Yazı dizisinin dün yayımlanan bölümünde; 2019’da yapılması karar altına alınan her üç seçimin de, tek sonuca odaklı seçimler olduğu ve bu durumun ortaya yeni ittifaklar çıkarmasının kaçınılmazlığına değinilmişti.
Bugün konumuz, seçim değil, geçim meselesi. Elbette o da gidip, son çözümlemede seçimlere bağlanacak.
Köylülüğün ve küçük üreticiliğin bitişi
Yirminci Yüzyıl, tüm dünyada ve Türkiye’de köylülüğün bitişine tanık olunma sürecini sermişti gözler önüne. Yirmibirinci yüzyılın başında Türkiye’de iktidara gelen AKP, ülkede tarımsal küçük üretimin sonunu ilan etti, ediyor.
Tarımsal küçük üretim bitirilip, genç ve niteliksiz işgücü ortalığa salınınca emek yoğun sektörlerde çalışırken ölmeye hazır binler, onbinler, yüzbinler inşaatlara, doklara, sanayi bölgelerine, hizmet alanlarına aktılar.
Türkiye, günde ortalama beş ve daha fazla sayıda iş (kazasının) cinayetinin işlendiği ama yedek işsizler ordusunun tükenmek bilmediği bir ülke haline geldi/geliverdi.
Ülke ekonomisinin çarkı
Her ülke ekonomisinin, kendi ülkesel koşullarını da taşıyan, bir dönme ve işleyiş biçimi vardır. Bu da o ülkenin dünya ekonomileri skalalarındaki gelişmişlik / gelişememişlik, bağımlılık / bağımsızlık açılarından yerini tarif eder.
Türkiye ekonomisinin çarkları son on yıldır, AKP’nin iktidara gelip ‘bu yer benimdir’ deyişinden bu yana, aynı biçimde dönüyor. Nasıl mı? Basitçe anlatmayı deneyelim.
Bir yanda;
- ithalata dayalı, katma değeri düşük montaj ürünlerinin ihracaatıyla.
Diğer yanda inşaat sektörüyle;
- duble yollar, köprüler, cadde-sokak düzenlemeleri, havaalanları, stadlar yapıp üretici olmayan yatırımlarla ekonomiye sürekli hareket sağlayıp, her yeri ticarete açarak,
- yap-işlet-devret modelli, gelecek borçlanmalı ve devlet gelir garantili çok büyük inşaat yatırımlarıyla,
- kentsel dönüşüm adı ve gelecek umudu beklentisi yaratarak, değerli semtlerin eski konutlarını yenileme ve kent çeperlerine site/konut doldurma projeleriyle rant ekonomisini canlandırma yoluyla,
- çılgın ve dünyanın en büyük projeleri albenisinin yaratılması kanalıyla.
Geçmiş birikimleri satarak ve borçlanarak;
- Cumhuriyet’ten bu yana üretilmiş sanayi kuruluş ve tesislerini satarak,
- projelere ve kredilere teminat göstermek için Cumhuriyet’ten bu yana oluşmuş kurum, kuruluş ve tesisleri varlık fonuna aktararak,
- yüksek bütçeli yap-işlet-devret modelli yatırımlar aracılığıyla ülkenin gelecek gelirlerini ipotek altına alarak,
- borçlanarak.
Ve de;
- küçük ve orta ölçekli işletmelere sürünmeye, işletmelerini sürdürmeye devam etmeleri için güvenlik fonu garantili krediler açarak,
- aile ve üyelerine bireysel krediler verip, kredi kartları kullanımını yaygınlaştırıp, kitlelerin gelecekteki gelirleriyle alış-veriş etmelerini sağlayarak,
- her türlü alış-verişi özendirip, dolaylı vergileri yükselterek ve zaman zaman kimi ürünlerin dolaylı vergilerini düşürüp ticareti pompalayarak.
Böyle bir ekonomik işleyiş, en azından, üç şeye kaynaklık ediyor.
Birincisi; üretimin değersizleşip ticaretin öne çıktığı bir ekonomik yapıya.
