Dediler ki Sırrı hastaneye düşmüş

15 Nisan akşamından bu yana onca derdin arasında bir başka derde gark olduk. Dediler ki Sevgili Sırrı hastaneye düşmüş. O hastanenin de hapishanenin de yollarını en iyi bilenlerdendir.
Devletin en mahir işlerinden biri hapishanelerdir. Devletin gözünde makbul olmayan vatandaşlarının uğrak yerlerinin başında hapishaneler gelir. Dünyada vatandaşının inancıyla, soyuyla sopuyla, dünya görüşüyle, etnik kimliğiyle, diliyle, cinsel kimliğiyle, kültür ve sanatıyla bu denli uğraşan bir başka devlet var mı, bilmiyorum.
Cumhuriyet öncesi dönem bir yana, cumhuriyet boyunca toplum hep bu dayatmalarla hemhal oldu. Barış Ünlü’nün “Türklük Sözleşmesi” kitabı yakın tarihimizin serencamıdır. Devlet kendi biçtiği tek tipçi, Türk-İslam sentezci makbul vatandaş gömleğini topluma giydirme derdinde. İşte bireyin özgürlük alanına yapılan bu etkin müdahaleye karşı gelenler, bir başka deyişle makbul vatandaş olmayı kabul etmeyenler ya maktul oldular ya hapishanelere kapatıldılar ya da başka zorluklarla karşı karşıya kaldılar.
Sevgili Sırrı da bunlardan biri.
O daha 19 yaşındayken 12 Eylül faşist darbesi sonrasında tutuklanarak 7 yılını ağır koşullar altında cezaevinde geçirdi. Aynı yaşlarda nice gençlerimiz dün de bugün de hapishanelere tıkıldı.
Cumhuriyet boyunca bu süreci yaşayanların her birisi birer değerdir. Her birisinin farklı özellikleri bulunur. Sırrı Süreyya Önder de bunlardan biri olarak bir hayli farklı özelliklere sahip.
Önder’in söylediklerine, yapıp eylediklerine baktığımızda karşımızda insanı kâmil, diğerkam, modern dengbej, empati duygusu yüksek, adil bir şahsiyet görürüz. Sırrı’nın bu değerli kişiliği yalnız kültür sanat hayatında değil, aynı zamanda siyasi hayatında da en rafine şekilde tezahür eder.
Gözümüz yolda, gönlümüz darda
Öteden beri sağlık sorunları yaşayan Sırrı hastanelerin de yolunu bilir. Ancak bu son hastaneye düşüşünün ağırlığı, korkutucu boyutta.
İyiliğin, vicdanın, barışın yılmaz savunucusu Sırrı gönlümüz dara düştü, yolunu gözlüyoruz.
Kulağımız sağlık haberlerine kilitlendi, gözümüz hastane çıkışına. Yüzüne vuran yaşama sevinciyle, dost sıcaklığındaki dilinle ‘Hele gardaş bu sefer de yırttık kefeni’ diyen gülümsemeni bekliyoruz.
O gülümsemeni yalnız iyiyi, güzeli, adaleti, özgürlüğü, eşitliği, barışı savunanlar beklemiyor. Başta Gezi’deki ağaçlar olmak üzere ülkemizin ağacı, suyu, börtü böceği, kurdu kuşu da bekliyor.
Dün “Beynelmilel” filmini tekrar izledim. Orada rolünü oynadığın Servet’in kardeşi Haydar’a tepkisi, koca bir sol mücadele tarihinin değişmez sahnelerindendir. Yakın zaman önce kaybettiğimiz Kahtalı Mıçı’yı andım. Ve Enternasyonal marşını! Filmin sonuna doğru Dilber Ay’ın “Mezar arasına harman olur mu?” uzun havası, zalimliğe bir isyan gibiydi.
Ah o uzun yıllar yasaklı Enternasyonal Marşı! 2000’lerden sonra Kızıl Ordu Korosu bile gelip Türkiye’de bu marşı söyledi. Ey muktedirler ne oldu, devlet mi yıkıldı? Onurlular kazanamadı ama, zalimliğiniz ve onursuzluğunuzla tarih sizi Dante’nin Cehenneminin 9. katına gönderdi.
Bu ülkenin müzminleşmiş Kürt-Türk sorunu da çözüldüğünde, bu topraklara barış hâkim olduğunda nice marşlar, türküler, diller şakıyacak, nice renkler meydanları çiçek bahçesine çevirecek.
Önder’in gerçek ve kurgunun sentezini sinema sanatı yoluyla ifadesindeki düzeyi ile siyaset hayatındaki sanatsal paralelliğini bir kez daha gördüm. Örneğin TBMM tarihi boyunca böyle bir meclis başkan vekilliği idaresi görmemiştir. Onun mecliste yerinde ve zamanında müdahaleleri, nüktedanlığı, hikâye anlatıcılığı, toparlayıcılığı, karşı çıkışı muarızlarını bile etkilemektedir.
Bir dilin değeri üzerine Refik Halit Karay’ın “Memleket Hikayeleri” kitabında Arapça bilmeyen bir çocuğun Lübnan’da Türkçe bilen bir ayakkabı tamircisine rastlaması hikayesini Mecliste anlattığında, Kürt diline düşman gibi yaklaşanlar utandılar mı acaba?
Koca yürekli Sırrı, nice dertlere duçar oldun. Bunu da atlatacaksın.