Yıllarca sosyal medyaya direndikten sonra bir-iki ay evvel kendime nihayet bir twitter hesabı açtım.
Doğrusu çıtayı nasıl olsa fazla yüksek tutmuyordum, o nedenle de beklemediğim bir şey bulmadım şimdiye kadar orada. Ama beklediklerimin bazılarını bulmak yine de çok üzdü beni.
En başta 24 Nisan münasebetiyle alevlenen “soykırımdı, değildi tartışması”. Tırnak içine aldım bu sözü, çünki aslında bir tartışma yok ortada. Yani “dünya yuvarlaktır, değildir” ne kadar tartışma olabilirse, bu da o kadar tartışmadır. Çünki bir yanda mağdurların, görgü şahitlerinin, bilimsel araştırmaların, ve hepsinden çok “kılavuz istemeyen görünur köy”ün, yani Ermeni nüfusundan arındırılmış bir Anadolu’nun inkâr edilemez gerçekliği var; diğer yanda ise milliyetçi duyguları bilgi düzeylerini ve/veya akıl yürütme yeteneklerini kat kat aşan ilkel bir güruhun küfürnameleri.
Devleti temsil etmenin kendisine yüklediği âdap sorumluluğundan bihaber olan bir zavallının pişmiş kelle gibi sırıtarak bozkurt işareti yapması buzdağının görünen kısmı sadece.
Dünyaya “öldürdük, bununla gurur duyuyoruz” mesajını veren bir Dışişleri Bakanı... Bir başka siyasetçi de Talât Paşa’nın fotoğrafını paylaşmış, “Vatan sana minnettardır” yazısıyla. Hitler fotoğrafı paylaşan bir Alman düşünün meselâ, aynı yazıyla. Ne günlere kaldık, görüyor musunuz? Zavallı Türkiye.
Gülüç gerekçeler
Bu gibi ağız dalaşlarında tutarlılık aramak abesle iştigaldir elbette, ama yine de tutarsızlığın bu derecesi başımı döndürüyor. Hocalı’da Ermenistan başıbozuklarının resmî sayılara göre 613 kişi öldürmesine “soykırım” diyenler, bir buçuk milyon kurbanlı bir süreç için “soykırım değildir” diyebiliyor, nasıl bir şey bu?
İncir çekirdeğini doldurmayacak, gülüç “gerekçe”lerin yanı sıra inanılmaz bir empati yoksunluğu var yazılanların çoğunda. Düşünün mesela, Bosna yahut Çerkes soykırımında ailesinin büyük bir kısmını kaybetmiş olan birine dönüp “olmadı böyle bir şey” demek... Acının her yıl yeniden alevlenmesi, hattâ soykırımın her yıl tekrarlanması demek değil midir bu? Ben Ermeni değilim, ama ailem bir diğer soykırımın kurbanı. Doğrusu biri karşıma geçip “hayal görüyorsun, olmadı böyle bir şey” dese buna nasıl tepki veririm, düşünemiyorum bile.
Yıllardır düzenlenen, benim de birçoğuna katıldığım 24 Nisan anma toplantısı bu yıl “yasak”lanmış. Ne hakla, hangi selâhiyetle, bunu sormuyorum bile, çünki nasıl olsa günümüz Türkiye’si mutlakiyetle yönetiliyor, tıpkı sayın Cumhurbaşkanı’nın pek hayran olduğu Sultan II. Abdülhamid döneminde olduğu gibi. Hak hukuk kalmadı, Dingo’nun ahırına döndü mübarek memleket.
“Ne hakla?” diye sormuyorum, ama bunun dünyaya şirin görünecek reformlar yapmak programının bir kere daha iktidarca terk edildiği anlamına geldiğine yandaş/muhalif bütün yurttaşlarımın dikkatini çekmek isterim.
Hatırlayacaksınız, Cumhurbaşkanı geçen sene Joe Biden’la buluşması öncesinde, ABD’nin 24 Nisan’a ilişkin tavrını eleştirmiş ve “Temenni ederim ki 24 Nisan’ı unutturacak adımları da atmış oluruz” demişti. Malûm, bu yıl da ABD unutmadı, “soykırım” kelimesi yine kullanıldı haklı olarak.
