Geçen hafta yazdığım baharatlarda kanserojen Sudan boyaları olup olmadığına dair yazı hakkında çok sayıda okurdan geri bildirim aldım.
En çok sorulan soru özetle “Artık baharat da mı yiyemeyeceğiz”di. Bu soruyu daha genel bir çerçeveden ele alarak “gıda ve beslenme ile ilgili konularda zaman zaman yapılan kaygı verici haber, yazı ya da yorumlar karşısında bir okur, izleyici ya da tüketici olarak nasıl bir tutum takınmalıyız? Hangi noktalara dikkat etmeliyiz” sorularına dönüştürmek mümkün.
Bu soruların basit bir yanıtı yok. Yani ilk anda akla gelen ve sıklıkla ifade edildiğini gözlediğim “Pul biberlerde de Sudan boyaları varmış onu da yememeliyiz!” gibi bir yanıt ne kadar sağduyuya uygun görünse de doğru değil. Bireysel tercihleri düzenlemeye dayanan bu yanıt, sorunların gerçek nedenlerinin görünürlüğünü azaltma ya da sorunlara neden olan failleri görünmez kılma gibi bir sonuca da yol açabiliyor.
Sudan boyaları ile ilgili sorun üzerinde etraflıca düşünmemizi mümkün kılacak bazı konulara değinerek hem ne söylemek istediğime açıklık getirmek ve hem de benzeri durumlarda nasıl davranacağımıza ya da bu tip konuları nasıl ele alacağımıza dair bazı önerilerde bulunmak mümkün.
Öncelikle medyada gıda ve beslenme sorunlarına dair haber, yazı ve yorumların genel olarak ele alınış şekline, bizlere nasıl sunulduğuna değinmeliyim.
Medya gıda ve beslenme sorunlarına bulunacak çözümlerin bireysel tercihlerimizin değiştirilmesinde ya da yeniden düzenlenmesinde yattığı fikrini işliyor sürekli. Haber, tartışma ve yorum programlarında dile getirilenler “onu yeme bunu ye!” ifadesi ile özetlenebilir. Oysa epeyce sorunlu bir tavsiye bu.
Sağlıklı beslenme diyetimizden falanca gıdayı çıkarıp yerine filanca gıdayı koymakla değil de siyasal iktidarın icraatları ile daha çok ilgili çünkü. Ve o icraata değinmeden bireysel tercihleri düzenlemeye yönelik önerilerde bulunmak meseleleri bilinçli ya da bilinçsiz çok eksik bir çerçeveden kavramak anlamına geliyor.
Ne yiyeceğiz ne yemeyeceğiz listesi değil çözüm
Bilmek bir konuyu ele alış ya da bakış şeklimizi etkiler ve bireysel tercihlerimizi de edindiğimiz bilgilere göre düzenleyebiliriz elbette. Bu konuda bir sorun görmüyorum. Sorun olarak gördüğün nokta meselelerin sadece bireysel tercihlerin düzenlenmesi çerçevesine indirgenmesi. Sağlıklı beslenme ile ilgili konuların aşırı bireysel bir çerçeveye sıkıştırılmış olması.
Elimizde neyi yiyip neyi yemememiz gerektiğini belirten ve sayfa sayısı sürekli artan bir koca liste ile dolaşır ve tercihlerimizi de o listeye göre düzenlersek her şey yolunda gidecek sanıyoruz. Oysa bu mümkün olmadığı gibi gerekli de değil.
Yazılarımda sıklıkla vurguluyorum ama bir kez daha vurgulama ihtiyacı hissediyorum: Gıdalarla ve beslenme ile ilgili olarak bizi kaygı içinde bırakan pek çok soruna kalıcı çözümler bulmak bireysel değil kamusal yaklaşımlarla olanaklı ancak.
Kamusal yaklaşımlar derken kamu kurumlarının işini yapmasını değil (o zaten zorunlu) gıda ve beslenme ile ilgili sorunlara yurttaşların da dâhil -ve müdahil- olabildiği bir durumdan söz ediyorum. Uzmanların ya da bazı kurumların bizim adımıza sorunları çözdüğü bir durum değil de sorunlar hakkında bilgi sahibi olarak önerilen çözümlerin de ne kadar doğru olduğunun yurttaşlar tarafından denetlenebildiği bir durumu kastediyorum. Bunu sağlamanın yollarından biri ise sorunlara dair bilgilerimizin çerçevesini genişletmekten geçiyor.
Bu çerçeveden baktığımızda ülkemizden ihraç edilen bazı baharat ürünlerinde kanserojen Sudan boyalarının tespit edilmiş olmasını kamuoyuna duyurmak bir gerekliliktir. İnsanları hem meseleden haberdar edebilmek ve hem de meseleye dâhil edebilmek için. Bunu yaparak kamuoyunda mevcut kanser paniğini büyütme amacı gütmüyorum ya da “Eyvah! artık baharat da mı yiyemeyeceğiz!” şeklinde bir algıyı beslemek istemem. Aksine bu tip sorunların çözülebilir sorunlar olduğunu meselenin büyük oranda işlemeyen, görevini layığıyla yapmayan bir kamu idaresinden kaynaklandığını ısrarla belirtmeye çalışıyorum.