İkinci olarak; orta gelirli toplumsal kesimlerin eriyip yoksullaştığı, aile ve bireylerin borçluluğunun artıp zenginlerin daha da zenginleştiği eşitsizlikler ekonomisinin ivme kazanmasına.
Üçüncü olarak da; mevcut sosyo-ekonomik yapıya ilişkin gerçek algının oluşmasını önleyip, durumun güllük-gülistanlık oluşuna kitleleri inandırarak, sistemin devamının sağlanmasına.
Tanımlanan ekonomik istemin siyasal sürdürülebilirliği
Böyle bir sistemin sürdürebilirliği; öncelikle, algılar ile yaşanan gerçekliğin çakışmasına ve çakışma biçimine bağlı. Bu da, söz konusu olgunun iki yüzü olduğunu gösteriyor. Böylece her gerçeğin de kendine özgü yaratılan, şekillendirilen algı biçimleri oluşuyor. İşte bunların da gerçekle çakışması, sürecin farklı anlarında birbirinden değişik siyasal yansımalar ortaya çıkarıyor, çıkaracak.
Olguların sunuluş biçimine göre bir yüzünde;
*Türkiye ekonomisi son on-onbeş yılda hiç olmadığı kadar hızlı ve çok büyüdü.
*Ulusal gelirden kişi başına düşen gelir, hiç bu kadar yüksek olmadı.
*Enflasyonun yüzde 70’lerden tek haneye düşürülüp, hayat pahalılığı önlendi,
*Dünya ülkeleri arasında Türkiye hiç bu kadar sözü dinlenen, öne çıkan ülke olmadı.
*Türkiye’de hiçbir zaman bu kadar çok sosyal yardım dağıtılmadı.
*İnananlar, Türkiye’de hiçbir zaman bu kadar özgür yaşayamadı.
*Bugüne kadar Türkiye’de halkın nabzını böyle iyi tutan hiçbir başka iktidar olmadı.
*ve, ve, ve..
algısı ile, “büyüyen, gelişen, zenginleşen bir toplumda özgür ve refah içinde yaşayan ya da yakın gelecekte yaşayacak olan” insanlar imajı yer alıyor.
Yine olgunun diğer yüzüne göre de;
**Ulusal gelir hesaplanma sisteminin iki kez değiştirilip, 2009 öncesi ve sonrası ulusal gelir bilgilerinin karşılaştırılabilirliğini ortadan kaldıran, geçerliliği tartışmalı modellerle, öncesine göre en az yüzde 58 daha yüksek gösterilen
**Tüketici fiyatlar enflasyonu hesaplarında hane tüketiminde gıda giderleri ağırlığının düşürülmesiyle, ortalama fiyat artışları düzeyi aşağıya çekilen,
**Sosyal devlet anlayışı yerine, sosyal yardım yaklaşımının ikamesiyle, aile ve bireyleri yardımlarıa bağımlı kılan,
**Ülkenin toplam hanelerinin yarıdan çok daha fazlasının borçlanıp,gelecekteki gelirlerini harcamış duruma düşüren,
**Harcamaları gelirlerinden yüksek olan hane oranlarını sürekli arttıran,
**İşsizlik oranlarını ve iş kazalarından ölümleri sürekli yükselten,
**ve, ve, ve,
bir resim,bir çerçeve yer alıyor. Buradaki algı da, “gerçekleri çarpıtan, kitleleri borçlandırıp yoksullaştıran ve sonra da güçlü gelecek vaatleri satan bir iktidar” imajı çıkarıyor ortaya.
Algı ile gerçeğin siyasal kesişmesi
16 Nisan 2017’de partili cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin Türkiye’de uygulanıp, uygulanmaması için bir halk oylaması, referandum yapıldı. Aslında Erdoğan’ın "tek adamlığının" oylandığı bir plebisit yapılıyordu. İşte o oylamada Türkiye neredeyse ortadan ikiye ayrıldı. Aşağıdaki tabloda Erdoğan’a EVET - HAYIR diyenlerle, mahalle katmanlaşmasına göre bu oranların değişimi sergileniyor.
