Amerikan siyasi söyleminde "ekim sürprizi" diye bir şey vardır. Şöyle ki, Amerika'da seçimler kanunen her zaman kasım ayında yapıldığından, bir adayın yahut partinin ekim ayında, yani seçime beş kala, yıkıcı bir hamle yapmasından, örneğin rakibinin itibarına ağır darbe indirecek, altından kalkamayacağı bir bilgiyi son anda faş etmesinden korkulur.
Bizde ise Millet İttifakı kendi ayağına sıktı "ekim sürprizi"ni. Seçime birkaç gün kala Ümit Özdağ'a İçişleri Bakanlığı verileceğini, onunla bir "protokol" imzalandığını haber veriverdi. Türkiye'nin en azılı ırkçı politikacısına ("Hâlbuki hiç katile benzemiyorsun" diyen hani) devletin en hassas görevini, polis ve jandarma üzerinde mutlak kontrol sahipliğini armağan ediverdi.
Ve bunu yaparak seçim kazanacağını sandı.
Herhalde Kürtler, solcular bize mecbur, onlar zaten cepte, hiç olmazsa birkaç da faşo devşirelim seçim yaklaşmışken diye düşündü bazıları. "Herhalde düşündü" diyorum ama aklım almıyor doğrusu.
Benim eskiden beri ehvenişere oy vermemek gibi bir ilkem vardır. Eğer önde giden adayların hiçbirini beğenmezsem, kazanamayacağını bile bile başkasına oy veririm -Yeşiller gibi. Yine de bu sefer Millet İttifakı'nın cumhurbaşkanı adayına oy vermeyi kararlaştırmıştım.
Tanju Özcan gibilerini barındıran CHP'nin, failleri meçhul cinayetlere seyirci (?) kalmış olan Tansu Çiller döneminin İçişleri Bakanı Meral Akşener'in, Milli Nizam Partisi'ni kurduğu günden itibaren Yahudi düşmanlığından ödün vermemiş olan Necmettin Erbakan'ın vârisi Saadet Partisi'nin, Türkiye'nin dış politikasını mahvetmiş, Suriye'nin harabeye dönmesine ve Türkiye'nin milyonlarca sığınmacıya maruz kalmasına yol açmış olan Ahmet Davutoğlu'nun, AKP'nin her türlü yolsuzluğuna göz yummuş olan Ali Babacan'ın oluşturduğu bir ittifaka oy verecektim yani.
Bunu kendilerini desteklediğim için değil; Osman Kavala'nın, Selahattin Demirtaş'ın ve daha binlerce suçsuz insanın hapisten çıkması için, demokrasiyle uyuşması hiçbir şekilde mümkün olmayan kayyum uygulamasına son verilmesi için, insanların hayatını altüst etmiş olan KHK'lerin kaldırılması için, hukuk devletinin yeniden tesis edilmesi için, yolsuzluğa, hırsızlığa son verilmesi için yapacaktım.
Nüfusun beşte birine katil muamelesi yapan birinin İçişleri Bakanı olması için, kayyum sisteminin "Hukuki kanıtlarla sabit olmak" paravanı ardında (Hangi hukuk? Nerede hukuk?) muhafaza edilmesi için değil, sokaklara "Türken raus" muadili afişler ("Suriyeliler gi-de-cek") asan pusulasını şaşırmış bir adayın başa gelmesi için değil.
Son aylarda çok moda olmuş bir tabir var, dikkatinizi çekmiştir: "Üzümün çöpü, armudun sapı demek" (ya da dememek). Ama kendi de mutlaka hemfikir olacaktır ki Ümit Özdağ ne üzümün çöpü ne armudun sapı, daha ziyade bir çuval inciri berbat edecek boyutlarda o.
Nasıl oldu da onunla anlaştılar bunlar? Sinan Oğan'ın Cumhur İttifakı'na iltica etmesini böylece telâfi edeceklerini mi sandılar? Bu kadar mı akılsızlar?
Siyasetçiler hep rakiplerine benzeyerek onlardan oy çalabileceklerini sanırlar. Oysa aslı dururken çakmasına neden oy versin vatandaş? Son yıl içinde kabuğundan çıkmayı nihayet becerebilmiş, peş peşe iyi hamleler yapmış olan Kemal Kılıçdaroğlu nasıl oldu da bu akla mantığa sığmayan kararı verebildi, bilmiyorum. Yalnız şunu biliyorum ki, son anda sandığa gitmekten vazgeçtim. Niyetim, oy pusulasından yükselen leş kokusunu duymamak için nefesimi tutarak Millet İttifakı'na oy vermekti. Ama baktım, nefes tutmakla olmayacak bu iş. Özdağ bakan olursa hiç olmazsa benim oyumla bakan olmayacak dedim ve evde kaldım.
Bunu övünerek değil, içim kan ağlayarak söylüyorum.
Şimdi ne olmalı?
Her şeyden önce Kılıçdaroğlu istifa etmeli ve CHP'nin belini doğrultmasına izin vermeli. Uygar ülkelerde bir seçim kaybedince gider siyasetçiler, bu adamın kaybettiği kaçıncı seçim bu? Gitsin artık, parti kendini yenilesin, inanılır bir siyasi alternatif teşkil edebilsin bundan sonra.
İkincisi, CHP kendine çeki düzen vermeli, Kemalist teyzelerin ve amcaların, başka çaresi olmayan lâik büyük şehirlilerin partisi olmaktan çıkıp bir ülke partisi haline gelmeli. Şu hakikati görmesi gerekiyor CHP'li seçmenlerin: Türkiye'de ekonomi ister rast gitsin ister çöksün, insan hakları ister gözetilsin ister gasp edilsin, oy yüzdesi hep sabit kalan bir parti, ülkenin nüfusuyla irtibatı kesilmiş, anlamsızlaşmış bir partidir. Ecevit'in "Karaoğlan" günlerinden beri CHP'nin oyları ne çıktı ne indi. Artık CHP yöneticilerinin bunu anlaması, ya kökten reform yapması ya da parti kapısına kilit vurup eve gitmesi lâzım.
"Güldür Güldür Show"da muhalefetle dalga geçen bir bölüm vardı. Parti yöneticileri seçilmemek için ellerinden geleni yapıyor, partiye yeni girmiş naif gencin kazanmaya yönelik yapıcı önerilerini sürekli reddediyordu. İşin doğrusu Ümit Özdağ duyurusundan sonra o bölüm aklıma geldi. Sanki "Eyvah, kazanacağız galiba, ne yapsak acaba?" demişler de aralarından bir politikacı "Buldum!" demiş, "Ümit Özdağ'a İçişleri Bakanlığı'nı verelim!"
El insaf yahu!