Hafızamın yanılmadığına eminim. 2003 yılı olmalı. Kürt sorununun demokratik çözümünün yüksek sesle barış zemini üzerinde konuşulduğu yıllarda kimilerine hayli "uçuk" gelebilecek bir söz etmiştim orta yere.
Demiştim ki; dil üzerinden meşruiyetin yaratılmasının yolu, özellikle bölgede Kürtçenin kamusal alanda ve kamunun aktörleri yabancı memurlar tarafından işleri ile ilgili alanlarda gündelik hayatta Kürtçeyi kullanmaları ile mümkün olabilir.
Mesela yabancı bir doktor veya sağlıkçı hastasıyla Kürtçe konuşmalı. Vergi dairesinde, Nüfus idaresinde işini takip için gelen ve Kürtçe konuşan vatandaşla memur Kürtçe konuşabilmeli. Devlet Kürtçe dil öğrenmek isteyen ve bölgede yaşayan memuruna bir zamanlar Halk Eğitim Merkezlerinde açılan "bilgi ve beceri kursları" gibi "Kürtçe Dil Öğrenme Kursları" açmalı. Bu kursların bedelini devlet kendisi bütçeden ödemeli. Bu kurslara ilgi duyan memurunu teşvik etmeli. Başarılı olanları ödüllendirmeli. Hatta polis sorgusunda sorgucu polis memuru Kürtçe sorgu yapmalı. Polisin Kürtçe konuşmasını dillendirdiğimde "Yok artık, bu kadarı da olmaz" demişlerdi.
Ama bu iş böyle! 1920'li yıllardan bu yana cumhuriyet politikalarıyla birlikte, Türkiye'de canlı olarak en çok konuşulan bir dil olan Kürtçenin sebebi olan halkın "hiç var olmadığı, yokluğu" üzerinden oluşturulmaya çalışılan bir sistemin taşıyıcı kolonları temelleri üzerinden bir enkaz gibi uyduruk tezin sahiplerinin tepesine çöküyorsa, "tekçi ve millici" mantığın Kürtlüğün varoluşu mevzuunu cidden yeniden düşünmeleri gerekir...
Israrla ve uzun yıllarca yürütülen asimilasyon, ret ve inkâr politikalarına rağmen Kürtler bütün kurumsallıkları ile dimdik ayakta. "Biz varız ve var olmaya da devam edeceğiz" diyorlar. Hatta sivil dinamikleri üzerinden Kürt dilinin gündelik hayatta, kamusal alanda neredeyse dayatarak kullanımında ısrar ediyorlar. Mesela bölgede sağlıkta Kürtçenin kullanımı epey bir zamandır sıradanlaştı. Basit bir işiniz için Diyarbakır'da herhangi bir devlet dairesine gittiğinizde çok rahatlıkla memurla vatandaş arasında Kürtçe diyaloga tanık olmanız her daim mümkün. Bunlar tabii ki olması gerekenler. Daha da fazlası oldubitti ile değil de, kamusal alanda resmiyetle hayata geçirilmesi beklenenlerden, vurgulamalıyım.
Bütün bunları yazmamın nedeni gündemi meşgul eden ve çok büyük bir olaymış gibi kamuoyuna sunulan, hükümetin "Seçmeli Kürtçe Dil Dersleri" üzerinedir. İfade etmeliyim ki; hükümet evet bir takım şeyleri yapıyor. Ama iş işten geçtikten ve adeta içi boşalıp anlamsızlaştıktan sonra yapıyor. Tıpkı TRT6 olayında olduğu gibi. Anlamsızlaştıktan ve toplum içinde karşılığı olmadıktan sonra yapmanın da tabii ki bir anlamı kalmıyor. Yapılan "iş"in bir tek anlamı oluyor, o da siyaseten "Bakın işte ben dedim ve yaptım" demek için.
Dünya âlem de biliyor ki; bugün artık Kürt Meselesi ve meselenin çözümüne dair politika yapmanın çerçevesi Türkiye sınırlarını hayli aştı, yani uluslararasılaştı. Dolayısıyla Kürtler belki otuz yıl önce razı olabilecekleri eşiği çok oldu aşalı. Anadilde eğitim, kamusal alanda dilin resmen kullanımı, statü talepkârlığı temelli bir politik eylemlilik hali tedavülde iken; kalkıp da müstemleke mantığıyla ilkokul beşinci sınıftan itibaren o da öğrenci sınırlaması ve bir başka dilden de (mesela İngilizceden) vazgeçme şartına bağlanarak seçmeli Kürtçe dil dersini büyük bir ulufeymiş gibi ilgili kamuoyuna sunmanın inanın ki bugünün Türkiye'sinde Kürt tebaa için hemen hiçbir karşılığı olmadığını bilmem bir kez daha söylemiş olmamın bir sakıncası var mı?
Çok da hakkını yemeden iyi birkaç şey de söylemek gerektiği kanısındayım.
Madem seksen küsur senedir garip bir duruma sakat politikalarınız sebep oldu. Yani Kürt'ten, sizin ana diliniz Türkçeyi hayli iyi konuşan ve yazan bir yeni Kürt nesli yarattınız. Ama bu Kürt'ten Türk yaratma hastalığı tutmadı. O halde şimdi demiri tersine bükmenin vaktidir.
Doğu yakadaki Kürt "kardeşlerin" halini ve dilini anlayıp kavramak için hazır hükümet de bu fırsatı vermişken Türk "kardeşler" bir ısrarlı kampanya başlatmalı. "Haydi, Türk çocukları kardeş halkın dili Kürtçeyi öğrenmeye" demeli. Bu bana göre birlikte yaşamakta ısrarın ön şartıdır. Sittin sene daha Kürtler her topluluk ortamında "Valla, billa biz ayrılmak taraftarı değiliz. Biz birlikte yaşamak istiyoruz" demek küçültücülüğüne düşmek zorunda kalmamalı. Hem buna gerek de yok zaten. Birlikte yaşamak, ikilik olmadan bir hayatı birlikte programlamak üzerinden bina edilir. Eğer siz her ortamda "kardeş" hatta "etle, tırnak" dediğiniz halkın dili dâhil varlık sebepleri üzerinden bir anlama ve algılama hâlini kendi yaşamınız üzerinden tesis edemiyorsanız inanın ki bütün özveriyi Kürt Halkından beklemeniz boş, benden söylemesi.
Kürt halkı ve Kürt çocukları kendi anadilini anasından doğduktan 12 sene sonra devletin okulunda hem de seçme seçeneği ile karşı karşıya bırakılarak öğrenmeye yeltenmez. Böyle bir komediye ihtiyaç da duymaz. Çünkü gülünç olur. Ayrıca bu devlet "lütfu"nun hayli geri bir siyasal böbürlenme olduğunu da bilir.
Ama ne olur işte onu diyeyim. O resmi olarak her fırsatta çok övünülen ve her daim "uyduruk, çoğunluğu Türkçeden apartılmış 300 kelimeden mütevellit hiçbir edebi değeri olmadığı" dillendirilen Kürtçenin, aslında basbayağı canlı ve de zengin bir dil olduğu gerçeğinin bizatihi devlet tarafından kabulünün resmiyeti olduğu noktasından hareketle Kürtçe için dönülmez akşamın ufkundayız vakit çok geç değil bir daha ve her daim "Ana Dilde Eğitim" denir hem de yüksek sesle. İşte ben de naçizane işte bunu diyorum... (ŞD/AS)