Çimento ambalajında kullanılan kâğıtlardan kesekâğıdı yapılırdı bir zamanlar. Adana kebapları ile meşhurdur ya, kebap ile birlikte servis edilen uzun pide ekmeğinin uçları kesilir ve kovalarda biriktirilirdi. Biriktirilen ekmekler suyla ıslatılıp hamur haline getirilirdi. Bu hamur kullanılarak çimento kâğıtlarından kesekâğıdı yapılırdı.
Dedem Adana'da eski toptancı haline yakın olan evinde kesekâğıdı satarak ailenin geçimini sağlardı. Her biri birbirinden renkli karaktere sahip dayılarım kebapçılık yapardı. Her hafta sonu anneannemlerin evine giderdik; dayı ve teyze çocukları bir araya gelince inanılmaz bir şamata kopardı. Çoğunlukla kesekâğıdı yapardık. Bir süre sonra ellerimiz kurumuş hamurla kaplanır ve canımızın sıkıntısını gizlice evin damına çıkarak giderirdik.
Çocukluğu 70'li yıllara denk gelenlerin iyi bildiği gibi, o yıllarda Adana'da evin damı hayatın bir parçasıydı. Orada her şeyden önce sıcak yaz günlerinde uyunur, çamaşır asılır, tavuk beslenir, salça yapılır, gulle oynanır, biber ve patlıcan kurutulur, güvercin uçurulur, eğer eviniz bir açıkhava sinemasını uzaktan da olsa görüyorsa sesini hiç duymasanız da sinemada oynayan filmi izleyebilirdiniz... Dayılarım siyaset konuşurdu. Anneannem giderken bizlere öyle bir sarılır ve ıslak ıslak öperdi ki, o varken bize hiçbir şey olmayacak sanırdık.
Ceyhun'u vurmuşlar!
Tepebağ Ortaokulu'na giderken en sevdiğim şeylerden biri okula yakın olan dedemlerin evine gitmek ve anneannemin yaptığı sucuklardan kebap pişirmekti. Bir diğer şey ise avukatlık yapan ve yazıhanesi okula çok yakın olan Ahmet dayımın yanına gitmekti. O yılların Adanası çocuk kabadayılarla doluydu ya da her çocuk bir kabadayıydı. Kavga etmek günlük hayatın bir parçasıydı. Her sokak çocuğu racon kesmenin ne demek olduğunu bilirdi. Ama dayım bir başkaydı, o bana kitap okumamı salık verirdi. Güzel kalemler hediye ederdi. 1979 yılının yaz tatilini onun yazıhanesinde geçirmiştim. Gelene gidene çay-su falan getiriyor, öylesine vakit geçiriyordum.
Atatürk Parkındaki çay bahçesinde dondurmacılık yaparak geçirdiğim tatilden sonraki en iyi işti dayımın yazıhanesinde çalışmak. Bir kere dayımın yanında çalışan abinin çok sayıda çizgi romanı vardı: Teksas, Tommiks vs. Tabii bu kitapları mahalledeki çocuklarla değiş-tokuş yapıyordum. Her zaman olduğu gibi Zembla en az değiş-okuş yapılan kitaptı.
Okulların açılmasına çok az kalmıştı. Bir gün yazıhaneye bir telefon geldi dayım telaşlandı: "Ceyhun'u vurmuşlar." Ağlıyordu. Yazıhane kalabalıklaştı. Silah almaktan, dayımı hiçbir yere yalnız göndermemekten, bir koruma polisi alması gerektiğinden söz ediliyordu.
Sevgili dayımın o gün söylediğini hiç unutmuyorum: "Eğer öldürmeyi kafaya koymuşlarsa yanımdaki korumayı da öldürürler, yazık olur ona..." Ben o gün 20 lira bahşiş almıştım ve bir çakı aldım.
Bir süre sonra emniyet müdürlüğü görevini yapmakta olan Cevat Yurdakul öldürüldü. Çok büyük tepki topladı bu cinayet. Lojmanına çok yakın bir yerde öldürüldüğü ve ikiz çocuklarından birinin babasının cansız bedenini gördüğü konuşuluyor ve en çok buna öfkeleniliyordu. Çocuklar böyle bir şeye tanık olmamalıydı.
