verilen ehliyet neden olmuyor?
Bu zorbalığın nedeni ne? Bir yere gidebilmek için birden fazla farklı ama denk yol (sizin daha iyi anlayabileceğiniz şekilde söyleyelim; tarik/tarikat) varsa, bunlardan birini mecbur kılmak zorbalık değilse nedir?
Bu ehliyet meselesi çok doğal olarak çifte standart yaratmıştır. Aptalca bir uygulamaya akıllı (ÖSYM açısından değil, sağduyu açısından) çözüm getiren salon başkanları adayları alırken, bu çözümü çeşitli kaygılar nedeniyle uygula(ya)mayan salon başkanları ehliyetiyle gelen adayları reddetmiştir.
Bununla birlikte, bir yerlerde benim gibi pasaportla gitmek durumunda kalan ve pasaportunun geçerliği dolduğu için reddedilen birilerinin de olduğundan adım gibi eminim! Pasaportuma bakıp duran salon başkanı "neden pasaportla geldin?" diye sordu. "Neden gelmeyeyim?" dedim.
Sorumu görerek "Neden nüfus cüzdanı değil?" diye artırdı. Benim "bu daha kolay geldi" dememle, pasaportumun uzatılmış süresini gözden kaçırıp "bunun süresi geçmiş" diyerek gülümsemesi bir oldu. Zaten dağıttığı dikkatimin daha fazla dağılmaması için tartışmaya girmeyip uzatma süresini göstermeyi tercih ettim ancak çıkarken kendisinin sınır polisi olmadığını da hatırlatmak gerekti.
Derken aklıma dâhiyane bir fikir geldi; ehliyetlere ve hatta nüfus cüzdanlarına da geçerlik süresi getirilsin! 5 senede bir haraç yatırıp uzatılmayan nüfus cüzdanları iptal edilsin, insanlar vatandaşlıktan çıkarılsın!
Örtünmek yararlıdır
Son olarak da bir başka çifte standart konusu; başı açık ve kapalı olanlar. Başı açık olanlar didik didik, saç diplerine kadar aranıp tel tokaları dahi çıkarttırılırken türbanın kapattığı her yere hiçbir şekilde dokunulmuyor (hem fiziksel, hem mecazi anlamda) olması, bugüne kadar uygulanmış art niyetli çifte standart uygulamalarının belki de en kör kör parmağım gözüne, en aşağılık olanıdır.
Eğer ki kaygın kopyaysa, tel tokalarla, küpelerle kopya çekilebilen paralel evrenden gelenler olabileceğine inanıyorsan, o sınava girenlerin hepsi töhmet altında değil midir? Yok bu araçları kullanarak bugünkü teknolojiyle ve salonda gezip duran iki kişiyle kopya çekilemeyeceğinin sen de farkındaysan, insanları ikiye ayırıp bu kadar didikleyerek germenin, aşağılamanın ne gereği var?
Amacın eğer güvenlikse, en azından türbanla gelenlerin kulağında kulaklık gibi bir şey olup olmadığına bakman gerekmez mi? Paralel evrenden sinyal alan yüzükle onu beyine ileten tel tokayı herkesten toplaman, çıkarman gerekmez mi? Bu aptal tavır hiç kimseye karşı uygulanmasın, uygulandığı sürece de ayrımcılıkla katmerlenmesin!
Sevgili YÖK ve ÖSYM; insanlar sizin yaptığınız keyfi değişiklikleri telepati yoluyla algılayacak olsalardı, eğer ki bilim ve teknoloji o nokta kadar küpelerle, hızmalarla kopya çekmeye elverecek düzeye gelmiş ve yaygınlaşmış olsaydı, siz zaten var olmazdınız.
Lakin e-posta yoluyla dağıttığınız o yanıtlar araba anahtarlarına ve tel tokalara sığmıyor henüz. Ayrıca bırakın siz var oldukça öyle bir bilimsel/teknolojik seviyeye gelmeyi, verdiğiniz yandaş marka kalem ve silgileri bile arar hale geleceğiz, gün gelecek ve sınavları tabletlere kazıyacağız. Metalden üretilmemiş çekiç ve çiviler şirketten olur değil mi?
Sonuç
Skandalların ve güzel kafalara göre değişikliklerin beşiği ÖSYM belki de saçmalama konusunda altın çağını yaşıyor. Daha geçtiğimiz aylarda yaşanan ve yankıları hala süren KPSS skandalının ardından, akıllara zarar işlerde 1 numara olan ÖSYM, çıtayı her geçen gün daha da yükseltiyor.
Her yıl 7'den 70'e yaklaşık 20 milyon kişinin, bir başka deyişle ülkede yaşayan her 4 kişiden 1'inin bu sınavlar nedeniyle mağdur olmasına sessiz kalınan her yeni gün de çıtanın biraz daha yükselmesine destek oluyoruz hep birlikte, el ele...
ÖSYM, kendi başını ye! (MSR/EÜ)