İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde (İBB) yapılan lüks harcamalar, israf, kamu kaynaklarının vakıflara peşkeş çekilmesi olarak nitelenebilecek çok sayıda haber ve yorum medyada ve sosyal medyada yer aldı.
CNN Türk’teki “Tarafsız Bölge” programına katılan seçilmiş İBB Başkanı İmamoğlu’nun İBB’deki israfla ilgili açıklama yapacağını söylemesinin ardından “Süre bitti” denilerek program sonlandırılmıştı.
Programda yer verilmeyen açıklamalarını daha sonra basın mensupları ile paylaşan Ekrem İmamoğlu sadece son bir yılda İBB tarafından belirlenen vakıflara aktarılan paraların ve mülklerin toplam bedelinin 308 milyon lira, ihtiyaç dışı araç masrafının 120 milyon, uygulanmayan fikir projelerine son 6 yılda ödenen paranın ise 226 milyon lira olduğunu belirtmişti.
İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener ise partisinin grup toplantısında yaptığı bir açıklamada geçen yıl İBB'den Okçuluk Vakfı'na 16.5 trilyon lira aktarıldığını belirtmişti.
Bu açıklamaların doğruluğu yani kime, ne kadar para aktarıldı, aktarılan paralara ne oldu gibi sorular üzerinde durmayacağım. Yapılan açıklamaların ortada bazı usulsüzlükler olduğuna, ciddi bir kaynak israfına ve herhangi bir kamu hizmeti üretmeyen çeşitli kurum veya vakıflara para transfer edildiğine işaret ettiği kesin.
Daha basit bir soruya yanıt arayacağım. Bu paraların çok küçük bir kısmı ile örneğin “İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından Okçuluk Vakfına aktarıldığı söylenen 16.5 milyon TL ile başka ne yapılabilirdi?” sorusuna bir yanıt vereceğim.
Okçuluk Vakfı’na aktarılan 16.5 milyon TL ile İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ) bünyesinde bulunan ve su kalitesini korumak amacıyla faaliyet gösteren analiz laboratuvarı mükemmel bir donanıma kavuşturulabilirdi. Bu mükemmel donanımla sularla ilgili mevzuatta belirtilen bütün kimyasal kirlilik etmenlerinin kontrolü, ölçüm ve izleme faaliyetleri yapılabilirdi.
Ama bunları yapmak yerine 16.5 milyon TL Okçuluk Vakfı’na aktarıldı.
Su kalitesini belirlemek için yapılacak çalışmalara geçmeden önce İSKİ’nin görev ve yetkilerine kısaca değinelim.
İSKİ’nin görev ve yetkileri
2560 Sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş Ve Görevleri Hakkında Kanun’da İSKİ’nin görev ve yetkileri şöyle sıralanmıştır:
“Bölge içindeki su kaynaklarının deniz, göl, akarsu kıyılarının ve yer altı sularının kullanılmış sularla ve endüstri atıkları ile kirletilmesini, bu kaynaklarda suların kaybına veya azalmasına yol açacak tesis kurulmasını ve bu tür faaliyetlerde bulunulmasını önlemek, bu konuda her türlü teknik, idari ve hukuki tedbiri almak” olarak belirtilmiş.
Ayrıca İSKİ tarafından hazırlanan 2018 yılı faaliyet raporunda “Su, kıt bir kaynaktır. Ülkemiz su kaynakları bakımından zengin olmadığı için, var olan su kaynaklarının önemi daha da artmaktadır. Sanayileşme, çarpık yapılaşma, kimyasal ürün kullanımının yaygınlaşması ve benzeri faktörler, su kaynakları üzerindeki kirlilik baskısını daha da artırmaktadır. Gerek dış paydaşlar gerekse iç paydaşlar, su kaynaklarının korunmasını stratejik önceliklerin başında görmektedirler. Çünkü su kaynakları üzerindeki kirlilik baskısının bu şekilde devam etmesi durumunda, önümüzdeki yıllarda içilebilir su bulmanın mümkün olamayacağı endişesi hakimdir. Buradan hareketle su kaynaklarının korunması konusunda İSKİ’ye önemli görevler düşmektedir. Mümkün olan her türlü olanak seferber edilerek su kaynaklarının korunması İSKİ’nin önceliklerindendir” ifadesi yer alıyor.
Dolayısıyla İSKİ’nin öncelikli görevlerinden biri İstanbul’un içme suyunu temin ettiği havzalarda dikkatle planlanmış, kapsamı geniş ve periyodik olarak yapılacak analitik çalışmalarla kimyasal kirlilik etmenlerini kontrol ve izleme altına almak.