Bu anımsatmadan sonra Sudan boyaları konusuna tekrar bakalım. Meselenin üretim ve gıda egemenliği gibi boyutlarına girmeden sadece piyasada yapılacak kontrol ve denetim kısmındaki aksaklıklara ve bu aksaklıkları aşmak için ne yapabiliriz kısmına odaklanacağım.
Sudan boyası sorununun çözümü basit
Sudan boyaları plastik ürünlerinin üretiminde ve tekstil endüstrisinde kullanılıyor. Tehlikeli madde kategorisinde sınıflandırılabilecek Sudan boyalarının gerek ülke içi üretimi ve gerekse ithalatı belli usullere ve kontrollere tabidir. Özetle aklına esen Sudan boyası üretip piyasaya sunamaz veya kolayca ithal edemez.
Piyasada kullanılan Sudan boyalarının hangi ürünlerin üretiminde, kimler tarafından ve ne miktarda kullanıldığını tespit etmek zor değildir. Dolayısıyla bu kanserojen boya baharatların boyanmasında kullanılmışsa tedarik zinciri boyunca geriye doğru iz sürerek kimlerin kullandığı ve bu boyanın nasıl temin edildiği bilgisine ulaşmak mümkündür. Ancak bütün bu sorgulamaları yapabilmek için öncelikle piyasada satılan baharatlarda Sudan boyalarının ne oranda olduğunu yani tüketime sunulan ürünlerin ne kadarının Sudan boyası içerdiğini tespit etmek gerekir. Bu tespiti ve geriye dönük sorgulamayı yapacak kurum Tarım ve Orman Bakanlığı’dır. Yapılacak bir dizi araştırma ile hem durum tespiti yapmak ve hem de insan sağlığını tehlikeye atan kişi veya kurumlardan adli çerçevede bir hesap sormak mümkündür. Yapılmalıdır.
Bu işlemlerin yapılıp yapılmadığı bilmiyoruz. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın bu konularda sorulacak bir soruya doğru düzgün bir cevap vereceği bile şüphelidir.
Kamu idaresini işler kılmak
Geçmişte az buçuk var olan kamusal hayat kurumlarıyla birlikte tahrip edildi. Kanımca “eyvah baharat da mı yiyemeyeceğiz!” endişesinde ifadesini bulan kaygının en önemli nedeni de ortada kamu idaresi diye bir şey de kalmadığına dair içten içe hepimizi kemiren bu hissiyattır. Ama bu hissiyatın bizi felç eden bir karamsarlığa dönüşmesine mahal vermeden işleyen bir kamu idaresini ve kamusal hayatı mümkün kılan ilişkileri yeniden nasıl oluşturacağız sorusuna odaklanmak gerekiyor.
Bu sorunun olası ve şimdilik en mümkün yanıtlarından biri gıda, beslenme ve çevre ile ilgili meseleleri dert edinen yerel idarelerin gerekirse yasal mevzuatı esneterek gerçekleştireceği fiili durumlar ve oluşumlar yaratmasında yatıyor.
Bir yerel idarenin Tarım ve Orman Bakanlığı ya da Sağlık Bakanlığı bünyesinde yer alan bazı kamusal görevleri üstlenmesinden söz ediyorum. Merkezi idare işlemiyorsa bu sorumluluğu yerel yönetimlerin üstlenmesinde bir sakınca görmüyorum. Gidişat böyle olduğu sürece kamusal hayatı dert edinen, kendini yurttaşlarına karşı sorumlu gören bir yerel idare için bunu yapmanın bir zorunluluk olarak belireceğini düşünüyorum.
Ancak kastettiğim şey yerel idarelerin sadece piyasadaki ürünleri denetlemesi değil. O konu işin çok küçük bir kısmı. İnsanların üretici becerilerini artıracak kent bahçeleri kurmaktan, üreticiler ile tüketicileri buluşturan, insanların beslenme sorunlarına çözüm bulabilmek için bir araya gelebilecekleri mekânlar oluşturabilmekten, çeşmeden akan suyun sağlıklı olduğuna dair bir dizi uygulamayı hayata geçirebilmekten söz ediyorum.
Yapılabilecek pek çok şey var bu konularda.
Meseleleri bireysel tercih çerçevesinden çıkararak daha geniş bir bağlama oturtmak, insanları birbirleri ile ilişki içine sokabilmek, bakıp feyz alabileceğimiz ve üzerinde düşünebileceğimiz modeller yaratmak gerekiyor. Dahası gıda ve beslenme sorunlarına dair yaygın kaygıyı da giderebilecek, iyi işleyen bir model oluşturabilmek yerel yönetimlerin yurttaşlarla ilişkisini olumlu ve bambaşka bir çerçeveye taşıyabilir.
Sudan boyaları gıda ve beslenme konusunda yaşanan çok sayıda sorundan sadece biri. Dolayısıyla baharatlarda kanserojen Sudan boyası tespit edildiğine dair haberlerin bizde yarattığı “peki şimdi ne yiyeceğiz ya da eyvah baharat da mı yiyemeyeceğiz?” sorularını bir başlangıç noktası gibi kabul edip bireysel çözüm gücümüzü aşan bu sorunlar karşısında ne yapacağımızı, politik müdahale araçlarını nasıl oluşturabileceğimizi düşünmek gerekiyor. Bir araya nasıl geleceğiz asıl mesele bu. (BŞ/HK)