İrlandalı ünlü yazar Oscar Wilde'ın (1854–1900) ilk defa 1895'te sahneye konan "The Importance of Being Earnest" (İçten Olmanın Önemi) adlı güldürüsünde Jack "Annemi de babamı da kaybettim" dediğinde Lady Bracknell şöyle cevap verir: "Mister Worthing, insanın bir velisini kaybetmesi talihsizlik sayılabilir; ama her ikisini kaybetmek biraz dikkatsizlik gibi duruyor."
6 Ağustos 2021'de bianet'te yayınlanan yazımda, 17 Ağustos 1999 Gölcük depremi "Bülent Ecevit'in başbakanı olduğu DSP-MHP-ANAP koalisyon hükûmetinin ve dolayısıyla devletin mutlak aczini gösterdi ve üç yıl sonra gelecek olan siyasî depremin habercisi oldu" demiş, sürmekte olan orman yangınlarında sergilenen inanılmaz beceriksizliğin benzer şekilde AKP-MHP iktidarını bitireceğini söylemiştim.
Üç yıl geçmedi yangınların üzerinden. 6 Şubat 2023'te başlayan deprem silsilesi maalesef Gölcük kâbusunu çok gerilerde bıraktı. Ve bir kere daha devlet akla hayâle gelmeyecek bir âcizlik ve çaresizlik ortaya koydu. Gönüllüleri saatlerce hava meydanlarında bekleten, milleti aç susuz bırakan, mağdurlara çadır bile tedarik edemeyen görevlilerin tek becerebildiği, başkalarının yardım etmesini engellemek, engelleyemedikleri yardımların da üzerine kendi etiketlerini iliştirmek oldu.
Yangınlarda insan cinsinden olmayan yüz binlerce canlının telef olmasına göz yuman AKP kitlesi, on binlerce insanın enkaz altında kalıp feci şekilde can vermesi üzerine şimdi Oscar Wilde'a kulak asacak mı acaba? Yangın faciası talihsizlikti, ama deprem faciası artık dikkatsizlik oldu diyecek mi? Ve dikkatsizlik olduysa eğer, sorumluların belirlenmesi ve cezalandırılması gerekmez mi? Hem de en üst düzeylerde?
O hâlde deprem vergilerini çarçur eden, kaidelere uyulmamış binaları imar aflarıyla toplu mezarlara çeviren, geldiği herkesçe bilinen bu felâkete karşı 21 senelik iktidarları boyunca hiçbir önlem almayan, sonra da kendi sorumsuzluklarına Allah'ı ortak etmeye çalışan şu ahlâk ve beceri fukarası hükûmete kibarca kapı gösterilecek mi?
Şöyle yazmıştım orman yangınlarına ilişkin makalemde: "Şu anda önemli olan yangınları söndürmek, yardıma muhtaç olanları barındırmak, karınlarını doyurmak, yaralarını sarmak. Ama — Winston Churchill'in 'Battle of Britain' diye adlandırılan büyük hava muharebesinden [1940] sonra dediği gibi — bu son değil, belki sonun başlangıcı da değil, ama başlangıcın sonudur." Sanırım sonun başlangıcını da idrak etmiş olduk artık; süreci nihayetine erdirmek hepimizin görevi.
Geçenlerde son dönem Osmanlı arzuhâlleri üzerine çalışmış olan bir tarihçi dostumdan ilginç bir şey öğrendim. Meğer şu veya bu nedenle kendilerini mağdur addeden Osmanlılar sıklıkla şikâyetlerini, hem de gayet açık sözlülükle dile getirirmiş ilgililere gönderdikleri dilekçelerde, ama pek seyrek somut bir talepte bulunurlarmış.
Çok tanıdık geldi bu bana. Günümüzde de öyle değil mi? Sokaktan geçenlere rastgele sorun, hâlinden memnun olanlar azdır. Herkesin edeceği sayısız şikâyet vardır, bir dokunur bin ah işitirsiniz. Ama ya talep etmek? 15–16 Haziran 1970 yahut 2013 Gezi Parkı gibi direniş hareketlerinin tarihsel önemi de sarih talepler dile getirmelerindedir nitekim. Gel gör ki pek nadirdir milletimizin talepte bulunması.
Artık zamanı geldi, geçiyor. Talep edelim. Özgürlük talep edelim. Saydamlık talep edelim. Adalet talep edelim. Hesap sorulabilirlik talep edelim. Dürüstlük talep edelim. Kısacası rejim değişikliği talep edelim.
(ICS/AÖ)