Şimdi: 24 Nisan’ı unutturmak elbette mümkün değil, eğer beş asır sonra hâlâ 29 Mayıs’ı hatırlıyorsak, bir asır sonra 24 Nisan’ı da hatırlarız, kusura bakılmasın. Bir buçuk milyon insanın devlet politikası neticesinde telef edilmesini unutmak mümkün değildir, unutturmak da kimsenin haddi değildir. (Not: Bazı okurlar, kime ne unutturulacağını yanlış anladığımı düşünüyor olabilir. Yok, öyle değil. Buna tecâhül‑i ârifâne deniyor.)
Yine de, “unutturacak” sözcüğünün sürç-i lisandan ibaret olduğunu varsayarak sayın Cumhurbaşkanı’nın iyi niyetli ve isabetli bir söz söylemeyi amaçladığına inanmak istiyorum. Her sene “24 Nisan’da filânca hükümet acaba ne diyecek?” diye milletçe sinir krizleri geçirilmemesi için bazı adımlar atılmasından söz ediyordu bence. Bu bağlamda birkaç önerim olacak kendisine:
1) Türkiye Cumhuriyeti, 1880’lerde başlayıp 1915’te doruğa ulaşan bazı Osmanlı politikaları nedeniyle bu topraklarda Ermenilere karşı soykırım işlenmiş olduğunu inkâr etmekten vaz geçsin.
2) Türkiye Cumhuriyeti, bu topraklarda kalmış olan bir avuç gayrimüslim azınlığa devletçe uygulanan baskılara son versin, gayrimüslim vakıflarından çalınmış olan malları iade etsin, bütün vatandaşlara yalnız kâğıt üstünde değil fiiliyatta da eşit muamele edileceğini taahhüt etsin.
3) Türkiye Cumhuriyeti, gayrimüslim vatandaşlara karşı işlenen ve artık vaka-yı âdiyeden sayılabilecek olan nefret suçlarının önüne geçilmesi için gereken tedbirleri alsın, nefret suçu işleyenler hakkında gereken yasal işlemler hayata geçirilsin.
4) Türkiye Cumhuriyeti, 1915 Soykırımı neticesinde malları gasp edilmiş olanların soyundan gelenlere âdil tazminat ödeyeceğini taahhüt etsin.
5) Türkiye Cumhuriyeti’nin her meydanına muhtelif anıtlar dikildiği gibi, Soykırım’dan en fazla etkilenmiş olan Maraş ve Harput gibi şehirlerin münasip yerlerine Soykırım kurbanları için anıtlar dikilsin.
6) Türkiye Cumhuriyeti, topraklarında bulunan ve hâlen metruk olan Ermeni kilise ve benzeri binaların restorasyonu için, cami ve benzeri binaların restorasyonu için yapılana benzer sübvansiyon yapacağını taahhüt etsin.
7) Türkiye Cumhuriyeti, 1915 Soykırımı neticesinde hayatlarını kaybetmiş olanların soyundan gelenlere ülkede oturma izni ve isteyenlere vatandaşlık vereceğini taahhüt etsin.
8) Türkiye Cumhuriyeti, Süryanilerin, Rumların ve diğer bazı gayrimüslim azınlıkların da bu ülkede baskı gördüğünü, mallarının gasp edildiğini kabul etsin, onlar hakkında da yukarıdakilere benzer girişimlerde bulunsun.
9) Türkiye Cumhuriyeti, Diyanet İşleri Başkanlığı ve belediyeler yoluyla Sünnî Müslüman vatandaşların ibadeti için yapılan sübvansiyonun —imam ve müezzinlerin maaşı, camilerin onarımı, iftar ikramları gibi— benzerini gayrimüslim vatandaşlar için de yapacağını taahhüt etsin.
10) Türkiye Cumhuriyeti, topraklarında yaşayan Müslüman azınlıkların da —başta Aleviler ve Kürtler olmak üzere— haklarının çiğnendiğini kabul etsin, bundan sonra kendilerine eşit muamele edileceğini taahhüt etsin; örneğin cemevlerine de camilere verilen sübvansiyonun benzeri verilsin, Türkçe dışındaki diller bağlamında da anadilde eğitim ve yayın faaliyetleri için gerekli harcamalar devlet bütçesinden tahsis edilsin.
Eğer bütün bunlar yapılırsa Türkiye Cumhuriyeti’nin, selefi Osmanlı İmparatorluğu döneminde işlenmiş olan büyük cürümlerin vebalini taşımaktan kurtulabileceğine, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bu topraklarda geçmişte vukubulmuş olan elim olaylara rağmen uygar dünyada alınları açık durabileceğine, her yıl bu zamanlarda milletçe yaşadığımız absürd tiyatroyu geride bırakabileceğimize inancım tamdır.
(İCS/EMK)