Bu çalışmalar yapılıyor. Peki, yeterli mi?
Su kalitesiyle ilgili analitik çalışmalar
Su kalitesini belirlemek ve periyodik olarak izlemek amacıyla İSKİ bünyesinde “Su Kalitesi Laboratuvar Hizmetleri” başlığı altında toplanan hizmetler yapılıyor.
Ancak bu hizmetlerin çok yetersiz olduğunu, az sayıda kimyasal etmenin kontrolünün yapıldığını söyleyebilirim. Bu konuda analitik donanımın güçlendirilmesi ya da analiz kapsamının genişletilmesi suretiyle sularda önem arzeden bütün kimyasal kirleticilerin kontrol edilmesi gerektiğini daha önceki bir yazımda belirtmiştim.
Su İşleri Genel Müdürlüğü 2014 yılı sonunda tamamladığı bir çalışmayla Türkiye genelinde yeraltı ve yerüstü sularına bulaşması muhtemel bütün noktasal ve yayılı kaynaklı kirlilik etmenlerini belirledi ve sulara bulaşması muhtemel kimyasal kirletici sayısının toplam 249 olduğunu açıkladı.
Kimyasal yapısı birbirinden farklı 249 adet kirleticiden söz ediyoruz.
Hepsi sulara bulaşmıyor. Dolayısıyla öncelikle endüstriyel, tarımsal, evsel çeşitli kaynaklardan çıkan ve sulara karışması muhtemel toplam 249 kimyasal kirleticinin kaç tanesinin İstanbul’un su temin ettiği havzalardaki yeraltı ve yerüstü sularına bulaşmasının muhtemel olduğunu tespit etmek gerekiyor.
Ancak bu konuda büyük bir eksiklik var. İSKİ tarafından analiz edilen, kontrol ve izlemesi yapılan kimyasal kirletici etken sayısı 35 civarında. Kontrol edilmesi gereken 249 potansiyel kirletici olduğu düşünülürse bu sayının çok az olduğu açıktır.
Yapılan analiz çalışmalarının kapsamını sulara bulaşması muhtemel kimyasal kirlilik etmenlerinin tümünü tespit edecek şekilde genişletmek gerekiyor.
Aslında sadece İstanbul için değil Türkiye genelinde her ilde yapılması gereken bir çalışma bu.
Yeraltı veya yerüstü su varlıklarını kirletme potansiyeli olan kimyasal kirletici etkenlerin sulara bulaşıp bulaşmadığı, bir bulaşma varsa bunun ne düzeyde olduğu, hangi su varlıklarının daha yoğun bir kirliliğe maruz kaldığı ve ne gibi önlemler alınması gerektiği gibi bir dizi soruya kesin yanıtlar verebilmek ancak bu çalışmaları yapmakla mümkün. Ülkemizdeki hiçbir ilde bu çalışmaların yeterince iyi olduğu söylenemez; aksine bu konuda büyük bir eksiklik ya da yetersizlik var.
Mesele para değil
Su kalitesini kontrol etmeye yönelik laboratuvar çalışmalarını yapmanın belirli bir bütçe gerektireceği kesin. Ama İBB bütçesinin ne kadar savurganca kullanıldığı göz önünde bulundurulursa meselenin bütçeyle ilgisi olmadığı da aşikâr.
Örneğin İBB’nin Okçuluk Vakfına aktardığı 16.5 milyon TL su kalitesini belirlemek amacıyla yapılacak çalışmaların kapsamını genişletmek için fazlasıyla yeterli.
Temel mesele yerel yönetimlerin yakın gelecekte yaşanması kesin olan su krizine karşı siyasal-teknik bir programlarının, bilimsel çerçeveye yaslanan bir bakış açılarının olmaması. Bu söylediklerime kanıt isteyenler İSKİ hakkındaki Sayıştay raporlarını okuyabilir.
Çeşmeden akan suyun kimyasal kalitesine olabilecek en kapsamlı analitik ölçümlerle güvenilir bir yanıt üretmek bir belediyenin asli görevlerinden biridir. Bunu yapmamak insanların su hakkını gasp etmek, insanları ambalajlı su tüketimine yöneltmek ve suyun metalaşmasının önünü açmaktır. Bu anlayış sosyal bir belediyeciliğe aykırıdır.
Türkiye’deki yerel yönetimlerden herhangi birinin çeşmeden akan suya güvence verebilecek bir sosyal belediyecilik örneği oluşturmasının çok ciddi bir yankısı olacaktır.
Bu güvenceyi yerel yönetimlerden talep etmek gerekiyor. (BŞ/EKN)