Neden ve nasıl olduğunu unutturacak kadar uzun süredir memleket gündeminin üzerine çöken türban meselesi, her şeyiyle tartışılıyor. Haber bültenlerinde beyanatlarını dinlediğimiz ahkamseverler veya tartışma programlarına katılan söz sahibi kişiler üniversitelerde, (diğer) devlet kurumlarında ve tüm seçkin kitapevlerinde türban -aslında tartışmanın konu başlığında dahi ortaklaşılabilmiş değil. "türban" mı, "başörtüsü" mü?- kullanımının serbest bırakılabilirliği nedir ne değildir izah ediyor, birbirlerini olabildiğince geriyorlar.
Tabii siyaset oyunu gereği ilişkiler asla inceldiği yerden kopmuyor. Bugün yaka paça birbirlerini gerenler, yarın hayırsever bir işverenin çocuğu evlenirken beraber nikah şahitliği yapıp genç çiftin yakasına altın takacaklar.
Peki ya öteki; soyunma hakkı?
Üniversite yıllarım geride kaldığından veya uzun favorilerim nedeniyle ofiste karşılaştığım bazı iğneleyici sözler dışında şahsi kaygım bulunmamasından olsa gerek, 42. madde ekseninde yaşanan gelişmeleri uzun süre kulak ardı ettim.
Gelgelelim yakınlarda izlediğim bir haber bandında yer alan "Nazi sembolleri, sarık, türban, bikini gibi ideolojik ve marjinal kıyafetler..." ifadesi, giderek duyarsızlaştığım kılık kıyafet yönetmeliği tartışmalarına yeniden ilgi duymama vesile oldu. Demek bikiniyle üniversiteye girmek kanun namına yasaktı. Kendisini bu iki parçalık giysiyle özdeşleştiren bir ideoloji bulunmadığına göre, bikinin “günahı” ne?
Bana öyle geliyor ki, "türban"a sahip çıkanlar "bikini"yi gözardı etmemeliler(di). Kadın bedeni üzerinde patriarkal kurallarla tahakküm kuran bir biçim -nedensellikten bağımsız olarak, sadece özgür tercih hakkı adına- savunulurken, bikini giyme veyahut örtünmek yerine soyunabilme serbestisi, bir adım daha öteye giderek başlı başına nüdizm, hangi özgürlükçü vicdanın eleğinden sekecek kadar mikroskobik bir detaydır?
Siyasi sembollerin gündelik hayat içerisinde kullanımı için verilen mücadele, bir şekilde basit giyim kuşam tercihleri düzlemine çekiliyorsa, açılmak/soyunmak en az kapanmak/örtünmek kadar basit, insani bir hak.
Beyazıt meydanı, bugüne kadar yürürlükteki yasalar sebebiyle tarihi kapıdan içeri alınmayan türbanlı kadınların onlarla aynı inanca sahip erkeklerin ve İslamcı gençlerle dayanışan farklı politik toplulukların kitlesel protestolarına pek çok kereler ev sahipliği yaptı.
Şimdi siyasi erk yine kendi kitle tabanının beklentileri ve geleneksel yönelimi çerçevesinde bir yasal çalım ile üniversite kapılarını türban+pardösü kombinasyonuna açmak niyetinde. Bütün bu düzenleme girişimleri geldiği yönün samimiyetine bakılmaksızın değerlendirilebilir, fakat türban için onca yeniden tanımlama yapılırken, kökeni (“şule baş”) ve biçimi (çene üstü/altı) münazara edilirken, bikini hangi akla ve amaca hizmet peçeyle eşleştirilip kapı dışarı ediliyor? Neden türban için düzenlenen eylemlere paralel olarak "Bikiniye özgürlük!" şiarı yükseltilmiyor?
Kaybeden statüko değil, kadın
İnkar etmek değil de görmek isteyen gözler için hakikat tüm çıplaklığı ile ortada. Türban, diz altı okul eteği ekolünün yanıbaşında muhafazakar merkeze konumlanırken, bikini (ve "kadının modern varlığı") sokak algısında giderek daha huzursuzluk veren, kabul görmeyen, ayıplanan bir pozisyona itildi, geçmiş olsun.
Kamusal alanı sokak değil de TRT1 ekranı olarak ele alan tepeden inme modernizasyon ayarcıları için önemli olan daha fazla özgürlük değil. Onların derdi bütünüyle şekle ilişkin. Zaten “Aydın bir Türk Kadını” (ATK)* dediğiniz, başını örtmediği gibi, bikini de giymez . Tek parça mayo ideal. Hadi giyse bile, reklam etmez...
Belki de Cumhuriyetçiler ve (muhafazakar) Demokratlar arasında sanıldığı kadar da fark yoktur. Belki de -olayı hatırlayalım- İstanbul Büyükşehir Belediyesi 2007 Mayıs'ında açıkhava panolarından mayo afişlerini indirirken** salt kendi haşemacı tavrını değil, bütün geniş(leyen) muhafazakar merkezin hassasiyetini sergilemiş oldu. (TP/TK)
* Aynı adlı marşın sözleri ve mesajına ilişkin yerinde tespitler için tıklayın.
** Çoktan unuttuğumuz vaka ta Britanya'da bile ilgi uyandırmıştı.