Türbanlı öğrencilerin üniversiteye girişi, iktidar tarafından anayasal bir düzenlemeye konu edilene kadar, bu hakkın en ateşli savunucularından sayardım kendimi. Üniversite öğrenimim sırasında sekiz ayımı geçirdiğim, çoğunlukla dindar öğrencilerin kaldığı bir kız öğrenci yurdunda edindiğim arkadaşlarım sadece türbanlı değil, aynı zamanda çok zeki, ne istediklerini bilen, düşünceleri ve yaşam tarzlarıyla çok tutarlı genç kadınlardı. Eğitim gördükleri üniversiteye dini inançlarının sembolü olan başörtüleriyle girmek en doğal haklarıydı.
İktidara rağmen özgürlük mücadelesi olsaydı...
Bu genç kadınlar hayranlığımı, sadece tutarlılıklarıyla değil, iktidara karşı takındıkları, bir anlamda dönüştürücü hatta devrimci tavrılarıyla da kazanmışlardı. Üniversite önündeki eylemleri, en az öğrencilerin 1996'da Susurluk'a tepki olarak giriştikleri eylemler, 6 Kasım'larda gerçekleştirilen YÖK karşıtı eylemler, 2003'te yemekhane ücretlerindeki aşırı artışı protesto etmek amaçlı düzenlenen eylemler kadar meşruydu. İnanıyordum ve destekliyordum; haklılardı ve kazanacaklardı.
Şimdi türban anayasada, sevinemiyorum. Çünkü türbanlı kadınların üniversiteye girişinin hak ve özgürlük kazanımı hanesine yazılabilmesi için, bunun iktidar tarafından verilmesi değil, iktidara rağmen kazanılmış olması gerekirdi. Daha spesifik bir hak ve özgürlükler anlayışına evrilirse konu, türbanın bir kadın hakkı olduğu iddiası, ancak ve ancak, bu hakkın iktidarı karşısına alan bir mücadeleyle elde edilmesiyle doğruluk kazanır.
İktidar, heryerde erkek egemen...
İktidar, teorisi ve pratiğiyle, söylemi ve kurumlarıyla, tarihi ve bugünüyle, doğuda da batıda da hali hazırda bir erkek egemen oluşumdur. İktidar, kendi içinde geliştirdiği ve kapsayıcılığı kendinden menkul bir "birlik-teklik-bütünlük-evrensellik" iddiasıyla kadını görmezden gelir. Görmezden gelmediği nokta da, onu işine geldiği gibi, kendi gücünü pekiştirmek maksatlı kullandığı noktadır (Siyasi partilere üye kadınların, seçimlerin öncesinde vitrin süsü olarak kullanıldığına dair haklı argüman da bu tespitten beslenir ).
Üniversitede türban serbestisi iktidara rağmen kazanılmadığı, bizzat iktidarın kendisinin gerçekleştirdiği bir düzenleme olduğu sürece, mahalle baskısının yerini iktidar baskısına bırakması riski hep olacak. Mevcut iktidarın, genel olarak hak ve özgürlükler konusundaki samimiyetsizliği bir kenara, türban bir iktidar getirisi olduğu andan itibaren, onu giyen, kendi kamusal alanda varolma talebine yabancılaşacaktır.
Kadın hakkı ile kadın hakkı ihlali arasındaki ince çizgi
Dolayısıyla türban serbestisi, kadınların kendileri için, kendi kazanımları olmaktan çıkıp, iktidarın bahşettiği bir uygulamaya dönüşürse, demokratik (olma iddiasındaki) bir toplumda kadın kendi türbanına yabancılaşır, daha ötesi, kadınlar kendi hak mücadelelerine yabancılaşırlar. Bu anlamda, türbanın bir kadın hakkı olmasıyla, kadın hakkı ihlali olması arasındaki ince çizgi, türbanı kendisi için talep edenlerin iktidarla kurdukları ilişki biçimine göre şekillenir.
Bu anlamda, türbanın üniversiteye girişini bir kadın hakkı kazanımı olarak görmek, en iyimser yorumla, safdilliliktir. Müftülüğe, kadınların da müftü olabileceğini kabul ettirmek bir kazanımdır; ki bu, Türkiye'deki dindar kadın örgütlerinin ciddi ve anlamlı girişimlerinden sadece biridir ve çok önemli biri kazanımdır çünkü bu, hem genel olarak iktidar kavramının mantığına hem de özelinde, mevcut iktidarın erkek egemen zihniyetle şekillenmiş dini kabullerine ters düştüğü için, iktidara rağmen elde edilmiş bir haktır.
İktidardan onay istemek...
Ancak aynı şeyi türbanın şu anki durumu için söylemek güç. Eğer olaya, amaca giden her yol mubahtır türünden "kadınların istediği olsun da nasıl olursa olsun" şeklinde bir anlayışla yaklaşılıyorsa, o zaman, dindar kadınları, Kürt kadınları, Kemalist kadınları, lezbiyenleri, radikal feministleri ve nicelerini içeren bir çeşitliliğe sahip olan, feminizme beşiklik etmiş bir çok Avrupa ülkesinde bile rastlanmayan böylesi bir olgunluğa erişmiş bulunan Türkiye'deki kadın hareketi, mevcut iktidar yapılarından memnun, onu değiştirme-dönüştürme iddiasından çoktan vazgeçmiş demektir.
Çünkü böylesi bir mantık bizi, farklılıklarımızla varolabilmek için iktidardan onay ve izin istemeye, o izin vermedikçe de kendi varoluşumuzu bile yadsımaya zorlayacaktır. (EG/NZ)
* Elif Gazioğlu, York Üniversitesi Kadın Çalışmaları'nda doktora öğrencisi