Ahmet dayım vuruldu
17 Nisan 1980 Perşembe akşamı eve birileri geldi, annem ve babam telaşla evden çıktı. Sonra Murat abi bizi teyzemlere götürdü. Vardığımızda bütün kuzenler oradaydı. Her zaman olduğu gibi şamata ya da gırgır yoktu. Bir terslik vardı. Sonra Ahmet dayımın vurulduğunu öğrendik. Sonra dayımı tedavi için Ankara'ya götürdüler. Annem de gitti. Bir hafta ya da on gün sonra geri geldi; dayımı tedavi için yurtdışına götüreceklerinden söz ediyordu. Birkaç gün sonra annem apar topar tekrar Ankara'ya gitti. Sonra...
Anneannemin bir arabanın arka koltuğunda evlerine gelişini hatırlıyorum. Onunla beraber araba da sallanıyordu. En sessiz dayım merdiven boşluğuna oturmuş ve elini yüzüne kapatmıştı. Nice sonra damla damla yere dökülen gözyaşlarını gördüm. O kabadayı, delifişek dayılarım ağlıyordu. Henüz 35 yaşında olan Ahmet dayım kurtarılamamış ve ölmüştü.
Çok kısa bir süre sonra 12 Eylül darbesi oldu. Çevremizde abi, abla dediğimiz insanlar tutuklandı. Ben liseye başlamıştım, çok güvenli bir okul diye, hiç istemediğim halde ticaret lisesine kaydım yapılmıştı. Evimize hemen her akşam, eşi, oğlu ya da kızı içerde olan insanlar geliyordu. Biz arka odaya gönderiliyorduk. Ama her şeyi duyuyorduk. Sonra Hikmet abiyi bir haftalığına içerden salıverdiler. Çok kötü işkence görmüştü ama o bir hafta içinde benim okulumu değiştirdi. Normal liseye gidiyordum ve istediğim olmuştu. Kuzenler bir araya geldiğimizde artık neşeli oyunlar oynamıyorduk. Murat abi korkular yüzünden üniversiteye gönderilmedi ya da gitmedi.
Ahmet dayımın büyük oğlu lise birinci sınıfta işe başlamak zorunda kaldı. Anneannem bir yıl boyunca hemen her akşam damlara çıkıp ağıt yaktıktan sonra kalp krizi geçirerek öldü. Dayılarım, teyzem kabuğuna çekildi. Darbe sonrası çevremizdeki öyle çok iyi insana öyle kötülükler yapıldı ki, annem hiçbir zaman eski ruh sağlığına kavuşamadı. Belki iyi olur diye, Adana'dan taşındık. Aynı acıları yaşayan her çocuk gibi ben de birden büyüdüm.
Katiller serbest
Anlatılması gereken başka bir öykü daha var aslında. Dayım, Adana adliyesinde görülmekte olan Maraş katliamı davasına giren üç avukattan biriydi. Maraş katliamının müdahil avukatlarının üçü de öldürüldü. Ceyhun Can 10 Eylül 1979'da, Halil Sıtkı Güllüoğlu 3 Şubat 1980'de ve sevgili dayım Ahmet Albay 3 Mayıs 1980'de.
Katillerinin kimliği hakkında bilgi vermeye gerek yok. Hepsi geçtiğimiz hafta bir yasama-yargı oyunu marifetiyle serbest bırakıldı. Zaten epeyce uzun bir süre ellerini kollarını sallayarak serbest bir şekilde gezmişlerdi. Bazıları Almanya'da yakalanmıştı, Alman devleti biri için "Aranıyor" hükmü varsa ciddiye alıyordu da ondan. Adalet öyle formel bir şey ki, şöyle bir suç işlerseniz şöyle bir ceza alırsınız diyor en temelinde. Bense adaletin hiçbir zaman yerini bulmadığına inanıyorum.
Biri bir şey yapıyor ve pek çok insanın hayatı derinden değişiyor. Asla eskisi gibi olmuyor veya kaldığı yerden devam etmiyor. Hiç yerini bulmayan adalet, şimdi tam anlamıyla adaletsizliğe dönüştü. Ya da bu topraklara özgü adalet her zaman olduğu gibi tecelli etti!
Bizler genç yaşta ölen dayımın ailesi olarak failleri ve bu faillerin serbest bırakılmasına zemin hazırlayan sorumluları asla affetmeyeceğiz. (BŞ/AS)
* Bülent Şık, Yrd. Doç. Dr., Akdeniz Üniversitesi.
* Yazı, ilk olarak 22 Temmuz tarihli Radikal İki'de yayınlandı.