Geçtiğimiz perşembe dershanede 12. sınıf olmam dolayısıyla herkesle yapılan görüşmelerden birine tabi tutuldum.
Sınıf hocam geldi ve "çok özel", sadece "aramızda" kalacak konuşmasına başladı. Fakat bunu yaparken atladığı bir şey vardı; odadaki kamera hem ses hem de görüntü kaydı yapıyor ve doğrudan müdür beyin odasına aktarıyordu.
Neyse ki ben sadece kafa sallayan ve kendi içinde kara düşüncelere dalan kişiyi oynadığımdan şu an için gönlüm rahat. Ellerinde şahsıma dair hiçbir kanıt yok.
Hocam konuşmasına başladı, es vermeden ve bir dakika bile ne hissettiğimi düşünmeden anlatıyordu... Yıllardır aynı şeyi anlattığı çok belliydi. Bir ara durdu yüzüme baktı ve "annen için, benim için, baban için üniversiteyi kazanmalısın. Annene vefa borcunu, vicdan borcunu ödemelisin. Baban, sen bu dershaneye gelebil diye para ödüyor. Onun için onun istediği yerde olmalısın. Ben sana/size emek veriyorum. Benim hakkımı ödemek için seneye üniversiteli olmalısınız" dedi.
Uzun bir süre anlatmaya devam etti. Hep başkalarının hakkını ödemek için bir yerlere geliyordum. Üniversiteli oluyordum, doktor oluyordum, avukat oluyordum...
Ama hiçbiri Deniz'in hayali değildi. Hiçbiri Deniz istediği için olmuyordu. İşin tuhafı başka biri Deniz'in hayatı hakkında kararlar veriyor, olması gerekeni ve doğru olanı anlatıyordu.
Doğru olan neydi? Kim kimin hakkını yiyordu? 17-18 yaşlarında, hayatlarının (kim ne derse desin) en güzel çağlarında olan bizlerin düşünmeleri gereken sınavdan çok daha önemli şeyler var, evet. Hepimiz kendi hayallerimizin kahramanlarıyız. Hepimiz kendi inandığımız dünyaların yaratıcılarıyız. Aşığız hepimiz, hepimiz pembe gözlükleri gözüne en yakın cebinde taşıyan yeni bireyleriz. Hayal kurduğumuz film artistleri var bir de, sonra geleceğimiz...
Ailelerimizin bizi tanıyamadığı, hatta bazen kendi kendimizi bile tanıyamadığımız dönemlerde geleceği düşlüyoruz. Bir meslek sahibi olarak. Anne/baba olarak. Sonra hemen değişiyor hayal. Bir yenisi geliyor...
Yani kısaca sevgili büyüklerim; değişken ruh hali içinde derdi başından aşkın (yani bizim için öyle) daha gelecekte kendini bir yere oturtamamış bireyleriz.
Şimdi sorarım sizlere, borç ödemek sadece o kişinin istediği hayatı sürdürmekle mi olur?
Bu doğru mudur?
Ya da ben sene içinde gireceğim iki sınav sonucuna göre vereceğim karardan ömür boyu mutluluk duymazsam ne olacak? Kim benim geçecek yıllarımın hesabını verecek?
YÖK birilerine pek insaflı davranmış; peki, diğer bir milyon kişinin hakkını kim ödeyecek?
Biri bana bunların cevaplarını anlatırsa, sanki parabol anlatıyormuşçasına tane tane, anlayabilirim ve dershane kütüphanesinde arkadaşlarımı "birbirinizi nasıl geçersiniz" konuları dışında da bilgilendirebilirim diye düşünüyorum.
Kimse cevap veremiyor ve herkes içindeki sesi dinlemeyi tercih ediyorsa; bir şey yapmalı büyüklerim, bir şey yapmalı. "Bir şey yapmalı" şarkısını dinlemekten öteye geçmeli.
* Not: Sosyoloji okumayı planlıyorum, her ne kadar aç kalacağımı söyleseler de sonuna kadar arkamda duran bir ailem var. Sağolsunlar. Lakin buradan sevgili dershane sınıf hocama seslenmek istiyorum. "Ben aç kalacağım sosyoloji okuyup, siz değil. Ve siz istiyorsunuz diye avukat olmayacağım."
Rahatladım sayın okurlar! (DT/YY)