Tablo bize üç şey söylüyor. İlki, mahalle statüleri ayrımında iki farklı yaklaşımın destek ve karşı çıkış oylarının, büyük ve önemli bir düzenlilik sergiliyor olması. O kadar ki, EVET oylarıyla Erdoğan’ı destekleyenler en üst statülü mahallelerden en alt statülü mahalleler ve kırsal kesime doğru gidildikçe hızla artarken, Erdoğan’ı desteklemeyenlerin HAYIR oylarında ise tam tersi bir eğilimin gözlenişi. İkincisi, orta statülü mahallelerde evet-hayır oy ortalamalarının Türkiye ortalamaları ile -neredeyse- eşit bir düzeyi yansıtıyor oluşu. Üçüncü nokta ise, Erdoğan desteğini, büyük oranda düşük statülü ve düşük eğitimli, yoksul toplum kesimlerinden alırken, karşı çıkışın desteği, üst statülü, göreli yüksek eğitimli ve varlıklı kesimden geldiğini gösteriyor.
Sonuç yerine: Seçim, geçim ve iktidar
Beş günlük bu yazı dizisinde sergilenen olgulardan ve ortaya çıkan yönsemelerden hareketle bazı sonuçlara varmak mümkün.
Bu sonuçların ilki, ne iktidar ne de muhalefet partileri için 2019 seçimlerinin kolay seçimler olmayacağı. Bunun nedeni, iktidar ve muhalefetin rakiplerden çekinmeleri ve ortamın yarattığı güvensizlik. Oysa seçime katılacak tüm siyasi partiler, sahip oldukları olanakları harekete geçirir ve de sivil toplumun seçim desteğine kapı açarlarsa, tüm olumsuzluklara karşın Türkiye’de güvenilir seçim ortamının yaratılabileceği gerçeğini herkes kabul edebilir. Bu sürecin dışında kalan ve güvenilir seçim sistemine destek vermeyenler ise, ancak utançlarıyla yaşamaya devam edebilirler.
Ayrıca bulgular bize 2019 seçimlerine ve Erdoğan’ın alternatifsizliğinin sona erişine ilişkin, üç önemli şey daha söylüyor.
İlki; alt toplumsal statülerden üst statülere doğru çıkıldıkça genişleyen bir toplumsal mutabakat izleniminin 2017 referandumuyla açığa çıkmış olması.
İkincisi; Cumhur İttifakı olarak ortaya çıkan AKP-MHP-BBP’nin milliyetçi-islamcı ideolojisini, demokratik çizgide uygulamaya talip olan SP ve İYİ Parti ittifakının iktidar küskünlerini kendine çekebilecek ideolojik formasyona sahip olması.
Üçüncüsü; CHP’nin sağa savrulma hastalığından -kendisi dışında oluşacak İYİSP ittifakı nedeniyle- kurtulmak zorunda kalışı.
Bu olguya kanıt oluşturabilecek verilerden biri, 2017 referandumunda ittifak yapan AKP-MHP-BBP’nin Kasım 2015 seçimlerinde kendilerine oy veren seçmenlerinin en az yüzde 15,6’sının, hem de alt toplumsal statülerden üst statülere doğru gidildikçe artan bir oranda, referandumda Erdoğan için evet oyu kullanmamış olmalarıdır. (Bilgi için, 31 Mayıs 2017 tarihli ‘Erdoğan Plebisitinde ‘Evet’ Oyu Kullanan ve Kullanmayan AKP+MHP+BBP’liler ve Gelecek’ başlıklı S.T yazısı.) (ST/HK)
SEÇİM, GEÇİM, İKTİDAR YAZI DİZİSİ
Seçimlere Giriş - 04 Nisan 2018 Çarşamba
Seçmen ve Sandık Seçmen Kütükleri, Sandık Görevlileri - 05 Nisan 2018 Perşembe
Seçim İttifakı ve Siyasal Sisteme Etkileri - 06 Nisan 2018 Cuma
Üç Seçim’den Bir Sonuç Arayışı - 09 Nisan 2018 Pazartesi