İngiliz mizahından hoşlananların çok sevdiği bir skeç vardır: The Ministry of Silly Walks (Salak Yürüyüşler Bakanlığı). Monty Python ekibi tarafından ilk defa 1970 yılında yayınlanan bu skeç, o günden bu yana popülerliğinden hiçbir şey kaybetmedi.
Skeçin konusu, güya ihâle açarak yeni salakça yürüme biçimleri icad ettiren bir devlet dairesi, İngiliz hükümetinin hayâlî “Salak Yürüyüşler Bakanlığı”. Gülünç olması hem görevin kendisinin saçmalığından ileri geliyor, hem de devlet bürokrasisinin mantıksız ve verimsiz işleyişini hicvetmesinden.
İşin doğrusu son haftalarda iktidarın düştüğü gittikçe absürtleşen durumlar bana bu skeçi hatırlattı. Hele İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında, Fatih türbesinde ellerini arkasında kavuşturduğu için soruşturma açılması -ve Süleyman Soylu’nun İmamoğlu’nun suç işlediğini düşündüğünü teyid etmesi- gerçekten de Monty Python komedyenlerinin Türkiye’nin idaresini ele geçirmiş olduğunu düşündürdü bana.
Bunca şey nasıl oldu?
Ne oldu bunlara? İktidara geldiklerinde saat gibi çalışan bir kadro bu hale nasıl geldi? Milyarlarca dolarlık döviz rezervlerini çarçur edenlerin, kendi bakanlığına pahalıya dezenfektan satıp yakalananların, lüks arabalarında burunlarına “pudra şekeri” çekenlerin, tam aya gidecekken patates soğan dağıtanların, Ponzi dolandırıcılarının, catering şirketli “çat kapı” iftarların, rektörlük oynayan soytarıların, her gün yüzlerce insan ölürken pandemi destanı yayınlayan narsist iletişimcilerin, “şu bakara ne makara”cı büyükelçilerin, mafya babalarıyla işbirliği yapan milliyetçilerin, bir yandan milyonları evlerine kapatırken bir yandan da binlerce insanın bir araya geldiği kongreleri örgütleyenlerin... iktidarı olmalarını nasıl açıklamalı?
Peter ilkesi
Aklıma “Peter ilkesi” (The Peter Principle) geldi. Kanadalı Dr. Laurence Johnston Peter’ın (1919-1990) savına göre hiyerarşik bir düzende her birey terfi edile edile yetersiz olduğu seviyeye yükselir. Dr. Peter ile Raymond Hull’ın 1969’da yayınlanan kitaplarında ayrıntılı olarak işlenen bu ilke, Türkiye’nin vardığı noktayı mükemmel bir biçimde tarif ediyor. En çok da hiyerarşinin en tepesindeki zat-ı muhteremi.
Futbolculuktan belediye başkanlığına, oradan başbakanlığa, cumhurbaşkanlığa, nihayet tekadamlığa tırmanmış olan birinin bu süreç içinde yetersizlik düzeyine erişmesi hayli olasıdır aslında. Örneğin her terfide yetersizlik düzeyine varmış olma ihtimalinin yüzde 10 olduğunu varsayalım. Bu durumda tekadamlığa gidene kadar yetersizlik düzeyine varmış olması ihtimali yüzde 47’dir! Evet, yanlış okumadınız. Tekadamın işgal ettiği mevkiin gerektirdiği yeteneklere sahip olmaması ihtimali neredeyse -Turgut Özal’ın deyimiyle- “fifty-fifty”dir! (Yıllar evvel Stanford Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. David Luenberger benzer bir hesap yapmıştı bir konuşmasında; onun ilhamıyla yazdım bunları.)
Bugün Türkiye’yi tek başına yönetmek hevesinde olan, her şeyin kendisinden sorulması gerektiğini belirten saygıdeğer kişinin, üstlendiği görevi yerine getirmekten artık âciz olduğu açık. Yalnız kendi görevini yapmaktan değil, çevresine topladığı yardımcıların kıfayetini tayin etmekten de âciz anlaşılan. Her gün yeni bir saçmalığın gündeme gelmesinin nedeni bu sanırım.
Damat Bey’in dediği gibi, Allah sonumuzu hayretsin...
(İCS/NÖ)