* Not: Bu yazı Hürriyet'in haberi üzerine, Tahtakuşlar ahalisinin haberi yalanmasından önce yazıldı.
Öyle olaylar vardır ki, geçtiği yere veya zamana damgasını vurur. O yerin ve zamanın genelini hükmü altına alır; artık orası/o şey bu hükümle anılır hale gelir. Zamanda eskimez, mekânda yitmez, tarihe mal olur.
Madımak, otsu bir bitkidir. Güzel çorbası olur; hele bir de pastırma korsan içine. Kangal köpeği Sivas’ın nasıl bir simgesiyse, madımak da öyledir. Öyle olduğu içindir ki, Sivas’taki büyük ve eski otellerinden birinin adı da Madımak’tı.
O simge, 20 yıl önce değişti. Madımak artık yöresel bir bitki ve aş adı değil; Madımak artık insanların yakıldığı alçakça bir olayın adı olarak anılıyor. Bu olay tarihte (Kimi tarihçiler bir olayın, olgunun tarihte yer alabilmesi için takribi 100 yıl geçmesi gerektiğini söylerler) Madımak Katliamı olarak yerini alacaktır. Sivas, başka özelliklerinin yanı sıra artık bir Madımak’tır!
Öfkeliyim, hüzünlüyüm!
Yalanın, dolanın, alçaklığın bu denli egemen olduğu bir dünyada…
Küçücük de olsa, bir iyi haber, bir iyi olay yüreğime su serpiyor. Bunlarla mutlu ve umutlu oluyorum. Yaşama sevincimi küçücük şeylerde buluyorum.
Yoksa…
Çok zor yaşamak!
Sıradan bir günüm, Üstat Tuncel Kurtiz’in ölüm haberiyle sıradışı oluyor. Değerli bir insanın, değerli bir tiyatro/sinema emekçisinin, mesleğin duayeni bir sanatçının, onurlu ve dik duruşuyla örnek kişiliğe sahip bir insanın ölümüyle sarsılıyorum. İnsanlığın özgürlük, erdem, adalet, eşitlik uğraşısındaki ütopyasını yitirmemiş ve bunu bize “Başka yol var mı?” diyerek tekrar hatırlatan bir azizi yitirdik.
Nasıl ki, “Alçaklığın Evrensel Tarihi”, yalnızca Jorge Luis Borges’ın kitabının adı olmayıp insanın tarihinin bir başka yüzüyse; yine insanın tarihinin erdemli ve vicdanlı bir yüzü de vardır. Kurtiz bu yakaya ait bir değerdi; Borges’in kurgusu gibi, Kurtiz’in rolleri de hayattan daha güçlüdür.
Yılmaz Güney’in en sevdiğim filmlerinden olan “Umut” filmiyle tanıdım onu. Küçüktüm daha ve hiçbir zaman unutmadım Umut’taki Hasan’ı.
Tuncel Kurtiz…
Bana biraz Peter Ustinov’u çağrıştırıyor. Ama O, sonuçta kendi kişiliğiyle kendisi. Hele sesi; her rolün altından kalkacak yeteneğine yakışan o karizmatik sesi…
Usta öldü!
Umut’un Adanalı Hasan’ı, Sürü’nün Hamo’su öldü.
Tahtakuşlar Ustayı ikinci kez öldürdü
Kaz dağlarına âşıktı. İda dağının eteklerinde mitolojiyle ve kadim zeytin ağacıyla hemhaldı. Usta o yöreyi ve yörenin insanlarını öyle sevmiş ki, ölünce beni Tahtakuşlar köyüne gömün diye vasiyet etmiş.
Tahtakuşlar…
Hürriyet’in haberine göre: “Telefonla ulaştığımız muhtar Hasan Bozkurt, söze ‘Burası kapalı bir toplum’ diyerek başladı ancak sonra köy mezarlığında yer olmadığını anlatma gayretine girişti: ‘Mezarlığımız 1940’tan kalma ve ufak. 10 dönüm yerimiz var, 1 dönüm kaldı. Başka da yerimiz yok. Köyün nüfusu yaşlı, son bir yılda 25 insan gömdük. Ayrıca bu haberler yapılırken kimse bize açıp da sormadı, böyle bir vasiyeti var diye. Tuncel Kurtiz saygı duyduğumuz bir sanatçıdır. 9 yıl Çamlıbel’de yaşadı, ben 5 yıldır muhtarım, hiç gelip de böyle bir vasiyeti olduğunu söylemedi.’ Fakat ardından gelen sözleri Alevi köyü iddialarını doğrular türden: ‘Eğer izin verirsek biz burada sokağa çıkamayız, meydanda insanların yüzüne bakamayız. Burası Türkmen Köyü, haklarını korumamız için insanlar bize güvendi seçti.” diyor.
Görüldüğü gibi tevili kendinden beter bir yalan!
Tahtakuşlar köyünün muhtarını arayan Hasan Saltık, muhtarı ikna edemediğini, yaptıklarının Alevi yobazlığı olduğunu söylüyor.
Tahtakuşlar, Usta’ya bir mezar yeri vermemiş, Usta’nın vasiyetine saygısızlık etmiş!
Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi böyle bir şey. Çok şaşırdım, üzüldüm, hayret ettim; Tahtakuşlar nasıl böyle bir karar verir?
Yanılmışın be Usta!
Güvendiğin dağlara kar yağdırmış, yüreğini ayaza düşürmüşler be Usta.
Üzülme! Milyonların yüreğindesin.
Öyle bir utanç duydum ki Tahtakuşlardan; Tahtakuşların ağaca da, kuşa da yaptıklarından.
Ölümüne üzüldüm ama beni asıl kahreden, ustayı ikinci kez öldüren bu karar oldu.
Tahtakuşlara 4-5 kez gittim. Bu haber üzerine, bir daha o köye gitmeyeceğim dedim. Artık bu köy, Ali Kudar’ın etnografik müzesinden, Alevi kimliğinden çok, Üstat Tuncel Kurtiz’in vasiyetine rağmen bir mezar yeri vermemiş köy olarak anılacak.
Tahtakuşlar bu utancı nasıl taşıyacak?
Tahtakuşlar köyü, Aleviliğin insana dair o derin ve kapsayıcı niteliğine vurduğu bu darbenin ve anlına sürdüğü karanın altından nasıl kalkacak? Tuncel Kurtiz’in kişiliğinin Alevi dünyasına ters düşen bir yanı mı vardı? Sanatı ve düşünceleri emekten, ezilenden yana olan, insan hakları yolunda yürüyen bir dervişi nasıl misafir etmezsiniz? Alevinin kapısı da, yüreği de dost dost diyenlere açık olurdu diye biliyorum. Yine de öyledir! Tahtakuşların yaptığı Alevileri bağlamaz!
Tahtakuşlar köyünün tüm insanlarını bu kara kararın sorumlusu görmüyorum. Bu kararın sorumlusu başta muhtar olmak üzere, köyün ileri gelenleridir. Ancak bunların da arkasında başka akıl vericilerin bulunduğunu tahmin ediyorum.
Koca çınar Kurtiz’e, onu sevenlerine ve sanatına hakaret içeren bu karar, her şeyden önce ne insanlığa ne de Aleviliğe sığar.
Bu bir utançtır!
Tahtakuşlar, mekâna ve zamana damgasını vuran bu utancı nasıl siler, bilemem. Alevi camiasından tepkileri önemsiyorum, ancak asıl tepki, Tahtakuşlar köyünün içinden gelmeli. Umuyor ve diliyorum ki, köylüler muhtarın ve çevresinin bu utanç verici kararına karşı gelirler, gelmeliler! Çünkü artık Tahtakuşlar bu kara kararla anılacak.
İş işten geçti, Kurtiz’e mezar yeri mi yok!
Hiç değilse bu kararın tüm Tahtakuşlar köylüsüne ait olmadığı gösterilsin! (HŞ/HK)
* Fotoğraflar: Burak Akbulut - İstanbul/AA, Emrah Elmas - Bamıkesir/AA